Bryant Park'taki ağacın çağrısı

New York, dünyanın bir temsiliydi sanki. Parlak, aldatıcı, varlığı ebedi devam edecek gibi gururlu ve kibirli. Dünya pazarının en büyük tezgâhı burada kurulmuş.

Yürüyen, koşan, duran, oturan, kalkan her insan bir alışverişin acelesindeydi. Durmak bile burada almaya ya da satmaya yönelik bir eylem için yapılıyor gibiydi.

Ürkütücü bir sessizlikle gökyüzüne doğru başını dikmiş görkemli gökdelenlerin arasında, ruhum daralmış vaziyette yürüyordum saatlerce. Devasa ışıklı reklam panolarında beliren cümleler ne hayattan ne de ölümün hakikatinden dem vuruyordu. Dünyanın en cazip vitrinlerine boş boş bakınmaktan gına gelmişti.

Bir yalancı cenneti andırıyordu özellikle Manhattan bölgesi, katmerli yalanlarla süslenmişti sokaklar.

Tam, içimden, ne kasvetli bir şehir burası diye geçiriyordum ki, bir şey oraya çekti beni. Kırkıncı caddeyle beşinci caddenin kesiştiği köşedeki New York Halk Kütüphanesi'nin ana binasını bulmaya çalışırken, dikdörtgeni andıran bir yeşilliğin içinde baharın selamını işitir gibi oldum.

Küçükçe koyu yeşil demirden sandalye ve masaların çevresine öbeklenmiş insanlar için burası yeryüzünün mütevazı mekânıydı. Gökdelenlerin kibrine karşılık ağaçların dallarının toprağa dönük ellerinin avuçlarında tuttukları yaprakların gölgesi, hem bedenlere hem de ruhlara bir dinginlik sağlıyordu.

Oturdum. Her bunaldığımda, her yorulduğumda Bryant Park'taki o çınar ağacının altına gelip oturdum. Şaşırtıcı bir cazibesi vardı parkın. Sınırları içinde yer alan kütüphaneye gelip gittikçe oturdum. Her oturduğumda içime umudu doldurdum. Daralan ruhlara bir çıkış işareti gibiydi parkın ağaçları.

Ne zaman New York şehrinden şikâyete yeltenecek olsam, Bediüzzaman'ın o enfes cümlesi aklıma geldi hep. Sustum. Şehirden şikâyet etmeyi kestim.

Birinci Dünya Savaşı bitmiş, Van Ruslarca yakılıp yıkılmış, bir harabeye dönmüştür. Van Kalesi'ndeki Horhor medresesi de yıkılanların arasındadır. Ders verdiği talebelerinin çoğu ölmüştür. Bediüzzaman büyük bir bunalımın eşiğindedir. Mutsuzdur, hüzünle doludur. Bir teselli arar kalenin tepesinde.

Meali, "Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ı tesbih etmektedir." ayetinin (Hadid: 1) hakikati tecelli eder: "O rikkatli, firkatli, dehşetli, hüzünlü hayalden beni kurtardı, gözümü açtırdı."

Sonra nazarına ağaçlar çarpar, "Baktım ki, meyvedar ağaçların başlarındaki meyveleri tebessüm eder bir tarzda bana bakıyorlar; bize de dikkat et, yalnız harabezâra bakıp durma diyorlardı."

İşte bu son cümleye bayılıyorum. Bize nefis bir çıkış yolu sunuyor çünkü. Ne başkalarının, ne bir şehrin, ne sosyal hayatın, ne dünyanın, ne de New York'un "harabezâra" haline bakıp durma der, yanı başımızdaki herhangi bir ağaç, minik bir yeşillik, saksıdaki bir çiçek; "Biz harap olmamış, yıkık dökük olmayan, yeşillik ve neşe saçan, güzelliğin ve letafetin aktığı varlıklara bak!"

Bryant Park'taki ağaçların seslenişine kulak verince kafamı New York'a takmaktan, onun ruhlara akıttığı huzursuzluğu gereksizcesine düşünmekten kurtulmuştum.

Artık, hayatımızın harap halleriyle karşılaştığımızda bize seslenen bir "ağacın" olduğuna daha çok inanıyorum. Ne de olsa yeşil bir soluğu var ağaçların. Ve elbette sayısız meleği.

Zaman
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.