Çocuklar adam olmasın yalnız, adamlar da çocuk olsun

Benim iki erkek yeğenim var. Bir numaranın ismi Hamza Enes. İki numaranın ismi Yusuf Ayaz. (Sonradan Bora Eymen de eklendi.) Birisi abimin ötekisi (aynı zamanda sütkardeşim de olan) amcakızımın oğlu. 7 ve 4 yaşlarındalar... Yeğenden yana şanslıyım. Çünkü ikisi de dünya tatlısı şeyler. (Önüme konulan bir çocuk kataloğundan seçmem istense herhalde yine bu ikisini seçerdim.) Yeğenlerimin benim için, kan bağımız dışında, ayrı bir önemi de var: Onların çocuk yüzünde 'insanı' daha net okuduğumu düşünüyorum. Yani asl-ı insanı. Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın mübarek dilinden ders aldığımız; "Her çocuk fıtrat üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar..." hakikati, bana, çocukların sadece 'talebe' değil 'muallim' olarak da aramıza gönderildiklerini söylüyor. Bir nevi 'yaratıldığımız gibi olma/kalma' dersi veriyor bu öğretmenler. Onlara baktığımız zaman 'bozulmamış bir fıtratın' netliğinde insanı ve dolayısıyla Allah'ın insandaki sanatını okuyoruz. Öğrettiğimiz kadar da öğreniyoruz.

Bu ders neden önemli? Bu ders, hayatı, insanlarla etkileşim içinde yaşamaya mecbur olan, dolayısıyla bir ölçüde 'mış gibi' yapmaya kendini mecbur bilen bizler için, 'mış gibi' yapmadan önceki halimizin hatırlatıcılığını yapıyor. Tabir-i caizse, her yeni nesil dünyaya geldiğinde, Allah dünyaya biraz daha fıtrat serpmiş oluyor.

Hadi bir tasvirle anlamaya çalışalım şunu: Varlığı, mürşidimin ifadesiyle, 'matbaha-i kudretten bir kazan' gibi düşünün. Bir kenarından da içine sürekli kötülük akan bir kazan bu. İmtihan kazanı. İnsanın da diğer şeylerle karışarak tadını yitiren bir güzel gıda olduğunu hayal edin bu kazanda. Yapmacıklıkla, riyayla, yalanla, inkârla, inatla, tembellikle, hasetle, ihanetle... Türlü çeşit kötülüklerle ve kötü tecrübelerle sürekli bu kazandaki yemek kıvamını kaybediyor. Kötüleşiyor.

İşte, her kıvamımızı kaybetmeye durduğumuzda, varlık mutfağının sahibi aramıza yeni yeni fıtratlar mesabesinde çocuklar lütfediyor. Onların gelişiyle ölmeye yüz tutan evlerimiz neşelendiği gibi, asılmaya yüz tutan yüzlerimiz de gülümsüyor. Nice evlilikler kurtuluyor bir çocuk sayesinde. Hayata anlam/amaç katılıyor. Nice hayattan kopmuş/bıkmış ihtiyar, torununun yumuşak ellerinden tutarak, parklarda genç gibi koşturmaya başlıyor. Bu kesinlikle bir ihsandır. Çocuklar varlık sahasına üflenmiş taze hayatlardır. O hayatlar bizi İsrafil'in (a.s.) sûru gibi kendimize getirirler.

Bediüzzaman, İşaratü'l-İ'caz isimli eserinde, Bakara sûresinde geçen 'fasıkların Allah'a verdikleri ahidlerini bozması' meselesini tefsir ederken der ki: "Evet, ifrat ve tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani, sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahi'ye hükmündedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak'la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur."

Ben bu delil ve 'fıtrat ahdinin bozulması' mevzuunu biraz şöyle anlıyorum: İnsan, fıtrî olanın dışına çıktığında, bu çıkışın aslında yanlış birşey olduğunu hissediyor. Belki vücudundaki bir rahatsızlık, belki hayatındaki bir karışıklık, belki ruhundaki bir sıkıntı, belki kalbindeki bir bıkıntı, belki aklında bir kararsızlık, belki hayalinde bir münkabızlık... yani bir şekilde günah bize günah olduğunu (yani yaratılışımızın onu yapmak üzerine olmadığını) delilleriyle fısıldıyor. Hissettiriyor. Vicdan da belki bu zaten. Bediüzzaman'ın ifadesiyle bir 'fıtrat-ı zişuur.' Fıtratın dışına çıkıldığında farkında/şuurunda olan bir fıtrat.

Buna haram olan şeylerin hepsinde varolan zararları örnek olarak gösterebilirim. Sosyolojik, biyolojik, ekonomik yahut da başka sahalarda. Haram olan şeyde kesinlikle birçok zarar var. Aslında haram olan şeylerdeki bu zarar verici hal, bize, fıtrî/kevnî olan şeriat ile şeriat-ı Muhammediye aleyhissalatuvesselam arasında nasıl bir paralellik olduğunu isbat etmesi açısından da kıymetli. Allah'ın yarattığı bütün kitaplar elbette birbiriyle uyum içerisinde. Yaratılış kitabında yazanla Kur'an'da yazan elbette çelişmiyor. İfrat ve tefrit ise, istikametli/helal olanda kalmayıp aşırıya gidişlerin, dolayısıyla günahların menşeidir.

Peki çocuk ne yapar? Çocuk bu noktada bize fıtratından gelen bir şahitlik sunar. Örneğin: Bizim sonradan bir faziletmişçesine benimsediğimiz 'insanların arkasından kem konuşup sonra yüzlerine pekâlâ dostane gülebilme' meziyetimiz(!) çocuğun dünyasında (daha doğrusu fıtratında) bir karşılık bulmadığı için, ahbaplar arasında canımızı çok yakar. En ummadığınız bir anda, en duyulmasını istemediğiniz sözünüzü, en duymasını istemediğiniz kişinin yüzüne haykırır.

'Çocuktan al haberi' tabiri, çocuğun aptallığını değil, bizim riyakârlığımıza henüz sahip olamayışını/bozulmayışını ifade eder. Bu nedenle ebeveyn de çocuğun yanında konuştuklarına daha fazla dikkat eder. Onun yanında böyle gıybet/iftira türünden diyaloglarını asgarîye indirir. Ebeveynler çocuklarının önünde kavga etmemeye çalışır. En küfürbaz akrabalarınız bile çocukları yanındayken dilindekilerden sakınır. Çünkü içten içe farkındadır: Yanında henüz bozulmamış bir fıtrat vardır. Ve bu fıtrat, ona asl-ı insanı hatırlatır. Çocuklar bir nevi vicdanımızdır bizim. (Masalda da 'Kral çıplak!' diye haykıran da bir çocuk değil miydi?)

Bu açıdan çocuklar hayatımıza yalnızca neşe değil, takva da katıyorlar. (Hatta hayret de, merak da, bakış açısı zenginliği de...) Bizi biraz daha asl-ı insana yaklaştırıyorlar. Bir yazıya elbette pekçok şeyi sığdıramadım. Ama Efendimiz aleyhissalatuvesselamın çocuklar üzerine söylediği her hadisi bir de bu gözle değerlendirmenizi isterim. Onların bize öğreteceği çok şey var. Çünkü onların Allah'la ahidleri yeni.

Ahidleri yeni derken neyi kastediyorum? Yeri geldi. Burada da bir hadisi hatırlatmadan geçemeyeceğim. Aleyhissalatuvesselamın, her yağmur yağdığında, göğsünü açıp dışarı çıktığını anlatıyor sahabe efendilerimiz. Nedenini sorduklarında iki türlü cevap verdiği rivayet ediyorlar: Birisi; "Bu az önce Rabbiyle beraberdi!" İkincisi; "Bunun Rabbiyle ahdi yeni!" Demem o ki kardeşlerim: Evinizdeki yağmurlara karşı göğsünüz açık gezin. Yalnız öğretmeye değil, öğrenmeye de bakın. Çünkü onların Allah'la fıtrî ahidleri yeni...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum