Dağları ve kuşları, Dâvûd’la berâber tesbîh etmek üzere ona itaatkâr kıldık
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Enbiya Sûresi 76-80. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
76-(Habîbim, yâ Muhammed!) Nûh’u da (an)! Hani daha önce (o da) duâ etmişti de onun duâsını kabûl edip, kendisini ve (îmân eden) ehlini o büyük sıkıntıdan (tûfandan) kurtarmıştık.
77-Âyetlerimizi yalanlayan o kavme karşı ona yardım ettik. Gerçekten onlar, kötü bir kavim idiler de onları hep birlikte suda boğduk.
78-(Ey Resûlüm!) Dâvûd’u ve Süleymân’ı da (yâd et)! Bir vakit ekin hakkında hüküm veriyorlardı; hani o kavmin koyunları onun (o ekinin) içine (geceleyin) yayılmışlardı. (Biz de) onların hükmüne şâhidler idik.(*)
79-Bunun üzerine onu (o hâdise hakkındaki hükmü) Süleymân’a anlattık. Bununla berâber her birine hüküm ve ilim verdik. Dağları ve kuşları, Dâvûd’la berâber tesbîh etmek üzere (ona) itaatkâr kıldık.(**) Ve (bütün bunları) yapanlar (biz) idik.
80-Ona, savaşınız(ın şiddetin)den sizi korusun diye sizin için giyecek (zırh) yapma san‘atını öğrettik. Şimdi siz şükreden kimseler misiniz?
(*) Hz. Dâvûd (as)’ın yanına, aralarında hüküm vermesi için iki kişi geldi. Bunlardan biri, geceleyin tarlasına diğer şahsın koyunlarının girerek zarar verdiğinden şikâyet ediyordu. Bunun üzerine Hz. Dâvûd (as), tahrîb edilen ekinin kıymeti ile koyunların kıymetinin aynı olduğunu görerek, bütün koyunların tarla sâhibine verilmesine hükmetti. On bir yaşındaki oğlu Süleymân (as) ise, tarlanın koyunların sâhibine, koyunların da tarla sâhibine verilmesine hükmetmişti. Tâ ki tarla sâhibi, bu tarla eski düzgün hâline gelinceye kadar koyunların sütünden, yününden ve doğacak kuzularından faydalansın. Koyunların sâhibi de büsbütün mağdur olmasın! Dâvûd (as) da bir vahye değil, kendi ictihâdına dayanan ilk hükmüne bedel, bu hükmü daha güzel bularak kabûl etmişti. (Nesefî, c. 3, 130)
(**) “Cenâb-ı Hakk, Hazret-i Dâvûd Aleyhisselâm’ın tesbîhâtına (zikirlerine) öyle bir kuvvet ve yüksek bir ses ve hoş bir edâ vermiştir ki, dağları vecde getirip (coşturup) birer muazzam fonograf (çok büyük ses cihâzı) misillü (gibi) ve birer insan gibi bir serzâkirin (o zikir halkası reîsinin) etrâfında ufkī (ufuk çizgisi genişliğinde) halka tutup, bir dâire olarak tesbîhât ediyorlardı. Acabâ bu mümkün müdür, hakīkat mıdır? Evet hakīkattir. Mağaralı her dağ, her insanla ve insanın diliyle papağan gibi konuşabilir. Çünki aks-i sadâ (sesin aksetmesi) vâsıtasıyla, dağın önünde sen اَلْحَمْدُلِلّٰهِ de, dağ da aynen senin gibi اَلْحَمْدُلِلّٰهِ diyecek. Mâdem bu kābiliyeti, Cenâb-ı Hakk dağlara ihsân etmiştir. Elbette o kābiliyet, inkişâf ettirilebilir (geliştirilebilir) ve o çekirdek sünbüllenir.” (Zülfikār, 25. Söz, 83)