Direnmenin bedeli

Şehit oğlunun tabutuna tutunan anne, öne çıkarak “alçaklar, oğlumu şehit ettiniz. Çıkın karşıma, sizinle ben savaşacağım, size teslim olmayacağız” diyor.

Yine bir şehit subayın tabutu önünde konuşan ve emekli subay olan baba, Türkiye’ye karşı terörle oynanan oyunun farkında olduğunu ifadeyle; “ Çocuklarımız vatan için var. Birisi gider diğeri gelir. Vatan sağolsun. Şehit babası olmakla iftihar ediyorum, keşke ben de şehit olsaydım” diyerek vakur bir metanet sergiliyor.

Şehadet emeli yüklü bir ölüm için hayatı istihkar eden bu sözleri, her şehit cenazesinde duyuyoruz. Bu sözlerdeki, “ölürsem şehit, kalırsam gaziyim” şuuru, dün olduğu gibi, bugün de, Müslümanlar için sıradan bir hamaset sloganı olmayıp, köklü bir imana şahitlik ediyor.

Şehadet ümidiyle “gülerek karşıladığı” ölümü, “hayat-ı ebediyenin mukaddemesi” kabul eden bu iman şehameti, insan katletmekle savaş kazanacağı zannedenleri kahredip çaresiz bırakıyor. Bu öfkeyle en vahşi ve kalleş cinayetleri işliyor ve işletiyorlar. Hayatı, sadece dünyası olanlar, şehadetin vaadettiği ölümsüzlükten habersizce, pek yakın olan akibetlerini, hayvani ve cehennemi bir ölüm korkusuyla bekliyorlar.

Görmemiz gereken gerçek, milletçe topyekun bir savaşla sınanıyor olmamızdır. Adım attığımız heryer, bu savaşın cephesidir. Birileri bölgeye hükmetmek için Anadolu kalesinin işgalini mutlak şart şart görüyor. Batı tarafından, 15 Temmuz darbesinin, sonuç alınması gereken öldürücü bir operasyon olarak öngörüldüğü, yaşadıklarımız ışığında her gün daha iyi anlaşılıyor. Fakat milletin, silahı aciz bırakan iradesi karşısında, apoletli uşaklarıyla birlikte beklemedikleri bir hezimeti tattılar.

İpleri bir merkezden yönetildiği açık olan PKK, DEAŞ, FETÖ gibi cinayet ve ihanet  örgütleri, birlik ve dirliğimizi kasdetmek için seferber edilmiştir. Milli mukavemetimizi kırıp, iradesi teslim alınmış bir Türkiye’yi efendilerine teslime çalışıyorlar.

Terörü yöneten güçler, ülkeyi teslim alma beklentileri gerçekleşmeyince, şecaat arzedereken sirkatini ifşa eden hırsız durumuna düşüyorlar. Kimisi, “Türkiye değerli bir müttefikimizdir. PKK ile mücadelesini destekliyoruz” demesine rağmen, o örgüt uzantılarına “silah verdiğini ve vermeye devam edeceğini” hiç bir ahlaki kaygı duymadan söyleyebiliyor. Kimisi, DEAŞ’la mücadeleden bahsedereken, öte yandan   “DEAŞ’ı biz kurduk” itirafıyla iki yüzlülüğünü saklamak ihtiyacını bile duymuyor. Kimisi,  FETÖ’nün “generalleriyle ilişkilerimiz  oldukça iyiydi, beraber çalışıyorduk. İçeri alınmaları kötü oldu” demekten geri kalmıyor.

Emekli CİA generali, ülkesinde televizyona çıkıp, “Çok çalıştık ama, Ortadoğu’da hala bir Sünni- Şii savaşı çıkarmada başarılı olamadık” diye hayıflanıyor.

Bütün bu ifşa, itiraf ve hayıflanmalar, Kürd, Türk, Alevi ve Sünni, her türlü farklılığımıza rağmen, Türkiye özelinde ve İslam coğrafyası genelinde yaşadığımız vahşi operasyonun farkında ve tedbirli olmamızı gerektiriyor. Üzerimizdeki sömürgeci pis emelleri boşa çıkarmak için uyanık ve diri durmak zorundayız. Şehit ana ve babaları, evlatlarının tabutları önünde, yürekleri evlat acısı ile yanarken, boşuna “vatan sağ olsun” demiyorlar. Onlar tehlikeyi görüyor. Bize de, en az onlar kadar, tehlikeyi görmek düşüyor.

Toplumdaki bu kararlı direniş şuurunu aşmamayanların, terörden sonuç alamayanların, çaresizlikle aptallaşarak yeni yöntemler üzerinde çalıştıkları anlaşılıyor. Elçilikten çok,  ajanlığa benzer faaliyetleriyle öne çıkan sözde bir elçilik, halktaki  dayanışma  şuurunu, “alan” çalışmasıyla yerinde bizzat görmüş olmalı ki, yeni formüllere ümit bağladıklarını ele veren, 1971 model antik resimler yayıyor. Vesayet dönemlerinin asker-sivil bürokratlarından oluşan hükümet formülü, bugün sadece arkaik bir hatıradan ibarettir. Biz o formülü, özgür irademizle, senesinde sandığa gömdük.

Dış kaynaklı, milleti aşma amaçlı terör, şüphesiz canımızı yakıyor. Şehitlerimizin ana-babaları, eş ve çocukları başta olmak üzere hepimiz, milli bünyemizin kanlı bir tuzakla karşı karşıya olduğunu biliyor ve görüyoruz. En büyük tehlikemiz, bütünlüğümüzü zaafa uğratmaktır. Bütün şer odakları, birlik ve dayanışmamızı çatlatmaya çalışıyor.

Toplumsal zaafa düşmemiz halinde, bizi bekleyen tehlike, sadece işbirlikçi bir yönetim olmayacaktır. Ülkenin bağımsızlık ve geleceği, bir yüz yıl daha uluslararası vesayet parantezine alınacaktır. Şehitlerimiz, bu akibete direnmenin bedelidir. Bize de direnmek ve  dosta-düşmana “eski hal muhal” dedirtmek düşüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum