Mesut ENDER-ARAŞTIRMALARIN DİLİ
İnsanın Canı Neden Sıkılır?
Temel'in bir gün canı çok sıkılmış.
Sıkıntıyla gezinirken yerdeki teneke kutuya bir tekme atmış.
Canının sıkıntısı geçmemiş.
Gidip bu defa bir şişeye tekmeyi savurmuş.
Bu defa içinden bir cin çıkmış.
Cin: “Dile benden ne dilersen; ben senin cininim” demiş.
Temel: “Özür dilerim!” demiş
***
Sıkılgan bir dünyada, sıkışmış bir tür haline geldik; sıkılan sıkılana.
21. yüzyılın adına “Sıkılganlar Çağı” diyelim; ya da “Sıkıcılar Çağı!”
Bakıyorum çoğu insan asabi, agresif, saldırgan, ufak bir gazla harekete geçmeye eğilimli…
Nedeni ne olursa olsun, “normal” düşünen, konuşan veya herhangi bir iletişimi “normal” insan görmek Diyojen’in mumla aradığı adamlar sınıfına girmiş durumda.
Adamlar bunu görmüşler ve adına “Psikoloji” denilen bilim alanını 20 yüzyıla armağan etmişler.
İki yıl önce düğününe gittiğimiz çiftin boşanma haberini alıyorum; sebebini sorduğumda “sıkıldık be abi; geçinemiyoruz!” dediler.
Salgın bir durum var; evlenen çiftler birkaç yıl tahammülden sonra sıkılıyorlar ve hoop boşanıyorlar.
Geçen yıl yeni aldığı arabasının tatlısının tadı damağımızdayken, beyefendi renginden sıkıldığı için, değiştirivermiş. Hoş; bize de yeniden bir tatlı yeme imkanı doğmuş oldu.
TÜİK’in Nisan ayında açıkladığı işsizliğin yüzde 16,2’lik oranla tavan yaptığı bir dönemde işi olduğu için şükretmesi gereken “işsiz” kardeşimin, işi beğenmediği için iş aradığını duyduğumda içim sızlıyor. Hele bazıları çalıştığı yeri bir gecede terk edip işvereni zor durumda bırakacak kadar da sorumsuz.
“Çocukluk arkadaşı” tabiri neredeyse tarih oluyor. Küçücük afacanlar bile her gün arkadaş değiştiriyor.
Öğrenciler neredeyse “Şu okullar olmasa ne güzel eğitim görürdük!” diyecekler. Pandemi sırasında gördükleri eğitim gibi!
Arkadaşından, öğretmeninden, müdüründen, derslerinden tutun da okulun boyasına kadar, sıkılacak çok şey bulan nazik ve kibar “sıkılganlar ordusu” yetişiyor.
Gençler her ne yapıyorsa, o sıkılganlık o anda başlıyor ve “Bırakma” noktasına geldiğinde bırakıveriyorlar.
Neden? Neden? Neden?
Ne oldu bu insanlara böyle de, hemen sıkılıp terk ediyorlar?
İnsanlar sanki depresyonda gibiler; gibisi fazla, düpedüz depresyondalar.
Esasen sıkıntılı veya çabuk sıkılan her insan derecesine göre depresiftir.
Sıkılıyorlar, bırakıyorlar.
Sıkılıyorlar, enva-i çeşit yiyeceğe (yemeğe demiyorum!) sığınıyorlar.
Sıkılıyorlar, dedikoduyla ve gıybetle neşelenmeye çalışıyorlar.
Sıkılıyorlar, şurada burada geziniyorlar; Facebook’ta, İnstagram’da, Twitter’de. Bilmem başka bir sürü medya var; gezinip duruyorlar; sanki bir şeyler anlıyor gibi, profesyoneller gibi, çok kitap okuyanlar gibi duruyorlar.
Kısaca görsen adam sanırsın!
Sıkılıyorlar, en ehveni sigara içiyorlar.
Sıkılıyorlar, eğlencelerle vakitlerinin hızlı geçmesi için kendilerine göre bir oyun buluyorlar.
Mobil telefonlarda oyunlar var; bol olan vakitlerini böyle bilimsel faaliyetlerle değerlendiriyorlar(!)
Bir de FOMO hastaları var; ihale kapmak gibi bir şeyler kaçırdığı korkusuyla, iki de bir cep telefonuna bakan iş adamalarına benziyorlar.
Aile ziyaretleri de sıkıcı gelmeye başladı; oysaki Pandemide mecbur değildik, o işi tarihe gömmüştük. Şimdi bir de kaldığımız yerden aile ziyaretlerine başlamamız lazım. Ne sıkıcı. Ama olsun; “Eee, daha ne var ne yok” derken usulca cep telefonlarını çıkarıp nerelere giriliyorsa, göz göre göre, kimsenin birbirini takmadan, telefon oyuncaklarıyla oynayıp, sonra da sıkılınca “eh geç oldu artık biz kalkalım” deyip sıvışıp gidiyorlar.
Buna da aile ziyareti diyorlar.
Anladım ben; insanlık depresyon dönemini yaşıyor. “Serbestiyet ve Malikiyet Devri” nden sonra İnsanlığın 6. dönemi “Sıkıntılar çağı” olacağa benziyor.
Pandemi ile zirveye oturan depresyon bir çığ gibi düştü insanlığın üzerine.
İnsanlar kendinden geçmiş vaziyette.
Alışveriş merkezlerine gidiyorlar ve rastgele alışveriş yapıyorlar.
Mars’a ve uzaya açılımın bir sebebi bu olmalı
Bu dünya, hem sıkıcı olmaya hem de sıkılgan insanlarla dolmaya başladı.
Can sıkıntısı nedir?
İnsan türünün genleri “çalışmak” üzerine dizayn edilmiştir.
Bize verilen eller tutmak, gözler bakmak, kulaklar işitmek, burun koklamak, ayaklar yürümek, dilimiz konuşmak içindir.
Bu organlar, görünen fiziksel aktivitelerimizi oluştururlar.
Bunları yapmasaydık hayattan tat alamazdık; hatta yaşamak bir cezaya dönüşürdü. O halde hayat binamız çalışmak, gayret etmek ve zahmet çekmek tuğlalarıyla örülmüştür.
Yapmak zor, sıkılmak kolaydır.
Öte yandan, bir de görünmeyen yönlerimiz var ki, bunlar da kullanılmazsa zaman içerisinde var oluş amaçlarından, yani insanı, insan olma nitelemesinden uzaklaşırlar; beynimiz, aklımız, psikolojimiz, duygularımız, genlerimiz gibi.
Sıkılgan insanların temel sorunu amaçsızlıktır. Çözüm duygusal farkındalıktadır.
Özfarkındalığı olmayan insanlar can sıkıntısına daha yatkındır.
Canı sıkılan bir kişi, ne yapmak istediğini açıkça ifade edemez.
Duygularını ifade etmekte zorlanır.
Birini neyin mutlu edeceğini bilememek, daha derin bir varoluşsal can sıkıntısına yol açabilir.
Ne aradığımızı bilmemek, dünyayla ilişki kurmak için uygun hedefler seçme kapasitemizden yoksun olduğumuz anlamına gelir (Eastwood, J. D., Frischen, A., Fenske, M. J., and Smilek, D. (2012). The Unengaged mind defining boredom in terms of attention. Perspect. Psychol. Sci. 7, 482–495.).
Çünkü insan beynini, amaçlanan şeyin kazanılmasına, ona ulaşılmasına konsantre eden, motivasyon sağlayan, şevk uyandıran amaçtır.
Amaç edinmek insanın özgürleşmesidir. Özgür insanlar gaye-i himmeti yüce olanlardır.
Amacı olmayan veya amacından sapmışlar, sıkılmakla kalmaz özgürlüklerini de yitirirler.
Böyle insanların, öncelikle amaçlarıyla ilgili sorunları vardır; beklentisi olmadığı gibi, buna yönelik planlamaları ve faaliyetleri de yoktur.
Yani beyninde, dış dünyaya ilişkin ilgi alanları çalışmıyor demektir.
Beynin ihtiyaç duyduğu dopamin düşüklüğü nedeniyle hayata karşı heyecanı, yaşama sevinci, varlığının farkındalığıyla alacağı manevi haz kaybolmuştur.
Tembel öğrenciler gibi, çalışma hayatında düşük performans gösterirler.
Amacı olanlar ise ona ulaşmak için faaliyet planları yaparlar; yani projeci düşünme, problem çözme, değerlendirme ve sentez bakış gibi üst düzey zihinsel becerileri kullanmaya doğru bir eğilim içindedirler.
Hedefleri bellidir.
Muhtemel çıktıları öngörürler.
