Ders kitapları ve müfredat davamız

"Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, 'Bir genç dinsiz olmuşhaberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince param parça olması lâzım gelirdi."

Zübeyr Gündüzalp’ın hamiyetinin ve gayretinin yüceliğini yansıtan bir söz bu: Gençliğin imanını kurtarmaya adanmış bir hayata sahiptir Gündüzalp.  Onun kendisini tedaviye gelen doktora yaptığı nükte de meşhurdur:

“İnsanların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuşum. Sizin tıbbiyinizde, doktorluğunuzda ‘kara sevda’ hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır?”

Ateizmin dindar aileleri bile tehdit eder boyutta olduğu son günlerdeki bazı anket sonuçları gösteriyor. Üstelik deistlik ve ateist oranında artma varmış..

Duyarlı entellektüellerimiz tehlikenin boyutuna dikkat çekiyor. Bununla beraber duyarsızlık ürkütücü boyutta. Daha ürkütücü olanı ise problemin kaynağına dair yanlış kanaatler ve sergilenen çözümsüzlük…

Halbuki az bir dikkat ile asıl sorumlunun ders kitapları olduğunu görmek mümkün. Ders kitaplarının muhtevasına ve müfredatların felsefesine/ya da felsefesizliğine mercek tutarsak asıl sorumluyu zorlanmadan görebiliriz.

İnsanın bakış açısı ve inancının aldığı eğitimin bir sonucu olarak geliştiğini hatırlatalım. Eğitim programları ya da müfredat, eğitime bakışı, aynı zamanda zihniyeti, nasıl bir fert ve cemiyet olacağının yol haritasını çiziyor.

Müfredat yapımız, ateist ve idealsiz insan tipi çiziyorsa; kendi milli ve yerli müfredat ve bilim anlayışı okullarda hala hakim değilse, öğrenilenler “irfana” dönüşmeyecek; okullar fazilet ve değer üreten konuma çıkamayacaktır.

Ders Kitaplarında Ateist Propoganda

İsterseniz ders kitaplarındaki muhtevaya yakından bakarak durumu değerlendirelim.  Okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, bizi, “gafil” bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırmakta, eşyanın/varlığın sır ve hikmeti gizlenmeye çalışılmaktadır. Bilim materyalizmin “malı” olarak görülmekte, böylece bilim varlığı sahibinden kaçıran “hırsız” konumuna indirgenmektedir.

Evrim teorisinde olduğu gibi, bilimin tanım ve kıstaslarını taşımayan ideolojik ve siyasî yaklaşımlar, ya da bir takım ön kabuller, yıllardır bilim olarak takdim ediliyor. Bilim bu şekilde inançsızlığa alet ediliyor.

Bilim diye, objektiflik diye sunulanlarla inançsızlık aşısı gençliğimizin imanını elinden almaktadır. Problem sandığımızdan çok daha büyük ve korkutucu boyutta.

Acilen ithal ve ideolojik bilimden kurtularak “yerli ve milli” çözümleri devreye sokmak durumundayız.  Bilimsel gerçekler evrensel nitelikte olsa da hedefleri milli olmak zorundadır. Kültürümüze ve medeniyetimize hizmet eden konumda olmalıdır.

Önemli olan kendimiz olmak, evrensel bilim ve hikmetten beslensek de kendi kültür ve medeniyetimizin gereği olan üslubu  bulmaktır.

 

20. yüzyılı Türkiyesi’ni uygulanan müfredatla demokratik ve pedagojik olmayan, baskıcı ve ideolojik bir dönem olarak heba ettik. Gençliğimizi ve geleceğimizi kaybetmemek için acil bir görev var: İnsanımızın değerlerinden ve kültüründen beslenen bir anlayışla  müfredatı yeniden ele almak.

Müfredat Üzerindeki Oyunlar

Müfredat, bir öğretilecekler listesi olarak hazırlanmakta;  adeta içi bilgi yığını ile doldurulacak bir torba gibi tasavvur edilmektedir.

Halbuki müfredat dersler için bir yol haritası sunmalı ve derslerin felsefesini ortaya koymalıdır.

Her ders için müfredat felsefesi oluşturmadan yola çıkıyoruz. Filtreden geçirmeden Batıdan ithal ettiğimiz virüslü bilgilerin genç dimağ ve kalplerdeki tahribatı korkunç olmaktadır.

Ders kitapları hâlâ insanımızın inançları ile alay edercesine doğa olaylarını ve evreni sahipsiz ve gayesiz olarak öğretmeye devam etmektedir. Ders kitaplarında, taşın düşmesini yerçekimi kanununun sağladığı, gemilerin suyun kaldırma kuvveti sayesinde yüzdüğü, bitkilerin büyümesini fotosentezin temin ettiği öğretilir; yani sebepler ve tabiat, Yaratıcı yerine konulur.

