Himmet UÇ
Dickens ve Bediüzzaman
Dickens bir İngiliz romancısı, ne alakası var diyeceksiniz Bediüzzaman ile, çok alakası var. Bediüzzaman’ın işlediği beşeri ve sosyal temaların hepsi dünya edebiyatının da temel temalarıdır. Çünkü Bediüzzaman ve büyük romancılar moda olan temaları değil insan gibi değişmez temaları işlemişler. Sadece işleme tarzları farklı.
Mekke’de orta okulda okuyan Arap çocuklarının yanında Dickens’in Büyük Umutlar romanının İngilizcesini görmüştüm, bir ellerinde Kur’an, yanlarında bu roman ve başlarında takke ile okula gidiyorlardı. Bir Türkmen kitapçıya gittim. Orada Dickens’in romanlarının İngilizcelerini gördüm. “Dickens’i Araplar çocuklarına okutuyorlar, onunla değerleri çatışmıyor” dedi. Ben, Büyük Umutlar ve Oliver Twist romanlarını okumuştum. Şöyle bir gözden geçirdim Dickens dine saygılı bir insan, hatta dini temaları kahramanlarına aşılayan bir romancı.
Ne yazık ki Dickens gibi bir romancımız olmamış, bizim Halit Ziya ve daha başkaları sevişmek, yatak yorgan satın almak, aşkı yüzünden hayatı kendine zehir etmek ve intihar etmek üzerine kurulmuştur. Ne roman ne romancı. Oliver Twist romanında Oliver yetimhanede doğmuş bir çocuk, garip, kimsesiz, bir cenaze levazımatçısının yanında çalışırken zulme maruz kalır. Londra’ya kaçar, çok masum yüzlü biridir, Londra’da bir hırsız çetesinin eline düşer. Yahudi Fagin ve adamları, onun masum yüzünden dolayı onunla çok hırsızlık olayları gerçekleştireceklerinden kendini önemserler. Fagin ona mendil çalmayı bir oyun içinde öğretir. İlk mendil çalma sırasında yakalanır, mendilini çaldığı adam onun hırsız olacağına inanmaz, bakımına alır. Fakat Fagin çetesi onu tekrar yakalar ve işe devam ederler.
Oliver ile bir başka evi soymaya giderlerken, Oliver onlara “ne olur beni hırsız yapmayın, ben hırsız olmak istemiyorum” der dinlemezler. Oliver onlarla giderken dua eder “Tanrım ne olur ben hırsız olmak istemiyorum sen olayları ona göre düzenle” der. Gerçekten hırsızlık için girdiği evde yakalanır, onlar da onun hırsız olacağına inanmazlar ve onunla ilgilenirler. Oliver her zaman iyimserdir, şartlar ne kadar olumsuzlaşsa yine iyimserlikten vazgeçmez. Bu yeni evinde çok sevdiği bir genç kız hasta olur, evin hanım sahibi dindar birisidir. Oliver ona “Allah böyle güzel bir kızcağızı almaz, bak göreceksin iyi olur” der. Kadın ona “Hayır Oliver, Allah bazen bizim en sevdiklerimizi bizden alır, Cennet’e götürür ta ki bütün güzelliklerin kaynağının kendisi ve cennet olduğunu bize göstersin ve bizde kendine ve Allah’a yaklaşmak hissi oluşsun” der.
Ne enteresan itikad, işte Dickens bu. Bediüzzaman da hayatının her safhasında iyimserdir, en olumsuz şartlarda etrafına ümit dağıtır, “Yeis mani-i her kemaldir” der. Her kemale ümitsizlik engeldir der.
Akif;
“Yeis öyle bir bataktır ki düşersin boğulursun
Ümide sarıl sımsıkı seyret ne olursun” der. Kur’an–ı Kelam-ı Rabbani, “La taknadü min rahmetillah” der. Ama biz Kur’an’ın tema ve kavramlarını edebiyata yansıtamamışız. Sanata hala inanmıyoruz.
Dickens’in Oliver’i çeteyi yakalattırır, Fagin’le görüşürler, mahkeme salonunda orada enteresan bir şey yapar ve Fagin gibi azılı bir hırsıza “Senin için Tanrı’ya dua edeceğim” der. En kötü anlarda bile iyimserliğini kaybetmez.