Amaca ulaşma yolunda çalışmayı engelleyici her türlü maddi ve manevi zorlukları tahmin ederler.
Bütçe ve insan kaynakları planlaması yaparlar.
Benzer amacı olanlarla ortak çalışma ilkeleri doğrultusunda işbirliği yaparlar, güçlerini birleştirirler.
Kısacası can sıkıntısı denildiğinde bazı kriterlere göre bakmak lazım.
Canı sıkkın olmayan, pozitif insanların bir yaşama sevinci vardır; bunlar, rahatın zahmette, zahmetin rahatta olduğunu bilirler.
Böyle insanlar hiç sıkılırlar mı? Elbette hayır.
O halde, kimler sıkılır?
Gençlerde Can Sıkıntısının Kaynağı Özerklik Eksikliğidir.
İnsanlar kendilerini kapana kısılmış hissettiklerinde çok sıkılırlar.
Ergenlik, büyük ölçüde çocuklara ve gençlere ne yapmak istedikleri konusunda çok fazla kontrol fırsatı verilmediği için, can sıkıntısının en yoğun olduğu bir dönemdir.
“Can sıkıntısı, basitçe bakış açısının yokluğudur.” diyor Brandon A. Trean
Can sıkıntısı bir arzu krizi olarak görülebilir.
Batı kültüründe can sıkıntısını tanımlamanın en yaygın yolu “Yapılacak işleri yapmamaktır.”
Can sıkıntısı, genellikle, bireyin mevcut aktiviteye yoğun bir “ilgi eksikliği” ve “Konsantre olma zorluğu” hissettiği hoş olmayan bir duygusal durum olarak görülür.
Bu durum daha kesin olarak can sıkıntısına, hayatın boşluğuna dair varoluşsal bir algıya tekabül eder.
Can sıkıntısı, yerine getirilmemiş özlemlerin bir sonucudur.
Can sıkıntısı evrensel bir deneyimdir. Hemen hemen herkes hayatı boyunca bundan muzdariptir.
Mevcut anket tahminleri, gençlerin yüzde 91 ila yüzde 98'inin yaptığı gibi, Amerikalı yetişkinlerin yüzde 30 ila yüzde 90'ının günlük yaşamlarının bir noktasında can sıkıntısı yaşadığını gösteriyor (Chin ve diğerleri, 2017- Chin A. et al., (2107). Bored in the USA: Experience Sampling and Boredom in Everyday Life. Emotion. 2017, Vol. 17, No. 2, 359–368.).
Bizde böyle anketler bulamadım.
Erkekler genellikle kadınlardan daha çok sıkılıyor.
Çok düşük eğitim düzeyi ile can sıkıntısı arasında da pozitif bir bağlantı vardır.
Can sıkıntısı; yalnızlık, öfke (ki, öfke kalbin hummasıdır.), üzüntü ve endişenin habercisidir.
Kierkegaard'ın belirttiği gibi, can sıkıntısı “Tüm kötülüklerin köküdür”.
Kronik olarak sıkılanlar, uyuşturucu bağımlılığı, alkolizm ve zorlayıcı kumar oynama riski altındadır.
Dışadönük Mizaçlar Dikkat!
Bazı bireylerin diğerlerinden daha sık sıkılma olasılığı daha yüksektir.
Yenilik, heyecan ve çeşitlilik için güçlü bir ihtiyacı olan insanlar can sıkıntısı riski altındadır.
Dış uyarılmaya duyulan ihtiyaç, dışadönüklerin neden özellikle can sıkıntısına eğilimli olduklarını açıklayabilir.
Tembeller sıkılır, çünkü amaçları yoktur.
Canı sıkkın olanlarla olmayanları karşılaştıran bazı ipuçlarını vereyim; kendinizi de test edebilirsiniz:
Sıkılganlar bilgiye kapalıdır, olmayanlar ise hızla bilgilenir.
Sıkılganlar numaracıdır, kısa yoldan sonuç almak ister, olmayanlar ise zorlukları tercih eder.
Sıkılganlar kavgacıdır, olmayanlar ise barışçıl.
Sıkılganlar buzluktaki donmuş yiyecek gibidir, çözülmesi uzun zaman alır, çözülünce hemen kullanmanız gerekir, yoksa bozulur; olmayanlar ise taze sebze-meyve gibidir.
Sıkılganlar içine kapanıktır, olmayanlar açık iletişim kurar.
Sıkılganların hayatı monotondur; olmayanların değişken.