Bazı şeylerin gözlem yapıp, karar verebileceğimiz tarafsız bir orta noktası bulunmamaktadır. Örneğin: “Yaratılıyor” yerine; “oluşuyor, oluşum” gibi nötr ifade, aslında “Allahu Teâlâ yoktur; varsa bile bu işle ilgisi yoktur!” mesaj ve emrini bilinçaltına kodlamaktadır. Bizim önce bakışımız, sonra sözümüz, en sonra da kalp ve davranışımız bu fikre göre programlanır.

Kısacası, metafizik boyuttan uzak ideolojik bilim  çoğunlukla zekice kurgulanmış (bazen zekâdan da yoksun), belli bir hedefi olmayan, hakikatten kopmuş ve dolayısıyla hikmeti olmayan entelektüel bir oyun görüntüsü vermektedir.

Çözüm? Müfredat dediğimiz eğitim programlarını fert ve cemiyet için öncelikler ve değerler sistematiği teklif edecek konuma çıkaracağız.

Peki işe nereden başlayacağız?

Yapılması gereken felsefenin hikmetle bağını kurmak ve dolayısıyla varlığı bir bütün olarak görmenin yolunu açmaktır. Felsefenin hikmetle, bilimin de metafizikle bağı yeniden tesis edilince müfredat yapımız anlam kazanacaktır. Modern bilimin metafiziksel arkaplanda yeniden inşa edilmesi sağlanacak. Böyle yaptığımızda bilim niceliksel alanda yatay olarak gelişirken, dikey olarak ruhanî boyutla irtibatı kurulacaktır.

Ders Kitaplarında İşleyen Üstü Örtülü İnkar Mekanizması

Bilimin inançsızlığa alet edilmesinde; bilimsel açıklamalar adı altında usturuplu  ifadeler ve felsefe düzenbazlıkları öne çıkmakta; algı yanılmasına sürekli müracaat edilmektedir. Böylece yaratılışa dair hususlar; “tabiât”, “tesadüf”, “mekanizma”, “kanun”  gibi, eşya üzerinde te’sir yapabilecek kuvveti olmayan vehmî veya zihnî kavramlara yada sebeplere  atfedilerek; “açıkladık,  nasıl olduğunu izah ettik” zan ve algısı oluşturulmaktadır.

Bediüzzaman, günümüz insanının gerçeğe ulaşmasında, bilimin dünyevileşmesinde ve metafizikle bağlantısının kesilmesinde şu üç felsefe akımını sorumlu tutar.

Bunları şu cümlelerle özetler: (a) Sebepler meydana getirdi. (b) Kendi kendine oldu. (c) Tabiat yaptı.

Bediüzzaman, sebeplere bakıldığı zaman “Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.” der. Bu hikmet dünyasında Cenâb-ı Hak varlıkları sebeplerle yaratmaktadır. Bunun en açık örneği insanın yaratılışına anne ve babasını sebep kılmış olmasıdır.

Bediüzzaman’a göre varlıkları Yaratıcısından hiç söz etmeden anlatmak tarafsızlık değil, gaflet yahut inkâr hesabına taraflı bir anlatımdır. Yaratanı nazarlardan saklamaya dönük “taraflı ve kasıtlı” bir bilgilendirmedir bu.

Bediüzzaman 20. yüzyılda yaşamış; hem akli muhakemeye dayalı genel bilimlerin hem de gözlem ve deneylere dayalı fen bilimlerinin önemine dikkat çekerek; fen ve din bilimlerinin birlikte okutulmasını teklif etmiştir. Varlığın ve hadiselerin hikmet ve ruhani/metafizik boyutunu açığa çıkarmaya dayalı metoduna “manayı harfi” adını vermiştir.

Yine Bediüzzaman’a göre gelişen bilim, dünyayı olduğu kadar dini hakikatleri anlama aracı olmalıdır. Bilim inancın güçlenmesi ve bakış açısının genişletilmesinin vasıtasıdır; bilim, medeniyet ve kültürün olduğu kadar, sanat ve terakkiyatın da hizmetinde olmalıdır.

Manayı Harfi Çözümü

Bilimlerin  inkarcılığa alet edilmesine karşı Bediüzzamanın “mana-yı harfi” adını verdiği çözüm yolu bilim ve eğitim çevrelerinde tartışılmakta ve ilgi görmektedir. Kalın bir perde yahut puslu veya renkli bir cam parçası, altındaki şeylerin görünmesine engel olduğu gibi, varlıklara mana-yı ismiyle bakmak, yani sadece onların özelliklerini ve faydalarını inceleyerek bunların o varlıklara nasıl ve kim tarafından takıldığını hiç düşünmemek hakikatlerin görünmesine mani olmaktadır.

