Dinî hayatta halimiz ne durumda?

Dinî hayatta halimiz ne durumda?

Bu uyarıcı ifadelere, Bediüzzaman Hazretleri'nin bir hatırlatmasını ilave etmekle yetiniyoruz: Dağ meyvesi acıdır fakat şifalıdır!

Ahmed Şahin'in yazısı:

Dinî hayatta (nazarî ile amelî) halimiz ne durumda?
 
Her okuyuşumda kendi (nazarî ve amelî) hassasiyetlerimi gözden geçirmeme sebep olan bu yazıyı bir de sizinle birlikte okuyalım diye düşündüm.
Bakalım beni her defasında sarsan bu ikazlar, sizi de düşündürecek, bir nefs muhasebesine sebep olacak mı?.. "Fasıldan Fasıla"dan özetlediğim yazı, dini hayatın başında ve sonunda dindar insanı bekleyen iki (nazarî ve amelî) tehlikeye dikkatimizi çekerek bizi ciddi şekilde düşündürmeyi hedeflemektedir.

***

İnsan için çok büyük iki tehlike vardır ki; biri umumiyetle gençlikte, diğeri de ekseriyetle yaşlılıkta kendisini gösterir.

Bunların ilki, yolun başında hep (nazarî!) bilgilerle sınırlı kalmak; ikincisi ise yolun sonunda her şeyi bir kültür şeklinde (şuursuzca!) ele almaktır.

Bir devrede insanı aldatan husus, işin sadece (nazariyesi) ile meşgul olmak ve (amelîde) derinleşmeyi düşünmemektir!..

Bu durumda baktığınızda öyle kimseler görürsünüz ki; sorduğunuz her meseleyi bilirler; daha siz 'ihlas' demeden onlar 'İhlas Risalesi'ni ezberden okuyuverirler; 'Besmele'ye dair olan Birinci Söz'ü ezbere bilirler, uhuvvet kelimesini duyar duymaz, hafızalarına nakşettikleri Uhuvvet Risalesi'ni gözlerinin önüne getirirler. Heyhat ki; her söz, her tavır ve her davranışlarıyla sürekli kendilerini nazara vermekten bir türlü kurtulamazlar; hep desinler, görsünler, duysunlar mülahazalarına bağlı hareket ederler!..

İşte böyleleri nazarîde kalmış ve kat'iyyen amelîye geçmemişlerdir. Konuya ait imanı sinesine yerleştirememiş, inancı gönlüne oturtamamış, onu -moda tabirle- içselleştirememiş zayıf kimseler... İlim adına da bir yönüyle diskleşmiş insanlar halindeler...

Birçok kitapları okurlar ve bir kısım fihristleri fişlerler; fakat ham malumatı kafalarına öylece doldururlar, bilgiyi marifete dönüştüremezler. Bu açıdan da bunlar, nazariyeyi amelî olanla derinleştirememiş, ilmi irfan ufkuna yükseltememiş, inancı tavırlarına mal edememiş, dahası kendisiyle yüzleşemeyen ve nefsini sorgulamayan disketleşmiş dimağlar halinde kalmaktalar...

Şayet, insan namazı ikame etmediği zaman hayatında bir boşluk hissetmiyorsa onu henüz karaktere tebdil edememiş demektir.

Namazı vaktinde kılamayan, cemaate yetişememesine aldırmayan, hemen her tesbihatı ciddiyetle tamamlamayan ve bunları yapmadığından dolayı içinde hiçbir burukluk duymayan bir kimse, bütün bu meselelerde nazarî kalmış, onları tabiatının bir derinliği haline getirememiş ve benliğine mal edememiş sayılır ki; işte bu yüzeysellik, uhrevî hayat hesabına çok büyük bir tehlike demektir.

İkinci tehlike ise baştaki nazarîden amelîye geçmek, ama zamanla o ameli, folklor alışkanlığına dönüştürmektir. Halbuki, bir insan, belli bir noktada İsm-i A'zam'ın tecellilerine mazhar olsa ve başını kaldırdığı zaman İsrafil'in azametli heykelini görecek keyfiyete erse bile, şayet bir süre sonra meseleyi sadece kültürünün bir parçasıymış gibi laubalice ele almaya başlarsa, onun karbonlaşması kaçınılmaz olur. Sadece semayla, semahla, gazelle yetinip müteselli olmak, bir kültür faslına ve sönme dönemine yönelme demektir. Karbonlaşmamak, yıkılmamak, sönmemek ve dinin amelî yanını kültüre kurban etmemek için İslam'ın her meselesini şuurluca ele almak ve bilinçli şekilde yaşamak lazımdır!.."

Bu uyarıcı ifadelere, Bediüzzaman Hazretleri'nin bir hatırlatmasını ilave etmekle yetiniyoruz:

"Dağ meyvesi acıdır fakat şifalıdır!"
 
Zaman