İsmail BERK
Cündioğlu ve çağın referansı
Haber Türk’ün Öteki Gündem programında Dücane Cündioğlu’nu seyrediyorum. Pelin Çift ile güncel konulara değinirken, gecenin ilerleyen saatlerinde de yeni çıkan kitabı Felsefe ve Sanat üzerine konuşuyor.
Cündioğlu’nu bu kadar yakın mesafeden dinlememiştim daha önce. Ekranda canlı yazıyordu. Gözlerinde, göz bebeğinde anlatmanın gözleri dolduran şuuru vardı. Canlı ama aynı zamanda coşkuyu frenleyen bir tefekkürün ayak izlerini sürdüğü belliydi.
Siyaset’in edep ve adap sınırına çekilmesi gerektiğini anlattı. Kavramların içinde gezinti yaparken, örnekler tarihten ve Kur’an’dandı. Şeyh-i Ekber’den destek aldı sürekli. Onunla hem hal oluyor gibiydi.
Hazreti Meryem’in masumiyeti ile Havva Annemizin aynı noktadan değil, farklı noktadan özelliklerine değindi. Biri evli ve bağlı idi. Diğeri evlenmemiş ve korunmuştu.
İman ve küfür mukayeselerine girdi.
Cüz-i irade ve külli irade kıyaslarının, izafi ve yaşla birlikte değişen kavram değerlerini anlattı.
Felsefi okumalarını tarihsel örneklerle bağlamına oturtmaya çalışırken, tasavvufun seyr-i süluk-i ruhanisinde aklın pencerelerini kullanmaya çalıştı görmemiz için. Ancak idrakin akıl ötesi olan gönül ehlindeki huşu ve nizamı, estetik düşüncenin rafinerisinde sunmaya çalışırken, doğrusu algıyı zorladı.
Kendinden emindi ama bilgisini çağa takdiminde, hikmetin anlaşılır zeminine rahat iniş yapamadı.
Aşk ile hakikat, mücahede ve müşahede ilişkisi ve tarihi figürlerden alıntıladığı tablolu felsefe imbikleri birbirine karıştı, uzayan sohbetin değişen aralıklarında. Çünkü yanyana koyulduğu zaman, bir şeyler Cündioğlu’nun kafasında oluştuğu gibi oturmadı seyircilerin zihninde.
Çarmıha gerilmenin ikincisi ile Aziz Petrus’un hikayesi aktarılırken, salt tablo üzerinden sanat okuması ve batının sanat okumalarını böylesi aktarmalar, bizim okuduğumuz kainat tablosu kadar anlaşılır olmadı.
Eser üzerinden sanat okunur elbette, yazar bu okumalar için o an onu anlattı. Ama sanat okumalarını tablo ile sınırlamadığını da söylemek gerekir.
Petrus, günümüz Katolik mezhebini ve kilise anlayışını kuran en büyük havari olarak (Saint Pietro Bazilikası onun kemikleri üzerine kurulu) addediliyor. Batının, aslında bu büyük havarisini sanat yorumunda sadece çarmıhta (üstelik baş aşağı) acı çekerken sunması ve somutta hapsetmesini konu alan bir tablo, ufku kainat okumasında olması gereken ve somutu aşan bir Müslüman aydının handikapı mıydı?…Cündioğlu o eğik açıyla maalesef eğri tuttu tabloyu…diye düşünülebilir mi acaba? Böyle bir kanaat taşımasam da seyirci açısından böyle algılanabilir mi?
İşte burada, batının estetize sunumlu tabloları üzerinden okunan anlamın aslı, kainat kitabında ve hikmet okumalarında daha canlı ve tevhit esaslıdır. Ama onun buna yeterince girebildiği söylenemez..
Hem yaşanılan, hem de tecrübe edilmiş hatıralardan hikmete doğru yol gösterici ışıklar ve rehber cümleler üretebilme becerisi ile gençlerin kırk yaşından sonra anlamaya yönelik çıta tarifi, birlikte kurulmaya çalışılan denklemin, maalesef denkleşmeyen bilinmeyenleri gibiydi.
Çıta çok yukarıda kaldı gençler için. Bir şefkat gerekliydi o an gençlere.
Cündioğlu, derin ve anlamlı ifadeler kullandı. Kavramlarla ruhun yolculuğuna tekamül veren bir tefekkür ehliydi. Yokluktaki varlıkla, varlıktaki yokluğu anlatmaya çalıştı. Alkışla işkencenin dayanılır ve dayanılmaz farklarını anlattı.
Mesajlarını kaf dağından verdi ama zihinler tepeye bile ulaşmada zorlandı. Çünkü altyapısız bir kitlenin akıl sarmalında nasıl bir fikri inkişaf alanı açmak gerekir acaba? İşte cevabını aradığım soru buydu Cündioğlu’nun şahsında. Kendisi ise zirvede kaldı kendince. Dervişane sözler sarfetti modern çağın tefekkür yolcusu olarak.
“Izdıraplardan zevk alma”yı anlatmaya çalıştı. Açıklamalarla açmaya çalıştıkça bu izahı anlaşılırlığı zorladı. “Elbette anlaşılmayacaktı. O bir makamdır.” diyenler olabilir. Saygı duymak düşer bize.
“Aziz Petrus çarmıhta işkence görürken acı çekmez, biz acı çekeriz bildiğimizde” derken Mevlana’dan örnekle tamamladı.
Hallac ve Şems örnekleri vardı.
Seçilmiş tabloların sanat okumalarını bir derinlik olarak addetmek mümkün.
Bilinmeyenleri bilinenlerle eşleştirme ve yeni yolculuklara zihni, ruhi kulaç attırma hamleleri, günümüzün zihin tarlasını hiç ekmeden hep nadasa bırakıp ömrünü tüketen magazin/güncel karması eritici ruhsuzluğunda elbette farklı bir tema ve içerikti.
Bütün bunları hem de böylesi kapalı ve hızlı geçişlerle dolu bir şekilde niye anlattım?
Çünkü Cündioğlu’nun derdini anlatmayı kolaylaştıracak bir rehberi, çağın vicdanını ve tefekkürünü idraklere sunan Bediüzzaman’ı ihtiyacı kadar okumadığı kanaatini bende uyandırdı.
Risale okumanın büyük lütfuyla Cündioğlu’nu yeterince anladım şükür. Ama kendisi, kendisini anladığım kadar anlatamadı. Hal böyle iken anlatamazdı da…
Çünkü çağın referansını hiç kullanmadı. Düne,dünün hafızasına ve hikmet ehlinin o derin manalarına davet edici cesaretiyle, hakikate sanat ve felsefe ile girerken, çağın tefekkürünü mazinin bütün mirasıyla temsil eden ve sunan risaleyi takdim etmeyişi ile kadimleştirici öğeler açısından günümüzün ihtiyacını tam karşılayamadı..
Ben istifade ettim. Ama istifadenin ifade ile perçinleyici yüksek şuuru için bilgiyi Risale-i Nur’la harmanlasa, Cündioğlu bizi bize daha rahat ifade eder.
Böyle bir zekanın/münevverin kendini ifade için çağın tefekkür versiyonu risale ile elbette mesafeyi açtığı aydınımıza daha çok söyleyecekleri olur kanaatindeyim.
Tebrik, teşvik ve dua ile sayın Cündioğlu.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.