Bir yazıya baktığımızda dikkatimizi harflere ve kâğıda değil, harflerin birleşmesinden ortaya çıkan manalara yöneltiriz. Halbuki inançsızlığa alet edilen günümüzün bilim anlayışı dikkatleri “manaya” değil “harflere” yöneltmektedir. Böylece bilginin “hakikat”, “marifet”, “hikmet, “fazilet” ve fıtrat” boyutları gözden saklanmakta; insan zihni “hakiki manaya” ulaşamamaktadır.

Bediüzzaman bilginin malumat ve ilim boyutu dışındaki diğer boyutları gündeme getirir;  “yakin bilgi” ve “hakiki mana” kavramlarına dikkat çeker.

Manayı harfi metodu, bilimin arka planda yeniden inşa edilmesine felsefenin hikmetle, bilimin metafizik/ruhani boyutla bağını kurmaktadır. Bu metotla eğitim/sanat ve maarrif dünyamız, bir medeniyet fikri, ruhu ve iddiası kazanabilir; insanımız özgün ve orijinal eserler çıkarmaya başlayabilir

Mana-yı harfi bakışı bilimleri kendi özüne ve asliyetine çevirmektedir. Onu dünyeviliğe/materyalizme alet olmaktan kurtarmaktadır. Bu yöntemle ilimden irfana giden yol açılacak  öğrenilenler fazilete ve hayra dönüşecektir.

Doğru bir Fen/bilim eğitimi ile Tabiat ve Kainat kitabını olduğu kadar insanın kendisini  de doğru okumasının ve anlamasının yolu açılmaktadır. Doğru bir fen ve matematik eğitimi aynı zamanda   Mantık ve muhakemeyi geliştirmenin en iyi bir vasıtasıdır.  Güzel ahlakın ve değerlerin kazanmanın  en önemli bir vasıtasıdır.

Şöyle ki; tabiatı bir kitap olarak tasavvur edersek, tabiat kitabında tezahür eden düzen-nizam ve terbiye, sanat ve tasarım, temizlik ve israfsızlık-iktisat, faaliyet ve yardımlaşma, şefkat ve merhamet, iktisat ve adalet  gibi hakikatlerin idraki ve bilimler yolu ile doğru okunması sonucu   insan fıtratında bu özellikler tabiat ve ahlak halini alacaktır.

İdeolojik Bilimden Hakikat İlmine

Tekrar edersek, ideolojik bilimin yaratılış sebeplerini Allah yerine koyan felsefesine göre kurgulanmış ifadelerindeki gizli ve derin anlam/mesajlarla ortaya çıkan “sakat bilgi virüsü,” kâinat ve içindeki mevcudat ve hâdiseleri yanlış gören/değerlendiren bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Düşünce yapısı olarak hasta hale getirilen günümüz insanı, eşyadan duyularına gelen mesajları doğru algıladığını ve anladığını zannetmektedir. Yanlış anlayışının ya da şirkinin farkında ol(a)mamaktadır.

Dünyevileşmiş bilimin “bilimsel(lik) formatından” geçmiş  öğrenciler  kâinat ve hâdiseleri bu gözle okumakta; daha derin, geniş ve zengin başka bir okuyuş olabileceğine ihtimal bile ver(e)memektedir! Üstelik bilim bunu yaparken, tarafsız olduğunu söylemektedir.

Eğitim sistemine içerden ya da dışarıdan sızan demokratik ve pedagojik olmayan müdahaleler karşısında eli kolu bağlı beklemenin gereği ve anlamı var mı? Ders kitaplarında ve müfredatda hakim üstü örtülü ateist ve materialist işgale son verilmesi ve  yerli ve milli bir müfredat modellarinin hayata geçirilmesi için daha neyi bekliyoruz?   Prof. Fazlıoğlu’nun dikkat çektiği  gibi, geç kaldığımız takdirde  yarın başka bir tablo ile karşılaşabiliriz.

Psikanalist Lacan''ın dediği gibi  “Tanrı inancını yitiren insan, artık her şeyi tanrılaştırmaya başlayan bir insan” olmuştur.  Böyle bir insan iki dünyanın da mutluluk ve huzurunu kaybetmiştir.

Onun için Bediüzzaman “Karşımda müthiş bir yangın var” ve Ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş (toplamış) bulunuyorum” demişti.

Her şeyin Tanrılaştırılabildiği, Tanrı'’nın tanınamaz hâle geldiği bir çağda doğru tevhid inancına ekmekten sudan daha büyük ihtiyacımız var.

Allah inancını neden yitirdiğimiz, imanımızı kimlerin çaldığı (dolayısıyla her şeyimizi kaybettiğimiz) konusunu enine boyuna düşünmekle mükellefiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum