DKM üniversite semineri bu hafta ‘Sabır’ konusunu ele aldı

DKM üniversite semineri bu hafta ‘Sabır’ konusunu ele aldı

Diyarbakır Kültür Merkezinde (DKM) yapılan, üniversite seminerini bu hafta ‘Sabır’ konusunu ele alan Dicle Üniversitesi Tarih Bölümünden Mahfuz ESMER sundu.

Risale Haber - Haber Merkezi

Seminerine sabrın tanımıyla başlayan Esmer, “Sabrın "dayanma, dayanıklılık" gibi anlamlara geldiğini, ahlâkî bir kavram olarak; başa gelen musibetlerden dolayı Allah'tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü olduğunu belirtti. Esmer, “Sabrın gâyesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir. Nitekim Peygamber  Efendimiz(s.a.s) de; "Sabır, acı bir olayın yaptığı sarsıntıya karşı ilk anda gösterilen tahammüldür." buyurmuşlardır” dedi.

Allah’u Teâlâ Kuran-ı Kerim’de 70’den fazla ayette sabırdan ve sabredenlere verilecek mükafatlardan bahsederek sabrın mahiyetini bize bildirdiğini hatırlatan Esmer; Peygamberimiz (a.s.m) da hadislerinde sabrın önemini vurgulamışı bir hadisinde şöyle demiştir: “İman iki eşit parça olup, bu parçalardan biri şükür diğeri sabırdır.’’

Sabrın çeşitlerinin olduğunu söyleyen Esmer, “Üç çeşit sabır vardır; taat üstünde sabır, masiyetten sabır ve musibete karşı sabır. Taat üstünde sabır, insanın salih amel konusunda usanç duymaması, nefsinin bütün itirazlarına, şeytanın bütün oyunlarına karşı taviz vermeden daima ibadetlerini yerine getirerek ilerlemesidir. Masiyyetten sabır, günah işlememeye sabretmek demektir. Ahir zamanda olmamız sebebiyle günahlar üzerimize sel gibi akmaktadır. Yaşadığımız her an ve topluma karıştığımız her vakit ister istemez binlerce günaha maruz kalıyoruz. Bu günahlara girmemek, karışmamak ve bunlardan korunmak için çok büyük bir sabır kuvvetine ihtiyacımız var. Musibete karşı sabır, insanı bir imtihan sorusu olarak yoklayan ve onun manevî terakkisinde büyük rol oynayacak olan hastalıklara, musibetlere, kıtlıklara, yokluklara, ölümlere, ayrılıklara karşı sabır göstermektir. Bu dünya kimsenin rahat etmesi veya herkesin istediği şeyi yapması için yaratılmamıştır. Bu dünya bir imtihan meydanıdır ve başımıza gelen musibetler ve bunlara karşı olan sabrımız da bu imtihanın önemli aşamalarındandır. Üstad Hazretleri de bu konuda; “Bu hizmet-i Nuriyede şimdiye kadar başımıza gelen belalar yüz derece ziyade olsa yine ucuzdur; biz kazanıyoruz. O belalar,  ehemmiyetsiz fani şişelerimizi ve cam parçalarımızı kırmalarıyla, baki ve uhrevi elmasları bize kazandırıyorlar diye sabır içinde şükretmeliyiz ve sevinmeliyiz bildim .’’ demiştir” dedi.

Sabır konusuna  verilecek en güzel örneklerden birinin de Hz.Yusuf (a.s) olduğunu söyleyen Esmer seminerine şöyle devam etti:

Yusuf (a.s) daha çocukken kardeşleri tarafından kuyuya atılmış, köle olarak satılmış ve çok çirkin iftiralara ve işkencelere maruz kalmıştır. Ancak Hz. Yusuf Rabbine sığınınca ve durumuna şükredince Cebrail(a.s) ’’Ey Yusuf! Allah sana selam etti ve dedi ki; Sabret, çünkü sabır bütün müşkülatların anahtarıdır. Onun akıbeti selamettir.’’ diye vahiy getirmiştir.

Sabır Kuvvetinin Kullanılma Tarzı

Cenab-ı Allah yaşayacağımız her elem, musibet ve fenalığa karşı kafi gelecek bir sabrı bizlere ihsan etmiştir. İnsanların bu sabrı evham ederek dağıtmadan kullanması gerekmektedir. Çünkü;  toplumun fani dünyayı baki kabullenmesiyle sabır kuvvetini geçmiş ve geleceğe dağıtıp, içende yaşadığı duruma, musibete karşı sabrı kafi gelmez olmuştur. Bu da insanları sabretmekten ziyade şikayet etmeye ve isyana doğru sürükler. Sabırsızlık gösterir duruma sokar. Özellikle geçmiş ve henüz gelmemiş musibetlerden şekva edip sabırsızlık etmek, hayat-ı cismaniyemize oldukça ağır bir davranıştır. Geçmişte ya da henüz gelmemiş durumlara şekva etmektense geçmişten ders alıp önüne bakmak aşikardır. Zira henüz gelmemiş musibete dert yanmak delilik, ahmaklıktır.

Sabır Kahramanı Hz Eyyüb’ün(a.s) kıssasına da değinen Mahfuz ESMER; Ahir zamanın manevini hastalıklarını göz önünde bulundurarak, Hz Eyyüp’ten (a.s) daha çok hasta olduğumuzu ve yaralarımızın daha tehlikeli olduğunu hatırlatıp seminerini bitirdi.