Kadir AYTAR
Dostluklar ve mekânlar
Dostluğun sembolü, Allah dostu Hazret-i İbrahim’in mekânındayız. İnsanları, tarihi mekânları, balıklı göl, hepsi bana bir dost göründü. Ta ezelden beri tanışıkmışız gibi, dostluğun derinliklerinde gezdim.
Göldeki balıklara yaklaştıkça onlar bana daha da fazla bir coşkuyla yaklaşıyorlardı. Dostluğumuz ta Hz. İbrahim’e kadar dayanıyor olmalıydı.
Sahte tanrı Nemrut’un onca saltanat ve gücüne rağmen mağlubiyetini, tek başına kalmış Hz. İbrahim’in acziyetinin arkasındaki saltanat ve iktidarını seyrediyorum berrak gölün tarih aynasında.
Ateş emir tahtında hareket ediyor, asıl sahibinin emrine amade çiçekler açıyor, alevler kuru odunlara hayat veriyor, kül yerine gül, yanık yerine balık oluyor.
Yaştan kuruyu, kurudan yaşı, kesif maddelerden şeffaf ve latif şeyleri yaratan ve Nemrutların gözüne gözüne sokan, onlara bir hiç olduklarını yüzlerine çarpan Rabbime şükürler olsun.
Hangi Nemrut, hangi şeddat, hangi zalim dünyada baki kalabilmiş ki? Onlar da bir “batıp gidenleri sevmem” tahkikat trenine bindirilip paketlenmişler, onlar da ufül edip, terk-i dünya eylemişler. Ne kadar ayak direseler de, hakikate gözlerini kapasalar da muhakkak olan cehennem çukurlarına düşmekten kendilerini kurtaramamışlar.
Ateşi gül gülistana çeviren Rabbim neye malik değil ki? Tarih sahnesinden nice zalimler, kendini beğenmişler ve haddini bilmezler gelip geçmişler ki saymakla bitmez. Hiçbiri de dünyada kalamamışlar, acziyet ve perişaniyet içinde göçüp gitmişler. Kimisi bir sineğin, bir karıncanın, kimisi de bir rüzgârın, bir ateşin maskarası olmuşlar.
Ama Halilullah’ın dostluğu değişmez bir hakikat olarak hep baki kalmış, hep baş tacı olmuş, ta günümüze kadar silsile halinde bize kadar intikal etmiş, Habibullah’ta zirveye erişmiştir.
Tarih iyi bir nâsihtir. Ama nasihat alan kim? İnsanlık can çekişiyor. Dostluk yerine zulmü, inadı, haksızlığı seçenin, bile bile kendilerini ateşe atanların haddi hesabı yok.
Muhakkak ki hak galip olacaktır. İbrahim Halilullah (a.s.)’da, Habib-i Ekrem (s.a.v.)’de putları kırmış. Putun, putperestin kökü bitmiyor ki… Putlar kimi zaman taştan topraktan, kimi zaman tahtadan helvadan yapılmış, renkten renge, şekilden şekle girerek devam ettirilmiş.
İçimizdeki nefs-i emaremiz ve şeytanımız ölmedikçe de bu böyle devam edecektir.
Günümüzde de benler özene bezene yontularak putlara, tabiat da gelin gibi süslenerek tagutlara dönüştürülmüş, mal, mülk, makam, mevki kutsanmış, suretperestlik ve tenperverlik zamana hükmeder olmuştur.
Bediüzzaman asrımızın putları olan eneleri “ey nefsim baltası”yla kırıyor, tagutları da “marifetullah” bombasıyla putperestlerin başlarına yıkıyor, yerine dostluk, muhabbet, şefkat ve tefekkür sarayını imar ve inşa ediyor, dostu dosta kavuşturuyor.
İslam dostluktur, dosta teslim olmaktır. “Dost istersen Allah Yeter” sözü baş tacımız olmalı. Çünkü hakiki dost O’dur. Bediüzzaman İbrahimî bir dostluğun yeni temsilcisi ve tebliğcisidir.
Eskiden olduğu gibi bu gün de Müminlerin kurtuluş reçetesi haliliye/dostluk mesleğinde ve hıllet meşrebinde yatıyor. Çünkü en yakın dostu, en fedakâr arkadaşı, en güzel takdir edici yoldaşı ve en civanmert kardeşi ancak bu meslek ve meşrepte bulmak mümkün.
İman dostluğu insana hem dünya saadeti kazandırıyor, hem de ebedi ölümlerden ve çürümelerden kurtarıp mesrurane bekleme salonlarına yerleştiriyor.
Dostluğun çekim merkezi Şanlıurfa’da Hz. İbrahim Halilullah’ın ve Bediüzzaman’ın makamları var. Bu makamlar Allah’ın izniyle ve iradesiyle putları kırmaya, hakikat nurlarını saçmaya şüphesiz devam edecek.
Risale Akademi'nin AKAV, Şanlıurfa Valiliği ve Şanlıurfa Belediyesi ile birlikte düzenlemiş olduğu 1 Hz. İbrahim ve Dostluk Sempozyumu bunun güzel bir göstergesi değil mi?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.