Selahattin GEZER
Risale-i Nurlar ve izah mevzusu...
Risale-i Nurlar, Risale-i Nurla ders verir… Gerektiğinde ise verdiği ilhamın misalleri ile izahına çalıştırır… Neticede izahta yine Risale-i Nurların malı olur. O misalleri vermek, Nur Reçetelerini tanımayan hiçbir insanın harcı değildir; boyunu aşar. Düşündüren İman Hakikatleri, ilham veren İman Hakikatleri; ortaya çıkan güzel bir izah ise hepimizin malı…
Tarih boyunca düşünceler ve hakikat haline gelenler, dilden dökülenler, daima engellerle karşılaşmış. Anladığın sende kalsın; benim anladığım bana yeter cüreti hep tetikte kalmış... Düşünme, yazma, anlatma, sus konuşma vs. vs. İnsanların beyinlerine ve dillerine kelepçe vurulmak istenmiş, hatta bu hal peygamberleri konuşturmamakla başlamış… Her zamanki gibi istisnalar hariç, hakikati konuşmak isteyenler, düşüncelerde filizlenmiş hayırlı bir fikri kelimelere dökmek isterken, hemen müdahale görmüş, kıskançlık engellerine takılmış... Değerli sözler ve fikirler bu muameleyi görürken, kötülük düşünenler, şer konuşanlar, hayret edilecek şekilde, imkân görmüş ve taraftar kazanmış… Bu durum, güzel fikirlerin, konuşmanın ve yazmanında bir imtihana tabi tutulduğunu göstermektedir. İnsan beynindeki güzel fikirler, eğer dile ve kaleme aksetmeseydi, yaşadığımız bu medeniyet nasıl oluşacaktı?
Çanakkale’de yazılan iman ve kahramanlık destanını herkes bilir, herkes bu şerefli mücadelenin neticesinde gelen zaferle iftihar eder, şükreder ama Akif gibi bir yanık yürek kalkar öyle bir şiir yazar ki “Çanakkale Şehitlerine” Çanakkale için birden farklı pencereler açılır ve oradaki mücadele bütün ihtişamı ile 3 boyutlu hale gelir. Gün batımı da güzel bir hakikattir, sadece şair ruhlular ufuktaki bu senfoniden kelimeler ve cümleler resmi çizer... Herkesin hayatında mutlaka çile olmuştur ama bir yazar onun röntgenini çeker, sayfalarca yazı – edebiyat ortay çıkarır... Elbette bu özelliklerin olmadığı insanlarda boş değildir; onlardan da farklı özellikler ortaya çıkar... Allah gerçekten herkesi eşit yaratıyor; bazılarında eksik olan şey, başka ve güçlü bir şekilde ortaya çıkıyor. Adam, şair, ressam ya da yazar olamamıştır ama öyle bir dost olur ki, kelam ehlini, eli kalem tutanı utandırır. Öyle merhametli ve misafirperver insanlar çıkar ki; hiçbir ressam bu güzelliği tam manasıyla tuvale dökemez, kâğıt aciz kalır, fırça aciz kalır... Ve yine öyle insanlar vardır ki; kalem ve kelam ehlinden daha çok Allahtan korkar, namazdan çok daha fazla lezzet alır, asla ihanet etmez ve ölümüne dava adamıdır. Burada şu hakikat ortaya çıkıyor: Başkalarının meziyetini kıskanmak yerine; bize aitmiş gibi heyecanını yaşasak, sahiplensek bizdeki duyguların gücü artmış olacaktır. Onların güzel idrakleri, anlama kapasiteleri bizimde anlama yeteneğimizi ateşleyecektir. Güzel fikir ve düşünceler maddi kazanımlar gibi değildir; herkesin ortak malı olur, dolayısı ile engellemek, kıskanmak pek de akıllıca değildir!
Evet, âcizane ifade etmeye çalıştığımız gibi; biri hizmette veya derste hiçbir kelam yapmaz, belki iki kelimeyi bir araya bile getiremez ama öyle sadık olur ve öyle sebat eder ki onun ihlâsı, ağzı laf yapanı, eli kalem tutanı taşır ve onlara ilham verir. Bazıları duygularını, aşkını sessiz yaşar, bazıları ise tutamaz coşkunluğunu. Her ikisinden de alınacak çok örnek vardır, ikisi de bizimdir. Yeter ki kalite ve ciddiyet göz ardı edilmesin, izah yaparken, asıl maksadın dışına çıkılmasın çünkü Risale-i Nurların paha biçilemez değeri, aşk derecesinde ihtimam gerektiriyor. Gülün başında merasim adabına uyarcasına şakıyan bülbül gibi Nur Reçetelerini izah edecek kişi adeta gül tarlası hakikatleri ve kardeşleri rahatsız etmeden izah yapmalıdır. Asla sizden daha iyi anlarım havalarına girmemeli, zira bu hali saklamaya çalışsa bile bakışları ele verecektir! Herkesin ağabeyi Risale-i Nurlar olur ise zaten bir zaaf oluşmaz ve şeytanlara fırsat verilmez. Risale-i Nurlar gerçek manada ağabeyi olarak kabul edilirse ayrılıkta kalmaz!
Yeniden tekrar etmek gerekirse; bu izah etme meselesinde, kalkıp da ben sizden çok daha iyi yaparım, sizi anlayışımla ezerim, havalarına girilmesinden, okuma ve izahın sadece bir kişinin tekeline verilmesinden, derste sadece kitabı dinlemek çok daha hayırlıdır ve dedikoduya da kapı açılmamış olur. 70’lerden beri şahit olduk; ifrat ve tefrit durumlarına... Neticede insan olan her yerde mutlaka sıkıntı çıkıyor. Fakat Risale-i Nur talebesi sadece ben okuyayım, ben izah edeyim tavrına giremez! Hele birde kasılıp, havalara girerek, hal dili ile makam, hürmet istiyor ise Bediüzzaman’ın yıllarca zulüm görerek kaleme aldığı hakikatlere ve mutlak tevazu dolu hayatına hakaret olur ki; hesabı da çok ağır olur. Üstada hizmet etmiş olanlar istisna olmak üzere; ağabeylik ve tüm makamlar Risale-i Nurlarındır, hiç kimse büyüklük havalarına giremez, zira nurlardaki hakikatlerin büyüklüğü yanında dünyevi bütün makamlar hafif kalır. Zaten Nur Talebesi olmak öyle bir makam ki; ekstra bir şeyin ilave edilmesine gerek yoktur.
Büyüğü ile küçüğü ile birbirlerine azami derece muhabbet besleyemedikten sonra abi – kardeş olunamadıktan sonra külliyat ezberlense bile tesir edici olmaz. Nurlar bize tevazu ve kardeşliği ciddiye alıp, makam ve mevkii fırlatıp atmayı salık veriyor. Kendisine hürmet ve ilgi bekleyen kişilerin, başkalarına saygı ve muhabbet göstermemesi ve bu halin devamını adeta teşvik edenler nur talebesi olamamışlardır. Nur talebesi olumsuz hiçbir şeyin yanında yer alamaz, şeytanların işini kolaylaştıracak fiiliyatta bulunamaz. Ahirete gözle görmüşçesine inanan biri, muhabbeti, kardeşliği sarsacak hiçbir davranış içine giremez!
Bir şeyler anlatmış olmak için, dersin insicamını bozmak, reçeteleri ikinci plana atmak olur ki bu durum aziz Üstadımızın ruhunu da incitir. Kitaplardaki ciddiyet gibi akla gelen bir misal usulüne göre anlatıldığı zaman, hem yeni gelenler istifade etmiş olur, hem de eskilere de şevk verir. Sadece dikkat edilmesi gereken şu: Ölçü… Ölçü… Ölçü…
Risale-i Nurları ölçülü şekilde izah edenlerin yakaladıkları hakikatler, hem bizim hem de Risale-i Nurların malıdır... Sadece okunsun, izah edilmesin, diyenlerin sadakati de bizim ve nurların malıdır. Bize ait olmayan ise tahammülsüz olanlar, birbirlerini yaralayanlar – incitenler ve izah edeyim derken acayip hale sokanlardır... Evet, Nur Talebeliğinin verdiği şeref bizlere yeter. Şana şöhrete hiç ihtiyacımız yok.
Risale-i Nurlar içeriği ve sahip olduğu dil ile dünya durdukça hayran kalınacak bir eserdir. Son yüzyılda insanı böyle müspet manada sarsan, hayran bırakan, akılları aciz eden, ruhları coşturan, imanı böyle kuvvetlendiren, bu şekil bir izah tarzı yazılmamıştır. Yazılsa bile ancak Risale-i Nurlardan ilham alınarak yazılır. İnsandaki imanı çağlayanlar haline getiren, dili ve şuuru ihtisas sahibi yapan, bir cümlesi sayfalarca dolu hakikatlerin herkeste bıraktığı tesir fıtratlardan dolayı elbette farklı farklı olacaktır. Başkalarının mantık ve kelam penceresinden faydalanmak ancak ihlâsla yapılmış izahla olur. Bir cümle okunmuş, koca bir ders filan ağabeyi veya kardeş konuşmuş, elbette bu tarz dersin ahengini dokusunu, tadını bozacaktır. Fakat dersin ciddiyetini ve ipin ucunu kaçırmadan ders okuyanın hissettiklerini, anladıklarını paylaşması hem kabiliyetleri inkişaf ettirir, hem de dışarıda ehli dünya karşısında konuşurken antrenmanlı olunur. Sadece şu misal yeter; rahmetli Kırkıncı Hocam Risale-i Nurları tanımasaydı eğer, öğrendikleri – ilmi Onu normal bir cami hocası veya vaizi gibi edecekti. Risale-i Nurları aşk derecesinde okuması, zekâsını, mantık ve kelamını öyle işlettirmiş ki; o uzun ve soğuk Erzurum gecelerinde verdiği misallerin lezzeti ile karlara bata çıka eve döner ve yol boyunca Bediüzzaman’ın harika reçetelerini tanımanın ne büyük bir şeref olduğunu düşünürdük... Anlattıkları asla Risale-i Nurları ikinci plana atmazdı!
Risale-i Nurların izahını istemeyenlerin sadakatine inanmak lazım geldiği gibi izah taraftarı olanları da ihanetle suçlamamak Nur Talebeliğinin gereğidir. Bu keskin tavırlar, bize de keskin tavırların sergilenmesine sebep olur! İfrat ve tefritten uzak, her iki durumda da ölçüyü muhafaza etmek, okunan reçetelere layık bir tavır olacaktır. Dışarıda yeni insanlara İman Hakikatlerini anlatılırken, takınılan anlayışlı tavır ve kusurları görmezlikten geliş, içeride sadece okunmasından yana olanlara veya izahlı okunmasını isteyenlere kullanmamak müspet hareket zihniyetine hiç uymaz!
Geçenlerde bir video izledim. Kardeşimiz bir cümle Risale-i Nur okudu, ders boyunca sadece kendisi konuştu hatta konunun dışına bile çıktı. Onun önünde kitap kızardı ama kendi hiç kızarmadı. Bu tavır elbette kabullenilmez! Fakat bazen insan okuduğu hakikatlerin doluluğundan ruhu öyle bir vecde ve şevke gelir ki; onu da paylaşmak ister. Şunu da unutmamak lazım: Risale-i Nurları okuyan bir insanın anladığı ve anlattıkları babasının malı değildir. Risale-i Nurlar olmasaydı o misalleri nereden bulup söyleyecekti. İşte kütüphane dolusu kitaplar okuyanların, bir zındık karşısında nasıl çaresiz kaldığı ortada; eskiden beri bunlara çokça şahit olduk…
Her şuur sahibi mutlaka hakikatleri anlar, birileri ise bizden farklı şeyler yakalar; işte onu bizimle paylaşması bize lezzet vermeli, muhabbete vesile olmalı. Ders okuyanın, anladığını, dersin kaidesini bozmadan ve konunun dışına çıkmadan bize anlatmasına keyif almak yerine rahatsız olmak, kırıcı bir tavır sergilemek en başta bizim ihlâs ve uhuvvetimizi sorgulatacaktır…
Son söz: İlk dersin dönerli olması, ikinci dersin isteğe göre izahlı olması ve son dersin bize usul – kaide öğreten Lahikalı olması güzel bir uygulama. Başta Allah ve Nur reçetelerinin sahibi Bediüzzaman bizden nasıl hoşnut kalacak ise Mevla’mız o tavrı bize sergilemeği nasip eylesin. Dert büyük, derman hazır, geriye kalan; bizim Nurları en verimli şekilde nasıl sunacağımızdır. Allah doğrulardan cümlemizi ayırmasın! Birileri imansızlık pençesine düşmüşken bizim…
Not: Bu yazı; Eyüp Otman abiye ithaf olunur.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.