Sıkılganlar iteklersen harekete geçer; olmayanı zorla durdurmaya çalışırsın.
Sıkılganların bir tek hobisi vardır, o da sıkılmak! Olmayanların ise çok sayıda hobisi vardır, birinden sıkılsa diğerine yapışır.
Sıkılganların enerji düzeyleri düşüktür; olmayanların ise enerjileri, adrenalinleri yüksek olup heyecan doludur.
Ne ilginç değil mi?
Haberler can sıkıcı. Yangınlar can sıkıcı. Depremler, sel ve benzeri afetler can sıkıcı.
Ülkemizde değil sadece, dünyanın neresinde olursa olsun arzi veya semavi olaylar can sıkıcıdır.
İnsanların işine karışıyorum, canları sıkılıyor; ümitsizce konuşuyorlar.
“Battık öldük falan filan”.
60 yaşıma geldim, hayatım boyunca hep aynı lafları işittim.
Gerçekten de böyle olabilir, o ayrı bir konu; fakat hiç mi iyi haber duymayacağız?
Hep mi bedbin, hodgam ve hodendiş olacağız?
Ne zaman hüdabin olacağız?
Şu yaz aylarında içinizde bir rehavet veya sıkıntı olabilir.
Canımızı Sıkan Yorum-Aşırı Yorumlarımız Değil mi?
Can sıkıntısının temelinde yorum farkımız var.
“Can sıkıcı” ve hatta “Can yakıcı” olaylara, insanlara, tabiattaki deprem, sel, yangın gibi farklı olaylara verdiğimiz tepkiden kaynaklanıyor; tepki dediysem “Yorum” u kastediyorum.
Olayların müsebbebi olan sebepleri baş tacı edenler, aynı sebep eliyle tokat yiyorlar.
Hakiki müsebbib olan Rabbin hikmetinin verdiği derslerden sıkılıyorlar.
İklim değişikliği, toprağın ısınması, doğal kirlenme ve diğer sebeplerin elbette bir payı var bu musibetlerde.
Sonuçta, bu insancıklar Rabbin temiz ayetlerini (tabiatı) silmeye, kirletmeye veya bozmaya çalışıyorlar.
Sonra da “Dini bu işe karıştırma” diyorlar; sıkılıp kaçışıyorlar.
Aynı hataya düşüyorlar.
Sonuçta aynı konudan söz ediyoruz, ama Rabbin ayetlerinden söz etmek konuyu havada bırakmıyor, sonuca bağlıyor.
Yaşadığımız musibetler, aklımızı başımıza almak için zorluk düzeyi yüksek, bilen-bilmeyenleri ayıran sorulardan oluşan imtihandır.
Böylesi istenmez, ama verilince de sosyal değişime ve dayanışmaya vesile olur.
Asıl musibetin dine gelen musibet olduğunun farkında olmaktır.
Asıl musibet, sıkıntının doğurduğu ruhsal marazdandır.
Hizmet etmemektendir.
Tembelliktendir.
Ruh darlığı ve ruhi basınçtandır.
Manevi havanın bozulmasındandır.
Acizliktendir.
Çaresizliktendir.
İçi yanmaktandır.
Dertlenmektendir.
Derdini dökecek birilerini bulamamaktandır.
Farz-ı ayn olan hizmetlerini siyasal kurumlara veya siyasi iktidardakilere devretmektendir.
Vazifeyi kendi üzerinden etkisiz ve yetkisiz insanların üzerine atmaktandır.
Can Sıkıntısına Karşı Koymakla Kendinizi Geliştirebilirsiniz
Can sıkıntısını bir “eylem çağrısı” olarak görmek önemlidir (Svendsen, 1999).
Nietzsche, ender duyarlılığa sahip insanların başarı için bir itici güç olarak can sıkıntısına değer verdiklerini öne sürdü.
Can sıkıntısı, eylem için bir katalizör olabilir. Düşünme ve yansıtma için bir fırsat sağlayabilir. Ayrıca, bir görevin zaman kaybı olduğunun ve bu nedenle devam etmeye değmeyeceğinin bir işareti olabilir.
Sıkıntının kaynağı yeistir; umutsuzluktur.
Yeise karşı umuda dayanmaktır.
“Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise matiyyesidir (bineğidir).
İşte, himmetiniz şevke binip mübareze-i hayat meydanına çıktığı vakit, en evvel düşman-ı şedîd olan yeis rastgelir. Kuvve-i mâneviyesini kırar.
