Bu zaman 3 konuda birer müceddid ister
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Ehemmiyetli bir hocanın Üstad hakkında ziyade hüsn-ü zannını tadil etmek münasebetiyle yazılmış. Belki size de fâidesi olur diye gönderildi.
(2)وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ (1)بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
(3)اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شَهْرِ رَمَضَانَ
Aziz, sadık, muhterem kardeşimiz Hoca Haşmet,
Senin, müceddid hakkındaki mektubunu hayretle okuduk ve Üstadımıza da söyledik. Üstadımız diyor ki:
“Evet, bu zaman
hem iman ve din için,
hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için,
hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister.
Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür.
Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor.
Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyladır. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mânâ veriyorlar.
“Hem bu üç vezâifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, âdetâ kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdîde ve cemaatindeki şahs-ı mânevide ancak içtima edebilir.
Bu asırda, Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.
“Amma, benim gibi âciz ve zaif bir biçarenin, böyle binler derece haddimden fazla bir yükü yüklemek tarzında şahsı, medâr-ı nazar etmemeli” diyor. Ve size selâm ediyor. Biz de zâtınıza ve oradaki Risale-i Nur’la alâkadar olanlara selâm ediyoruz.
Risale-i Nur şakirtlerinden Emin, Feyzi, Kâmil
( Kastamonu Lâhikası-117)
1-Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2-“Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
3-Ramazan ayının dakikalarının âşireleri adedince Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
SÖZLÜK:
âyât : âyetler, deliller
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
beyan : açıklama, izah
ehemmiyet : önem
hayat-ı içtimaî : sosyal hayat
hemze : harekeli eli harfi
hukuk-u âmme : kamu hakları
hüsn-ü zan : güzel zanda bulunma
medde : uzatma işareti; hemzenin uzun okunacağını gösteren işaret
Muharrem : Hicrî yılının birinci ayı
muhterem : hürmete lâyık, saygıdeğer
mukaddemât : önsözler, başlangıçlar
müceddid : yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) vârisi olan zât
münasebet : bağlantı, ilişki
sadık : içten bağlı, doğru, dürüst
siyaset-i İslâmiye : İslâm siyaseti, idaresi
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet
tadil : düzeltme
tekemmül : ilerleme
tenvin : Arapça’da kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hali
tevafuk etme : denk gelme
tevafuk : denk gelme
vakf : Arapça bir kelimenin sonunu harekesiz okuyarak durma
yekûn : bütün, toplam
ziyade : çok, fazla
âciz : güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
adese : mercek
âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
alâkadar : alakalı, ilgili
Âl-i Beyt-i Nebevî : Peygamberimizin (a.s.m.) âilesi ve onun soyundan gelenler
biçare : çaresiz
cazibedar : cazibeli, çekici
cemaat : topluluk, toplum
cemaat-i nûrâniye : nurlu, nurânî cemaat
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cerh : yaralama
cihet : yön, taraf
dalâlet : hak yoldan sapkınlık
dehşetli : korkunç, ürkütücü
efkâr-ı âmme : genel düşünce, kamuoyu
ehemmiyet : önem
ehl-i iman : Allah’a inanan
fatihâne : fethederek, açarak
hadsiz : sonsuz, sınırsız
hakaik : hakikatler, gerçekler
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, gerçekleri
hâkimiyet : egemenlik, hükümranlık
hayat-ı içtimaiye ve siyasiye : siyasî ve sosyal hayat
hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye : İslâmın sosyal hayatı
hayatperest : hayata aşırı düşkün olan
içtima : toplanma, bir araya gelme
itibarıyla : özelliğiyle
kabil : mümkün, olabilir
medar-ı nazar : bakışları üzerinde toplayan
mukabele : karşılık verme
mukaddes : her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal
müceddid : yenileyen, yenileyici; Hadîs-i Sahihle bildirilen, her yüzyılda bir dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve Hz. Peygamber’in (a.s.m.) vârisi olan zât
nazar : bakış, görüş
neşir : yayma
nisbeten : kıyasla, oranla
nokta-i nazar : bakış noktası, görüş açısı
rivâyât-ı hadisiye : Peygamberimizden rivâyet edilen hadisler
siyaset-i diniye : dinî siyaset
şahs-ı mânevî : belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişi, topluluk; tüzel kişilik
şakirt : talebe, öğrenci
şehadet : şahidlik, tanıklık
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve sünnet
şükür : nimetlere karşı memnunluk gösterme, Allah’a teşekkür etme
tecdid : yenileme
tecdid-i din : dinin yenilenmesi, yeniden yorumlanması
temsil : birinin veya bir topluluğun adına davranma
vazife-i kudsiye : kutsal vazife
vezâif : vazifeler, görevler
zâhiren : görünüşte
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
ziyade : çok, fazla