Bu asrın özelliğine çok hayret ediyordum
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Otuz birinci âyetin işaretinin beyanında,
يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا (“Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler...” İbrahim Sûresi) bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.
Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.
Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi
öyle dehşetli,
fakat cazibeli ve elîm,
fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.
Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şer’iye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.
Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda
israfatla
ve iktisatsızlık
ve kanaatsizlik
ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.
Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; ve onun metîn, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, herşeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz. (Kastamonu Lâhikası, 70)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
akabinde : devamında
alâkadar : alâkalı, ilgili
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
azamet : büyüklük, yücelik
bilhassa : özellikle
binâen : –dayanarak, dolayı
daire-i zikr : zikir dairesi
ehemmiyet : önem
evrâd : virdler; devamlı yapılan zikirler
evrad-ı mahsusa : özel virdler, zikirler
fevkinde : üstünde
hakikat : gerçek, doğru
hatme-i Nakşiye : Nakşî tarikatında belli kurallar çerçevesinde topluca icra edilen bir zikir ve dua biçimi
heyet-i mecmua : hepsi; ferdlerin tamamı
hüşyar : uyanık
inkılâp : dönüşüm, dönüşme
inkişaf : açığa çıkma, görünme
mânen : mânevî yönden
müvacehe : mânen yüz yüze bulunma, karşısında olma
risalet : elçilik, peygamberlik
sair : diğer, başka
serzâkir : zikredenlerin başı
Sübhanallah : “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında bir tesbih
tarikat : Allah’a ulaşmak için tutulan yol
tarikat-ı Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) gösterdiği yol olan sünnet yolu
tekâsül : tembellik
tesbihat : Namazdan sonra Allah’ı bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözlerle anma
ulviyet : yücelik
umum : bütün
velâyet : velilik; mânevî mertebeler aşarak Allah’ın yakınlığını ve dostluğunu elde etme
velâyet-i Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) velâyeti, veliliği
velâyet-i kübrâ : en büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik
Zât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) zâtı, kendisi
Aleyhissalatü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Allahu ekber : “Allah en büyüktür”
âzâ : uzuvlar, organlar
azamet : büyüklük, yücelik
bâki : devamlı, kalıcı
beyan : açıklama, izah
düstur : kural, prensip
ehemmiyet : önem
elhamdü lillâh : “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur”
emr-i mânevî : mânevî emir
hâkezâ : böylece, bunun gibi
halka-i zikr : zikir halkası
hamd : şükür, övgü
hassa : nitelik, özellik
hatme-i Ahmediye : Peygamberimizin (a.s.m.) geniş halk kitleleriyle beraber belirli dua ve zikirleri yapıp bitirdiği oturum veya zikir halkası
hatme-i kübrâ : büyük ve geniş bir topluluğun belirli zikir ve duaları okuyup bitirdikleri oturum veya zikir halkası
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı olan âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hıfz : koruma
hırs-ı hayat : hayat hırsı
ihtar : hatırlatma, ikaz
ihvan-ı tarikat : bir tarikata mensup kardeşler
imdad : yardım
iştirak : katılma
ittibaen : tabi olarak, uyarak
Lâ ilâhe illâllah : “Allah’tan başka ilâh yoktur”
mürid : Allah’ın rızâsına kavuşmayı isteyen, bir mürşidin talebesi
müteveccih : yönelik, yönelmiş
nazara almak : dikkate almak
sabık : geçen, önceki
sair : diğer, başka
serzâkir : zikredenlerin başı
tarikat-ı Ahmediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tarikatı olan sünnet yolu
tesbihat-ı salâtiye : namaz tesbihleri
tezahür : meydana çıkma, görünme
uzv-u insânî : insan bedeninin bir organı
Zât-ı Ahmediye : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) zâtı, kendisi
zevk-i hayat : hayat zevki, yaşama lezzeti
acip : hayrette bırakıcı, hayranlık verici
âdi : basit, sıradan
binaen : -dayanarak
cazibe : çekim
cazibedar : cazibeli, çekici
cazibeli : çekici
celb : çekme
cihaz-ı insaniye : insandaki bir duygu
damar-ı insânî : insânî duygu
derc : yerleştirme
ednâ : en aşağı, en küçük
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler
elîm : elemli, acı veren
esbap : sebepler
fakr : fakirlik, ihtiyaç hâli
fıtrat-ı insaniye : insanın yaratılışı, tabiatı
fitne : ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
hâcât-ı hayatiye : hayatın ihtiyaçları, hayat için gerek duyulan ihtiyaçlar
hakikî : asıl, gerçek
hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
hayat-ı insaniye : insan hayatı
helâket : mahvolma, yok oluş
hıfz-ı hayat : hayatı koruma
hususan : özellikle
iktisatsızlık : tutumsuzluk, israf
insaniyet : insanlık
israfat : israflar, savurganlıklar
iştirak : katılma
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan : açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân
lâtife : duygu, his; insanın mânevi yapısında bulunan ince duygular
letâif : lâtifeler
maişet : geçim, yaşayış
maraz : hastalık, illet
mesele-i diniye : dinî mesele
mesture : örtülmüş, tesettürlü
misâl : benzer, gibi
muhafaza : koruma
muvakkaten : geçici olarak
mütemadiyen : sürekli olarak
nâşir : neşreden, yazıp yayan
nazar-ı dikkat : dikkatli bakışlar
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç
ruhsat-ı şer’iye : dinin verdiği izin
sair : diğer, başka
sarhoşane : sarhoşça
sefihâne : yasak zevk ve eğlencelere düşkün bir şekilde; beyinsizce
sukut : düşme, alçalma
şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde
şerâit-i hayat : hayatın şartları
tiryak : derman, ilaç
ulvî : yüce, büyük
umur-u diniye : dinî işler
umur-u uhreviye : âhirete yönelik işler
vazife-i hakikiye : gerçek, asıl vazife
zarar-ı dünyevî : dünyaya ait maddî zarar
zaruret : zorunluluk, gereklilik
zaruret-i maişet : geçim zorluğu
ziyadeleşmek : artmak, çoğalmak