Siz o düşmana karşı “Allah’tan ümidinizi kesmeyiniz” kılıncını istimal ediniz.
***
Sıkıntı, feminen bir davranıştır, doğurgandır. Sefahati, yasa tanımazlığı içerir. “Sıkıntıdır muallime-i sefahet. Demek sefahetin menbaı sıkıntı olmuş.”
“Sıkıntı ise, madeni, yeisle su-izandır (olumsuz önyargılardır.). (Sözler, Lemeat)
“Sıkıntı sefahetin muallimidir. Yeis dalâlet-i fikrin, zulmet-i kalb ruh sıkıntısının menbaıdır.” (Hakikat çekirdekleri)
Sıkıntı, sefahate ve uygunsuz davranışlara gebedir.
Eğer önlem alınmazsa “Her bir günah işlendiğinde kalpte bir kara leke hasıl olur.”(Hadis) Bu da başka sıkıntılara ve kalbin kararmasına sebep olmaktadır.
Sıkıntı başlangıçta vicdanen azap verse de zaman içinde alışkanlık vesilesiyle umursamaz bir tavırla kaderinin bir parçası olur.
“Muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.” (Onbirinci Şua, Sekizinci Mesele)
“O bedbaht bilmiyor ki, inkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlarla o sıkıntıdan daha müthiş mânevî sıkıntılara kendini hedef eder.”
“Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder.”
“Ve hâkezâ, bu üç misale kıyas edilsin ki, "Kazandıkları günahlar, kalblerini kaplayıp karartmıştır." (Mutaffifîn Sûresi, 83:14.) sırrı anlaşılsın. (2. lem’a)
Tüm sefih yaşantılar sıkıntı dolu feminen davranışlar ihtiva eder.
***
Sıkıntı şuur kaybı, anlık olarak hayattan kopmaktır.
Sıkıntı ruhun bunalımıdır.
Sıkıntı cinnetin sebebi, intiharın nedenidir.
Bediüzzaman’ın şu ontolojik gerçekliği işarete den sözlerine kulak verin:
“Evet, nasıl ki hayat bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır.”
“Ve şuur ve his dahi hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır.”
“Akıl dahi şuurdan ve histen süzülmüş, şuurun bir hülâsasıdır.”
“Ve ruh dahi, hayatın hâlis ve sâfi bir cevheri ve sabit ve müstakil zâtıdır.” (Otuzuncu Lem’a, Beşinci Nükte, Dördüncü Remiz).
Sonuç: Sıkıntılarınızı Mutluluğa Bir Giriş Kapısına Çevirin
Can sıkıntısına bir de farklı Esma-i Hüsnanın farklı tecellileri için perdelerin değişmesi olarak bakın.
Sürekli can sıkıntısı bir hastalık olabilir.
“Sâni-i Zülcelâl sana, ey hasta, göz, kulak, akıl, kalb gibi nuranî duygularla murassâ olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir.”
“Sen açlıkla onun Rezzâk ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musibetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem'alar ve rahmetten şuâlar ve o şuâât içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında sevimli, güzel mânâları bulursun.” (Yirmibeşinci Lem’a, Dördüncü Deva).
Şimdi, bu zaafı fırsata çevirmenin tam zamanı; haydi ayağa kalkın
Bir hizmet yapın!
Bir hakikati anlatın!
Bir güzel söz söyleyin!
En azından hizmet edenlere gayret ve çaba gösterenlere bir tebessüm edin
"Size meşakkatte büyük rahat var. Zira fıtratı müteheyyiç olan insanın rahatı yalnız sa'y ve cidaldedir." (Münazarat)
Boş durmak, boşta kalmak yalnızlık dava adamlarının düşmanıdır.
Bu yazının teklifi şudur:
Keşke, gençler yetenekler sıkıntı ile sa’yin mücadelesini içeren bir animasyon filmi ya da kısa film yapsalar. Veya sa’y ve ümitsizliği savaştıran bir savaş oyunu…
Kurumlarımız bunlarla ilgili teşvik yatırımları yapsa, yarışmalar açsa veya bir bilgisayar oyunu haline getirseler.
Animasyon; kısa film!
Ya da mesajları hayvanlar üzerinden veren animasyon filmi.
Eminim Kısa film dalında ödül bile alır.
Bakın “Fıtratları Ayarlama Enstitüsü”ne iş çıkıyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.