Ahmet AKCAN
Cehalet ve Marifet
Ezeli hazineye ait güzellikler seyredilsin, ebedi bir âlem için suretler resmedilsin, verilen emirler ilim ve marifet ile yerine getirilsin diye inşa edilen dünya sahnesinde, kulluk vazifesini ifaya mani en kalın perde cehalettir. Cehalet; hem bilgisizlik (cehl-i basit), hem de bilmediğini bilmeyenler (cehl-i mürekkep) için bir idraksizlik halidir. Diğer bir ifadeyle cehalet; ya mahiyetini bilmemekten hâsıl olan bir mahrumiyet yahut akıbetini bilmemekten kaynaklanan bir mağruriyettir...
Dün olduğu gibi bugün de inananların ve tüm insanların en esaslı sıkıntısı cehalettir. Gaflet ve sefahatin pederi, envai çeşit hatanın sebebi olan cehalet hızla yayılıyor. “Nasara’yı ve emsalini havalandırarak dalalet derelerine atan; aklı azl, bürhanı tard” hatası İslam âlemini de sarıyor. Ezeli hitap olan Kur’an “tilavetiyle teberrük olunan” mübarek bir kitap olarak kalıyor...
Hitabına “Oku” diye başlayan bir kitap, “aslı ilim esası akıl olan bir din”, “hakiki ilimlere reis ve peder olan İslamiyet”; iman intisabıyla kendine irtibat peyda eden müminlerin aklî ataletlerini ve neticesi olan cehaletlerini kabul etmiyor. İlim ve marifete intikal ile cehaletten kurtulmalarını, gaflet ve dalaletten uzaklaşmalarını istiyor...
Burada manevi bir cehennemi uhrada maddi cehennemi yaşatan, kudsi hakikatlerin üstünü kapatan kalın bir perde yahut zifiri bir karanlık hükmünde olan cehalet; kendi de dâhil canlı cansız tüm mahlûkat ile Halıkı namına münasebet kuramamayı netice veriyor. Önde taklid ile taassubu, ortada rehavet ile ataleti, sonda sefahat ile dalaleti netice veren cehaleti izale edecek reçete ilim ve marifettir...
Başta kendi mahiyetini yani derunî gerçeklerini bilmek demek olan ilim ve marifet, akıbette kendini nelerin beklediğine dair yakin peyda etmek, içinde yaşadığı kâinat ve diğer mahlûkat ile irtibatını fark etmek demektir. İlim ve marifet; “meratib’ül vücud” denilen varlık hiyerarşisinde en üst rütbe olan hilafet mertebesini idrak etmek, bu rütbenin iktiza ettiği ulvi vazifelerle nefsini meşgul etmektir...
Yaşadıkları asırlarda ilim ile insanlara seslenen bütün Nebiler, kendilerine inananlara ilahi ilmin nurani semereleri olarak mukaddes suhuf ve kütubu miras bırakmışlardır. Geçmiş ümmetlerin amelen ve ahlaken bozulmaları ilmin menbaı olan bu kitapların ya lafzen tahrif edilmeleri yahut mana itibarıyla tağyir edilmeleri ile gerçekleştirilmiştir. Bu asrın Ebucehilleri de alnı secdeli “safdirik” müminlerin elleriyle sadeleştirme kisvesiyle, Kur’an tefsiri olan nurlu eserleri sahteleştirmeye bunun için teşebbüs ettiler. Şunu iyi biliyorlardı ki; ilim denilen hakikat cetveli eğriltilirse, onun çizgisi olan amel ve ahlak da mutlaka eğrilecektir...
İlim; Âlim olan zattan şerefli mahlûku olan insan aklına zimmettir. Evet, zekânın verilmesi ilmin talim edilmesini, ilmin talimi ise amelî mükellefiyetleri manen istiyor. Bilme bilenmeyi, bilenme bilinçlenmeyi temin ediyor. Din, insanın ilme ermesini, ilim ile haşyete erişmesini, hayret ve mahviyetle ubudiyet etmesini istiyor...
“Evet, Nebi (a.s) eliyle asr-ı cehaleti asr-ı saadete tebdil eden sır servet ve kudrete değil, ilim ve marifete ait idi...” Günümüz müslümanları ilmin ehemmiyetini tam manasıyla kavradıklarında servet ve kemiyete yatırımdan ziyade ilim ve marifete yatırımı önemseyecekler, alacakları bütün kararlarda bunu önceleyeceklerdir...
Ahir zamanda geleceği beklenen zatın mürebbisinin ilim olacağının bildirilmesi, o zatın efendimizden ilim talep etmesi, “bana hususi olarak bir ilm-i Kur’anî ve hikmet-i imaniye verildi” demesi gibi ifadelerin tamamında ilmin önemine dikkat çekilmesi şayan-ı ibret olsa gerektir...
Nurlu eserlerden kırk elli vecizeyi talim ile ezberlemek veya manadan ziyade ifadeyi önemsemek yahut hangi bahsin nerelerde geçtiğini bilmek, yeri geldiğinde bunları nakledebilmek enfüsi dairede ilme mazhariyetin tam bir alameti sayılmamalıdır...
“Âlim-i mürşid koyun olmalı kuş olmamalı” ifadesi akıl midesine giren hakikatlerin hazmedildikten sonra insanlara takdim edilmesini tavsiye ediyor. Nurlu eserler vasıtasıyla bizlere ulaşan ilmî hakikatleri olduğu gibi nakletmek her zaman ilme duyulan hürmetin bir tezahürü olmasa gerektir...
Nurlu hakikatleri aklettikten sonra nakletmek yahut yazıya dökmek onları -haşa- beğenmemek değil, belki ilme hürmet ile onları üretmek, “ve inşâallah vazifeniz şerh, izahla ve tekmil ve tahşiye ile neşr ve talim ile devam ediyor” cümlesindeki zümreye manen masadak olmaya gayret etmektir...
Sadakat zannıyla ilmî hakikatleri “sadece” olduğu gibi nakletmek adeta melekleşmek, meleklerin dediği gibi “senin bildirdiğinden başka ilmimiz yok” demektir. Hâlbuki akıl nimeti bahşedilen insanın mana tabakalarına intikal etmesi, manayı istihsal ile manen mükellef olması tariften vabeste olsa gerektir. Bu iddiaya kat’i delil, Kur’anı şerh ve izah adına üçyüzbin tefsirin kaleme alınması ve Üstadın bunları nazarlara göstermesidir...
Evet, oğullarına ciddi bir serveti miras olarak bırakan bir baba bu ser-mayenin aynı kalmasını değil, elbette arttırılmasını ister. Üstada ve eserlere sadakat; tevarüs sırrıyla bize intikal eden nurlu ser-mayenin yalnızca lafzen aktarılmasını değil, mana mertebelerine intikal edip arttırılmasını da lüzumlu kılıyor. Böyle olmazsa, zaman içerisinde ülfet, yeknesaklık ve neticesi olan gaflet ve sefahat bizleri esir ediyor...
Elhasıl; asır, hissi dindarlığı terk ilmi dindarlığı derk asrıdır. Gün, bilinenden hareketle bilinmeyen hakikatleri, yitik hikmetleri taharri günüdür. Vakit, ağızdan ağıza nakledilen hatıratın ve bazen hayalata hatta hurafata kapı aralayan sözlü geleneğin tahkikat ve yazı ile geleceğe taşınma vaktidir...
Kur’an’a halis bir şakird olmak, dellal-ı Kur’an olan nurlu eserlere de anlaşıylı bir muhatap olmak ilim ve marifete mazhariyeti intaç ediyor...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.