Divan-ı harp mahkemesi Said Nursi'ye sorulmaması gereken tek soruyu sorar
Independent Türkçe Mehmed Mazlum Çelik, "Said Nursi 31 Mart'ta gösterdiği tavır gerçekten takdire şayandı. Korkup geri adım atmaması ve mahkemede yaptığı savunma tarihe geçecek cinstendi" dedi.
"Divan-ı harpte bir meydan okuma: Said Nursi'nin savunması" başlıklı yazısında Said Nursi'nin son derece sıra dışı bir isim olduğunu belirten Çelik, "Sultan Abdülhamid'in devrilmesine neden olan 1909 31 Mart Hadisesinden sonra çıkartıldığı Divan-ı Harp Mahkemesi'nde yaptığı savunma son derece şaşırtıcı." diyerek şeriatçılık isnadıyla yargılanan Nursi'nin savunmasına geçmeden önce yaşanan olayları anlattı.
Sultan Abdülhamid devrildikten sonra tam bir cadı avı başlatıldığını hatırlatan Çelik, "Divan-ı Harbi Örfi mahkemesine çıkartılanlar evvela Sultan Ahmet Meydanından geçirilerek duruşma salonuna getiriliyordu. Ve meydan sallanan cesetlerle doluydu. Bu yolla hâkim huzuruna çıkan kişi korkudan eli ayağı tutmaz bir halde kendisine isnat edilen suçları çaresiz ve sessizce kabul makamında bulunuyordu" dedi.
Said Nursi'nin Divan-ı Harb-i Örfi adlı eserinden alıntıları günümüz Türkçesiyle yayınlayan Çelik yazısını şöyle sürdürdü:
Kürt Said, korku bir kenara daha mahkemeye çıkar çıkmaz duruşmanın başkanı Hurşit Bey'e meydan okuyarak sözlerine başlıyordu:
"Ahireti bütün gönlümle istiyorum…
Beni oraya yollamak ceza değildir. Elinizden geliyorsa beni vicdanımla cezalandırınız. Ya yoksa ondan gerisi azap değil, bir şereftir benim için."
Bu konuşmadan sonra sinip yeni hükümetin merhametine sığınacağı yerde işlediği kötülükleri şedit bir biçimde suratına haykırır:
"Bu haydut hükümet, istibdat döneminde akla düşmandı, şimdi ise hayata düşmanlık ediyor. Eğer hükümet böyle olursa yaşasın delilik! Yaşasın ölüm! Zalimler için yaşasın cehennem!"
Sonunda mahkeme üzerindeki şoku attıktan sonra belki de Said'e sorulmaması gereken tek soruyor sorar:
"Sen de Şeriat istemişsin?
"Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira Şeriat; adalet ve fazilettir. Fakat ihtilalcilerin istediği gibi değil."
Mahkemenin devamındaki soru yine Said'in zekâ pırıltılarına sahne olur:
"İttihad-ı Muhammedi'ye dahil misin?
"Maal iftihar en küçük üyelerindenim, fakat benim tarif ettiğim gibi ve bana gösteriniz o ittihattan olmayan kimdir?
Said Nursi savunmasında kendisini bağladığı isimler de son derece şaşırtıcıdır; çünkü tamamı Abdülhamit muhalifi isimlerdir ve ayrıca Yavuz Sultan Selim göndermesi de bölge siyaseti için düşüncelerini de ortaya koymaktaydı.
Ayrıca saydığı diğer isimler de onun İslamcılık fikrinden ne anladığını ortaya koymaktaydı:
"Özetle Sultan Selim'e biat etmiştim. Onun İslam Birliği fikrini kabul ettim. Zira o Kürdleri uyardı, onlar da ona biat etti. Şimdiki Kürtler o zamanki Kürtlerdir. Bu meselede seleflerim Cemaleddin Afgani, Mısır Müftüsü Merhum Muhammed Abduh, Ali Suavi, Hoca Tahsin Efendi, Namık Kemal ve Sultan Selim'dir."
Nihayet Said Nursi, 31 Mart sırasındaki tavrını şu sözlerle ortaya koyacaktı:
"Martın 31. gündeki hareketi iki-üç dakika uzaktan seyrettim. Topluluğun taleplerini duydum. Yedi renk hızla çevrilse beyaz göründüğü gibi diğer taleplerdeki fesadı binde bire indiren yığınları anarşiden kurtaran ve fertler elinde kalan genel siyaseti mucize gibi koruyan ‘şeriat' sözü yalnız göründü. Anladım ki iş fena. İtaat yitik öğüt etkisizdir. Değilse her zamanki gibi o ateşin söndürülmesine teşebbüs edecektim."
Daha önce Abdülhamit'e Yıldız Sarayını üniversiteye çevirmesi ve biriktirdiği serveti halkın eğitimi için harcaması teklifi/eleştirisi yapan Said, bu kez İttihat ve Terakki'yi hedef alacaktı:
"Adı meşrutiyet manası istibdat olan, ittihat ve terakki adını da kirleten bu şube-i hafife (İttihat ve Terakkiyi kast ediyor) muhalefet ettim. Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. Selamet-i millet için bir fikrim var.
…
Övünmek gibi olmasın biz Kürt'üz. Aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.
...
Ben hakiki meşrutiyete bağlandığımdan, istibdat hangi şekli alırsa alsın isterse meşrutiyet elbisesini giyinip onun adını alsın rast geldiğim yerde tokatlayacağım.
…
Ey ulül emr! (Mahkeme heyetine hitaben) kendisiyle milletime hizmet edeceğim bir haysiyetim vardı, kırdınız. Halka nasihatimi tesir ettirdiğim bir şöhretim vardı, mahvettiniz. Şimdi usandığım zayıf bir hayatım var, eğer idamdan esirgersem kahrolayım.
Nursi'nin savunmasının belki de en can alıcı sözleri sona sakladıklarıydı:
"Geçen yıl tımarhanede okuduğum dersi şimdi bu okulda tamamladım. Musibet zamanının uzunluğundan uzun dersler gördüm. Dünyanın ruhani lezzeti ola masum ve mazlum olmamın hüznünden yararlandım. Ümidim odur ki birçok masumun kalbinden elem ve acının hararetiye tütan ah ve vahlar, rahmetli bir bulut oluşturacaktır."
Said Nursi 31 Mart'ta gösterdiği tavır gerçekten takdire şayandı. Korkup geri adım atmaması ve mahkemede yaptığı savunma tarihe geçecek cinstendi. Said Nursi ile ilgili zaman zaman bazı iftiralar ve yanlış yorumlamalar bu değerli aydını özellikle gençler arasında okunup bilinmesini zorlaştırmaktadır.
Said Nursi, köyden çıkıp gelmiş bir koçer değildi. Bulduğu kütüphaneleri adeta yalayıp yutan ve Allah vergisi güçlü bir hafızaya sahip bir mütefekkirdi.
Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin başta olmak üzere Batı meselesini işleyen şairlere şerhler yazacak kadar zihni açık ve günceli takip ettiğini biliyoruz.
Mehmet Akif, Nursi'yi överken de Batı'yı ve günceli bu denli iyi bilirken geleneğe olan vukufiyetine hayrandı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.