Emre ŞİMŞEK
Dil, kasapta satılan bir et parçası mıdır?
Size çok ‘uzun’ bir soru soracağım.
Dil nedir ?
Acaba bu uzun dil sorusunu, dili uzun olanlara mı sormalı ?
Ya da sükût üzre yaşayanlara mı ?
Sahi, dil nedir ? diye TDK’nın sözlüğüne baktınız mı ?
Baktığınızda göreceğiniz, dilin ilk anlamının TDK’mızda “tat almaya yarayan organ” olduğu garipliğidir. Onlarca deyimlerden sonra, "bir zahmet” dilin “lisan” olduğuna dair bir tanıma ulaşıyorsunuz. Unutulmamalı; lisan, sadece organımız olan dil ile vücut bulmaz; pekala sükut ile de sağlanır. Hatta sükut ile daha güzel sağlanır.
Lisan-ı hâl…
Geçenlerde Ankara sokaklarını Ertaş Neşet’imizin “…dil gizli gizli” türküsünü mırıldanarak seyran ederken bir reklam afişine rast geldim :
Büyük harflerle “Biz müşterilerimize bay bay demeyiz…” diye yazıyordu. Bir an Oktay Sinanoğlu hocanın “Bye bye Türkçe” kitabı geldi aklıma. Heyecanla, “bay bay demeyiz, hayırlı günler olsun deriz..” mi demek istiyorlar, demeye kalmadı; meğer “bay bay demeyiz, çünkü müşteriye gereken ilgiyi gösteririz…” diyorlardı. Yani “bay bay” pekala gayet normal bir hitap şekliydi onlar için.
Yani yine bize esmer günler kalmıştı…
“Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya…” ifadesi, bir mısranın ötesinde, bir acı gerçeğin çığlığıdır. Bugün “Dilimize sahip çıkalım…” lafzı artık sanal karşılığı olan bir niyet okumadan başka bir serzeniş değil.
Fi tarihinde bir başbakanımız konuşmasında “halüsünasyon” sözcüğünü 3-4 defa tekrar etmesine rağmen bir türlü söyleyememişti. Hâl bu ki, sayın Başbakanımız bu kadar ter dökeceğine pekala “vehim” dese idi, o da biz de ya sabır, demekten kurtulacaktık. Kulakları çınlasın.
Akademi (Yüksekokul) dünyasının ilmî çalışmalarında kullandıkları dilin yarısı Batı dillerinden dilimize geçmiş kelimelerden mürekkeptir. Bugün bir çok üniversitemizde derslerin tamamı İngilizce’dir.
Sahi, yabancı dil öğrenmeye ne hacet, diye bir soru soralım mı ?
Yarısı İngilizce olan bir dil haline nasıl geldik, diye sormanın ötesinde, artık bu soruya cevap aramanın vakti gelmiştir. Evet, ülkemiz zapt edildikten sonra önce dili değiştirilen Gambiya değildir, ama mevzubahis olan insansa, zahiren sonucu itibariyle musibetinin pek de farkı olmayacaktır.
Sadece üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olmak istemiyoruz !
Öncü diye kabul ettiğimiz/kabul ettirilen hazirunun dil mevzuunu önemli saymayıp, yer yer bu keşmekeşliği görmezden gelmesi omzumuzdaki ağırlığı arttırmaktadır. Gayretimizin dibacesi şudur:
Suret diliyle konuşabilelim ki, hikmet diliyle konuşmaya sıra gelsin…
Dile sahip çıkmak, denince aklımıza bir fizikçi (Oktay Sinanoğlu) geliyorsa daha ne demeli sizce ?
Sesleri çıksa da okumayan bir toplum olduğumuz için istenildiği kadar dikkat çek(e)meyen âlim, edebî-yat ve severlerine ayna tutmam, hakkı teslim için gerekiyor.
Şu ki:
Esasında bugün “dil”, eli kalem tutup, dili kelam edenlerin önemsediği bir hassasiyet haline geldi. Evet, “iyi bir yazar asla bir sözcüğe bel bağlamaz…” ama bir sözcük bir kişiyi iyi bir yazar/insan yapar. Her insanın bir sözcüğü/fidanı olursa, bir ormana sahip olunur. Ya da var olan bir ormanı –yeniden- keşfedilir.
“Hayır, benim saksımda yetiştirdiğim bana yeter.. “ deyip toprağa sırt çevirip, omuzları birbirine değdirmemek, bencilliğin dik âlâsıdır.
O yüzden âlimlerin sadece sesine kulak veriniz derken, diline de kulak veriniz denilir. Zira sesi çıkaran dil, ve dildeki hikmettir.
Hülasa;
Dünya Bazaar’ların, Chileck’lerin, Cafe’lerin iz sürdüğü hayatta, Dünya Pazar’ını, Çilek’i, Kahvehane’yi savunanlar inşaAllah olacaktır.
Çok görülmeye…
Az görüle…
Unutmadan, mırıldandığım türkünün tamamı şöyle idi :
“Sinemi yaralar, dil gizli gizli…”
v-esselam.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.