Bediüzzaman’a iki Tatar kadın Kostruma’da yemek getirirler. Bediüzzaman “onlar sayesinde ölmekten kurtuldum” der. “Bütün Tatarları duama dahil ediyorum” der. Kendini idamla yargılayan ve zehirleyen hakimin Tatar olduğunu duyunca ona mektup yazdırır ve kendinin cehenneme gitmemesi konusunda dua edeceğini söyler. Yazarlar bu adamın ırkını ve manevi makamını tartışıyor, adama bak bize bak. Üç duraklı bir şeceresi var. Peygamber sülbünden, Kürtlerin toprağı Nurs’a ekilmiş, sonra Barla’ya ekilmiş bir şecere. Biz onu karar vermişiz birbiriyle irtibatsız üçe bölmeye. Bravo be, ne akıl ne mantık! Mantı diye yap, sarımsaklı yoğurtla ye! Yumurtadan çıkmış havada tayeran edip dünyayı kendi ile meşgul ederken, biz yumurtada kaldık. Kabuklar bir taraflarımızı acıtıyor.
Büyük Umutlar romanında Dickens bilerek, bilmeyerek “Leyselil insane illa masea” ayetini anlatır. Miraz ile geçinen Pip sonunda çalışmaya karar verir ve nuhusetten kurtulur. Bediüzzaman çalışmanın mahiyetindeki hazzı çalışmaktan daha büyük hazza sahip olduğunu anlatır ve dünya edebiyatında kimsenin aklının kesmeyeceği şekilde hayvanlar, insanlar, nebatlar dünyasından çalışmada lezzet olduğuna dair örnekler verir, o örnekleri kimsenin aklı kesmez, gözlemi de görmez.
Sekizinci nota devletlerin birbirini ikazı için çektiği notalardan değil, bütün insanlığı ikaz için Bediüzzaman’ın bir notasıdır. Çalışmak için çok şey söylenmiş, ama buradaki enfüsi gözlem tavrı beşeri aşar bir gözlemdir. “Ey say ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tenbel insan. Bil ki Cenab-ı Hak kemal-i kereminden hizmetin mükafatını hizmet içinde dercetmiştir. Amelin ücretini nefs-i amel i çine koymuştur. İşte bu sır içindir ki mevcudat hatta bir nokta-i nazarda camidat dahi evamir-i tekviniye tabir edilen hususi vazifelerinde kemal-i şevk ile ve bir çeşit lezzet ile evamir-i Rabbaniye tabir ederler. Arıdan sinekten, tavuktan tut ta şems ve kamere kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar. Demek hizmetlerinde bir lezzet var ki akılları olmadığından akibeti ve neticeleri düşünmeden mükemmel vazifelerini ifa ediyorlar.” (9. Nota)
Biz çalışarak at sırtında az kalsın dünyayı ele geçiriyormuşuz. Allah’ın hikmeti elvermese dünyayı elde etmemiz an meselesi. Fatih ve Yavuz’un erken ölümleri, ansızın ölümleri bunun delilidir, yoksa ömürleri at sırtında geçen bu veli padişahlar bütün dünyayı bir kitap gibi kapatıp ceplerine koyacaklardı. Yeni bir Fatih var ama talebeleri rahatın ve lüksün içinde boğuldular mı, herkes kendini ne olduğunu bilir.
Sabahleyin yürürken tabiatın kucağında Kur’an okuyorum bazen. Çobanlar inekleri otlatıyor, öküzleri yemlendiriyor. Onlara bakarken düşündüm ne kadar çok fonksiyonlu yaratılmışlar ve ne kadar itaatkar. Çiftçinin sabanını çeker, tarlasını sürer, ekinini döver, arabasını çeker, süt verir, derisi ayakkabı olur, bütün uzuvları yerinde kullanılır, etini insan yer, beş yaşında çocuk isterse öldürür isterse işinde kullanır. Bu kadar çok fonksiyonu nasıl yüklemiş bu asil hayvanlara. “Ağabey sen neden öyle düşüncelisin” dedi. Ben de hissettiklerimi ve neden ağladığımı söyledim. Bu kadar itaat bizim için, biz Allah’a beş vakit namaz, kendim için bir rehavet ile. Otları yiyişlerine dikkat ettim, ağızları tam işlerine göre dişleri de. Eğer onlar otu yemeseydi veya yiyemeseydi, biz naneyi yerdik, ineğin ot yemesi ve hazmetmesi hayatın kendisi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.