De ki: Mu‘cizeler, ancak Allah katındadır
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), En'am Sûresi 109-113. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
109-Fakat kendilerine bir mu‘cize gelirse, ona mutlaka inanacaklarına, bütün güçleriyle Allah’a yemîn ettiler. De ki: “Mu‘cizeler, ancak Allah katındadır.” (Ey mü’minler!) Peki gerçekten o (mu‘cize) geldiği zaman (onların yine) îmân etmeyeceklerini siz ne bileceksiniz?
110-Çünkü (onlar) ona ilk def‘a îmân etmedikleri gibi (bundan sonra da îmân etmeyeceklerdir)! (Biz de) onların kalblerini ve gözlerini (inkârlarındaki ısrarlarından dolayı, hakdan) çeviririz ve onları bırakırız (da), azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.
111-Hâlbuki gerçekten biz, onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve (senin doğruluğuna) kefîl olarak onlara karşı herşeyi toplasaydık, Allah’ın dilemesi müstesnâ, (onlar, küfürlerindeki inadları sebebiyle) îmân edecek değillerdi; fakat onların çoğu câhillik ederler.
112-Ve böylece her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık; (bunlar) aldatmak için birbirlerine (bâtıl) sözün yaldızlısını fısıldarlar. Hâlbuki Rabbin dileseydi onu (aslâ) yapamazlardı; öyleyse onları ve uydurmakta oldukları şeyleri bırak!
113-Bir de (o şeytanlar bu telkini) âhirete inanmayanların gönülleri ona (o yaldızlı sözlere) meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onlar işleyici oldukları (günahları)nı işlesinler diye (yaparlar).(*)
(*)“Kâinâttaki şerlerin, zararların, beliyyelerin (belâların) ve şeytanların ve muzırların (zararlı şeylerin) halk ve îcadları (yaratılmaları), şer ve çirkin değildir. Çünki çok netâic-i mühimme (mühim netîceler) için halk olunmuşlardır (yaratılmışlardır). Meselâ: Melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkıyâtları (yükselmeleri) yoktur, makamları sâbittir, tebeddül etmez (değişmez). Kezâ (bunun gibi) hayvanâtın dahi şeytanlar musallat olmadıkları için mertebeleri sâbittir, nâkıstır. Âlem-i insâniyette ise merâtib-i terakkıyât ve tedenniyât (yükselme ve alçalma mertebeleri) nihâyetsizdir. Nemrudlardan, Fir‘avunlardan tut, tâ sıddîkīn-i evliyâ ve enbiyâya kadar gāyet uzun bir mesâfe-i terakkī var.
İşte kömür gibi olan ervâh-ı sâfileyi (alçak ruhları), elmas gibi olan ervâh-ı âliyeden (yüksek ruhlardan) temyîz ve tefrîk (seçip ayırmak) için, şeytanların hılkatiyle (yaratılmasıyla) ve sırr-ı teklîf (imtihan sırrı) ve ba‘s-i enbiyâ (peygamberlerin gönderilmesi) ile, bir meydân-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsâbaka açılmış. Eğer mücâhede ve müsâbaka olmasa idi, ma‘den-i insâniyetteki (insanlık ma‘denindeki) elmas ve kömür hükmünde olan isti‘dadlar (kābiliyetler), berâber kalacaktı. (...) Demek şeyâtîn (şeytanlar) ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî netîceye baktığı için îcadları (yaratılmaları) şer değil, çirkin değil!” (Mektûbât, 12. Mektûb, 32)