Dördüncü Şua benim için bir istasyon gibidir

Dördüncü Şua benim için bir istasyon gibidir

Adeta bir istasyon gibidir benim için Dördüncü Şua

Risale Haber-Haber Merkezi

Mustafa Ulusoy, "Karşılıksız aşklar nasıl boşa gitmeyebilir?" yazılarına devam ediyor. Zaman'daki yazısında Dördüncü Şua'ya dikkat çeken Ulusoy, "Zamanın Bedii" dediği Bediüzzaman Hazretlerinin hayatının çok zor bir dönemden geçtiği sırada, “HasbunÂllâhu ve ni’mel vekîl” ayetine müracaat ettiğine dikkat çekti.

Ulusoy'un yazısı şöyle:

Cümleler zihnimin bir köşesini daimi mesken tutmuştu.
Ne zaman okusam, o üç cümle adeta, kesin bir buyrukla “Dur burada” der, ben de gayri ihtiyari durur, düşünür, kendimce anlamaya çalışırım. Adeta bir istasyon gibidir benim için Dördüncü Şua. Hayat yolculuğumda bu istasyonda ara ara durup dinlenmeden, hayatıma devam edemem.

Karşılıksız aşkların hikmetini anlamak için de bu durakta durdum.

Hayatı çok zor bir dönemden geçtiği sırada, “HasbunÂllâhu ve ni’mel vekîl (Âl-i İmrân: 173.)” ayetine müracaat eden Zamanın Bedii, ayetin şunu dediğini hisseder: “Sana hayatı veren Zât-ı Hayy-ı Kayyûma göre hayata bak.” O da öyle bakar ve şunu görür: “Hayatımın bana bakması bir ise, Zât-ı Hayy ve Muhyîye bakması yüzdür. Bana ait neticesi bir ise, Hâlıkıma ait bindir. O cihet uzun zaman, belki zaman istemez; bir an yaşaması yeter.”

Mesut geçen kırk yıl ve...

Okuduğum cümlelerin rüzgarıyla birden zihnim pupa yelken, düşünceler denizine açılıyor.

“Bak, sana müthiş bir aşk hikayesi anlatayım,” diyorum. O eğik duruşu dikleşiyor. Aşk hikayeleri neden herkesin üstünde büyüleyici bir merak uyandırır?

“Birbirlerini ilk gördükleri anda, aradığım kişi bu demiş her ikisi de,” diye lafa başlıyorum, pür dikkat kesilmiş ilgisini daha fazla bekletmemek için. Ben ilk cümlemi tamamlar tamamlamaz, yüzüne, “Nerede bende öyle bir şans,” der gibi bir ifade yerleşiyor. Ya da bana öyle geliyor. Merakını diri tutmanın hazzıyla devam ediyorum. “Kırk yıl birlikte yaşamışlar, birlikte yaşlanmışlar.” Susuyorum.

“Ee, bu kadar mı?”

“Daha ne olsun ki? Kırk yıl, düşünebiliyor musun? Mutlu mesut geçen kırk yıldan söz ediyoruz.”

“Sonra ne olmuş?” diyor merakla.

“Sonrası biraz hüzünlü,” diyorum derin bir iç geçirerek. “Kadın şimdi çok mutsuz.”

“Niye ki, kocası başkasına mı gönlünü kaptırmış?” diye atılıyor endişeyle.

“Yok, hayır,” diyerek başımı iki yana sallıyorum. Birkaç saniye sessizce boşluğa bakıyorum. “Adam kalp krizinden ölmüş aniden.”

Bu hikayenin benimle ne ilgisi var, dercesine bakıyor bana.

“Kadın ve erkek dünyada hemen herkesin sahip olmak istediği şeye sahip oldular: Sevmek ve sevilmek. Sence bu hikâyede aşk vazifesini tam olarak yerine getirdi sayılabilir mi? Neticede yine ayrıldılar birbirlerinden.”

“İyi vallahi,” diye çıkışırcasına lafa giriyor, “Öleceğiz diye kimse kimseyi sevmesin o zaman.”

“Yo, öyle bir şey söyleyemem. Söylemeye çalıştığım başka bir şey. Hayatın kendisinin ve hayat içinde yaşadıklarımızın bize bakan bir yüzü, Yaratıcıya bakan belki bin yüzü; bize ait bir neticesi, Yaratıcı’ya aitse belki bin neticesi var. Aşkın da öyle. Aşkın bize bakan yönü, birine bağlanma sağlaması. Karşıdaki insan da bize bağlanırsa, bu bağlanma iki insanı senelerce bir arada tutar. Karşılık bulamayan bir aşkın ya da karşılık bulmuş ama anlattığım hikayedeki gibi ölümle yitirilmiş bir aşığın kalpteki aşkı hâlâ vazifesini yerine getirmeye devam ediyor olabilir.”

Aşk karşılık bulmasa da anlamlıdır

“Nasıl ama?”

“Bir insana bağlanmak, aşık olmanın bir de O’na bakan yüzleri var. Yaşadığımız bu duygu yoğunluğundan ortaya çıkan ve O’na ait olan neticelerini de hesaba katmalı. Yaşadığımız her hal ile, O’nun sonsuz isimlerinin tecellisine mazhar oluyoruz. Der ki biri, ‘Mahiyet-i hayatım… Hayy-ı Kayyûmun mânidar ve kıymettar isimlerini bilen, bildiren, fehmedip tefhim eden yazılmış bir kelime-i hikmettir.’ Karşılık bulamadan da aşk anlamlıdır yani.”

“Hâlâ pek bir şey anladığımı söyleyemem.”

“Aşkımıza karşılık bulmamız, birisi tarafından sevilmemiz, karşılıklı bağlanmak halimiz, duygularımızın bize bakan yönü. Bu gerçekleşmese dahi, duygularımız hatta çektiğimiz acılar, içimizin bir yangın yerine dönmesi; bu yaşadıklarımızın hepsi, O’nun sonsuz isimlerinin tecellisine mazhar olma hali olduğundan anlamsız değil, boşu boşuna yaşamak değil.”

“Mesela ben, aşık oluyorum, sevdiğim şahıs bana zerre kadar bir şey hissetmiyor ama yine de bu halim mesela O’nun Vedud isminin tecellisine mazhar olma hali oluyor.” Susuyor. Dilinin ucundaki cümleyi sezinliyorum sanki.

“Ve böylelikle ister karşılık bulayım ister bulamayayım, aşk halim sonsuzlaşıyor, ebediyete gidiyor, boşa gitmiyor yani? Yani bu karşılıksız sevgi de bir mana taşıyor, öyle mi?”

“Sanırım öyle,” diyorum. “En azından benim anlayabildiğim şey bu.”

“Kalpteki duyguları, isimlerin tecellisi olarak görünce, karşılık bulamamak hatta ölmek bile önümüzü kesemiyor, çünkü ebediyete uğurlamış oluyoruz bu duyguları. Kadın, kocası ölse de ya da ben karşılık bulamasam da duyulan sevginin O’nun Vedud isminin tecellisi olma hali devam ediyor.”

“Ölümün önünde diz çöken şeyden ne hayır gelir ki zaten.” diyerek ona katılıyorum.