Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Dergâhta bir misafir

Urfa’da tartışmalarla, ziyaretlerle yoğun ve gergin bir şekilde geçen bir buçuk günün ardından, bir Ramazan günü daha iftarla sonuçlanıyor ve siz iftarda sadece biraz su içiyordunuz.
Ramazan’ın son on gününde Kadir Gecesi’nin nurunun bütün alemi sarmaya başladığı bir sırada ebedi Nur alemine adım atıyordunuz.

Yüksek ateş içinde yatağınızda yatıyor, başınızda bekleyen talebeniz Zübeyir, yorgunluktan ayakta duramayacak bir halde bulunduğundan, istirahat etmekte olan Bayram’ı uyandırarak nöbeti ona devrediyordu.
Ateşiniz giderek yükselmeye devam ediyordu.
Sizin rahatsız olabileceğiniz ihtimali karşısında, Bayram elektrik ampulünü bir mendil ile sarıyor ve böylece ışığını azaltmaya çalışıyordu.

Bayram, size büyük bir ihtimam ile nezaret ediyordu.
Siz yorganı üzerinizden attıkça, üzerinizi şefkatle örtüyor ve sürekli dualar okuyordu.
Gecenin bir vaktinde elinizi Bayramın boynuna değdirdiniz ve daha sonra da iki elinizi göğsünüzün üzerinde birleştirerek bir uyku haline geçtiniz efendim.
Bayram bu halinize sevinmiş ve rahatlamış olduğunuz kanaati ile derin bir nefes almıştı.

Oysa siz çok derin bir uykuya dalmıştınız efendim.
Fani dünyadaki vazifenizi bitirmiş, haşir sabahında yeniden uyanmak üzere, berzah âlemine geçmiştiniz.

Sahur vakti yaklaşınca sizi uyandırmak ve hiç olmazsa bir bardak su vermek için teşebbüse geçen Bayram, sizdeki hareketsizliği fark edince hemen Zübeyir’e haber vermiş ve O da,  odaya gelip size bakınca, daha önceki hallerinizden birine benzeterek, ‘’biraz sonra uyanır, merak etmeyin’’ demişti.
Veyahut canından çok sevdiği Aziz Üstadına ölümü yakıştırmak istememişti.

Sabahleyin Vaiz Ömer Efendi’ye haber verilmiş, sizi çok seven bu âlim Zat, size bakınca ‘’inna lillal ve inna ileyhi raciun’’ diyerek vefatınızı haber vermişti.
Sabahleyin hükümet doktoru davet edilmiş ve o da vefat ettiğinizi belirtmişti.
Fakat vücudunuz hala çok sıcaktı, simanızda vefat etmiş birine benzemiyordu ve ‘’şimdi hemen gömmeyin, biraz beklemeniz de fayda vardır’’ demeyi de ihmal etmedi.

Bir otel odasında,  seksen iki yıl süren bir hayat sona eriyordu efendim.
Yanınızda hiçbir akrabanız yoktu.
Köyünüzden, kardeşlerinizden, akrabalarınızdan maddi olarak çok uzaktınız.
Zaten, kardeşleriniz ve akrabalarınız ile de çok az görüşmüştünüz.
Fakat yanınızda Aziz talebeleriniz vardı.
Siz tam bir sadakat ve muhabbet ile bağlı olan talebeleriniz.

Sizin de bütün dünyaya değişmediğiniz, fedakâr ve kahraman şakirtleriniz.
Bu milletin ve insanlığın ebedi saadetine hizmet etmek için, dünyevi her türlü meşakkat ve sıkıntıya, tam bir ihlâsla göğüs geren Kahraman Nur Talebeleri.
Bu günlerin bir başka özelliği vardı efendim.
Bu günler, yeni bir baharın başlangıcı idi.
Nevruz gününde Urfa’ya gelmiş ve bütün mahlûkatın bayramı olan böyle bir günde bu mübarek şehre ayak basmıştınız.

Aslında elli yıl kadar önce de Münazarat eserinizde, bu önemli noktaya da işaret etmiş ve adeta vefat edeceğiniz zamanı haber vermiştiniz.
‘’El mevtu yevmu nevruzina’’ demiştiniz
‘’Ölüm, Nevruz günümüzdür, bayramımızdır.’’
İşte o gün, bu gündü efendim.

Yeni bir yılın, yeni bir baharın ilk günlerinde, yepyeni taze bahar çiçekler olarak açmak üzere berzah âlemine intikal ediyordunuz.
Sizi sevenler, vefatınız ile birlikte hummalı bir faaliyete başlamışlardı.
Yakın talebelerinize ve sevenlerinize telgraflarla haber vermek için herkes telaşla koşuşturmaya başlamıştı.
Kısa bir süre içerisinde bazı talebeleriniz Urfa’ya gelmeye başlamışlar ve birçok talebeniz de son görevlerini yapmak için yollara düşmüşlerdi.
Bu arada mal varlığınızı tespit etmek üzere Tereke Hâkimi davet edilmişti.
Hâkimin işi zor olmamıştı.
Kısa bir sürede görevini tamamlamıştı.

Siz hiç bir zaman maddi bir varlığa önem vermemiştiniz ki.
Size takdim edilen bütün hediyeleri ret etmiştiniz.
Yüksek maaşları, büyük makamları, dünyevi rütbeleri, köşkleri elinizin tersiyle itmiş, bu milletin fertlerine ve topyekûn insanlığa, ebedi bir saadetin kapısını açabilecek bu nurlu hizmeti tercih etmiştiniz.
Bu tercih ettiğiniz hizmet; çile, ıstırap, meşakkat, hapis, sürgün doluydu.
Dünya malı namına hiçbir şeye sahip olamamıştınız.
Ve şimdi bir otel odasında, bütün dünyalığınızın sığdığı bir sepeti geride bırakarak, uhrevi âleme adım attınız.

Sepetinizde neler vardı neler?
Bir seccade, Kur’an-ı Kerim, birkaç bardak, saat, çaydanlık, bir iki parça elbise, birkaç kitap ve yirmi lira.
Evet, sadece bu kadar.

Tereke hâkimi bile bunların tespitini yaparken gözyaşlarını tutamıyor, mübarek şahsiyetinizin etrafında koparılan gürültüye de bir anlam veremiyordu.
Mezar yeri için de farklı bazı görüşler ortaya atılmaya başlanmıştı.
Fakat sizin mezar yeriniz hazırdı efendim.

Şeyh Müslüm Efendi isminde bir veli Zat, kendisi için İbrahim Halilullah Dergâhında bir mezar yeri yaptırmış ve ölünce de buraya gömülmeyi vasiyet etmişti.
Fakat bu mübarek Zat’a manevi âlemde bir ihtar yapılarak, buranın başka bir sahibinin olduğu ve onun buraya defnedileceği söylenmişti.
Şeyh Müslüm Efendi, bunun üzerine buradan vazgeçmiş ve gerçek sahibine bırakarak, kendisinin başka bir yere defnedilmesini talep etmişti.
İşte Dergâh’ta, Hz. İbrahim’in(AS) manevi komşuluğunda, maddeten kısa bir süre, manen dünya var oldukça devam edecek misafirliğinizin, elbette manevi birçok nedeni vardı.

Urfa, İslam âleminin merkezlerinden birisi sayılırdı.
İslam milletlerinin, Türk, Kürt ve Arapların kardeşçe yaşadığı ve iman kardeşliğinin her türlü tertibe rağmen devam ettiği bir mübarek şehirdi Urfa.
Sizin Risaleleriniz de, hizmetiniz de, talebeleriniz de; inşallah bütün cihan vüs’atinde yepyeni bir kardeşliğin tesisine vesile olacaklardı.
Buraya gelmenizin, böyle manidar sebeplerinden bahsedilebilirdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum