Din neden geri döndü?
Amerikalı ünlü John Templeton Vakfı'nın organize ettiği "Din Özgürlüğü" eksenindeki sempozyumda "Dinin geri dönüşü" tartışıldı
Cemal Uşşak'ın yazısı:
Din neden geri döndü?
İstanbul, şanına yaraşır bir şekilde anlamlı toplantılara sahne olmaya devam ediyor.Bunlardan birisi de, Amerikalı ünlü John Templeton Vakfı'nın organize ettiği "Din Özgürlüğü" eksenindeki sempozyum idi. Bir panelde de , "Dinin geri dönüşü" tartışıldı.
Program yöneticisi Mithat Bereket, can alıcı soruyu din sosyolojisinin duayen isimlerinden Prof. Dr. Peter Berger'e sordu: "Din neden geri döndü?". Berger'in cevabı kestirmeden ve kısa idi: "Din, bir yerlere gitmemişti ki geri dönmüş olsun. Dinin gerilediği ve yok olduğu iddiası, kimi laik ve maddeci düşünürlerin bir var sayımı idi. Kendilerinin dinle pek bir bağı olmadığı için, toplumları da öyle zannediyor ve öyle görmek istiyorlardı."
1700'lü yıllardan itibaren aydınlanmacı gelenek ve 1900'lerden itibaren de Marksist gelenek, "toplumların çocukluk hastalığı" olarak gördükleri dinin, modernitenin yaygınlaşması ile birlikte iyice zayıflayacağını ve neticede yok olacağını ön görüyordu. Thomas Woolston gibi bir radikal aydınlanmacı, daha da ileri giderek tarih veriyor ve 1900 yılında Hıristiyanlığın tamamen ortadan kalkacağını iddia ediyordu. (*)
1960'lı yıllarda ise kimi sosyologlar sekülerleşme ile dinin gerilemesi arasında bağ kurarak, dinin zayıflayacağı düşüncesini tekrar hararetli bir şekilde ortaya attılar. Peter Berger, bu çerçevede oluşan literatüre kendisinin de o yıllarda katkıda bulunduğunu ancak daha sonra yanıldığını fark ettiğini söylüyor. Hızını alamayan kimi sosyologlar, 1990'lara gelindiğinde dinin sadece ansiklopedilerde yer alan bir madde olabileceği öngörüsünde (!) bile bulunabiliyorlardı.
Ama hepsi yanıldı. Ne, Nitche'nin dediği gibi, "Tanrı öldü!" ve ne de din bir yerlere gitti. Bazı Batı ülkelerinde, kurumsallaşmış dinî geleneklerden kaçarak, bireysel yorumlara yönelişte kayda değer bir artış olsa da, bu dinin zayıflaması değil, inancın yer değiştirmesi anlamına geliyordu. Modernleşme, kimi toplumlarda sekülerleşmeyi sonuç verse de; bazılarında ise tam tersine dini yönelişleri tetikleyici bir etken oldu.
İslamiyet'le ilgili olarak ise tam tersine bir gelişim yaşandı. İslamiyet, modernitenin (son zamanlarda ise küreselleşmenin ve iletişim teknolojilerinin) imkanlarından faydalanarak yüz yıllardır ait olduğu coğrafyanın dışına taşarak, hem Avrupa ülkelerinde, hem de Kuzey ve Güney Amerika'da çok ciddi bir yayılma ortaya koydu. Bu yayılma da, bizde kimi aydınların zanlarının aksine, geri kalmış kesimlerde değil, daha ziyade eğitim almış modern aileler arasında meydana geldi. Diğer taraftan İslam ülkelerinde doğup büyüyen Müslümanlar, ister kırsal kesimlerde, isterse şehirlerde otursunlar, dinleriyle olan aidiyet bağlarını daha güçlü bir şekilde ortaya koymaya başladılar.
Ülkemize gelince: "Kamusal alan"daki başörtülüleri ve cami sayısındaki artışı öne sürerek, "Türkiye'nin AKP döneminde hızla İslamlaşmakta" olduğunu iddia eden, kimi bilim adamları ve kalemler ise, Peter Berger'in sözünü ettiği, dinle ve kendi toplumuyla pek bağı olmayan aydınlardan başkası değildir.
Araştırmalara göre, yüzde 30'u beş vakit namaz kılan; erkeklerinin yüzde 70'i Cuma namazına giden; kadınlarının yüzde 60'ı bir şekilde başını örten Türk toplumu,yüz yıllardır olduğu gibi dindardır. Hem de ma'kul ve mutedil dindar. (Ilımlı değil; dengeli dindar).
Bu gerçeği, son mahalli seçimlerde "Her mahalleye Kur'an Kursu" vadeden; başörtü dağıtan ve törenlerle çarşaflı üye kaydeden CHP bile anladı da, kimi zihinler kavramakta hala zorluk çekiyor.
(*) Sekülerizm Sorgulanıyor, Ufuk kitapları, İstanbul 2002. s.34. Derleyen: Dr. Ali Köse ( Rodney Stark'ın "Toprağın Bol Olsun Sekülerleşme" makalesi)
Bugün