Bayramın kollarında.. Urfa'da

Gökten inerken.. Yağmur, dolu, soğuk ve insan; bir de melekler...
Şiddetli bir soğuk, sonra 'ciğersûz' bir ateş içinde kokusu tüm sokakları kaplayarak Güneş'in...
Lâ uhubbil âfilin...

İpek Palas otelinin basamaklarını ikişer, üçer çıkarken telaşla, aynı dakikalarda.. Masûm bir ruh diğerine, başını, emanet verir gibi bırakıyor... Bir müjdenin kolları gibi kucaklıyor Bayram'ını... O dahi anlamıyor.. zira, iki masûm birbirini gölgelemez, bu yüzden resim de vermez...

Basamaklar bitiyor, merdiven: ucu açık, sonsuz bir son. Kardeşim, Üstadımız vefat etmiş.

Cenazesi büyük bir kalabalıkla İbrahim Peygamberimizin kucağına bırakılıyor. Bir süre sonra ise, Nemrut'un yalancı kanatları açılıyor, bilinmeyen bir yere götürülüyor.

Ancak, hakikat sonunda bilinen birşey olduğundan, bir sinek kanadı bile Nemrudun örtüsünü kaldırabilecektir ve öyle de oluyor. Yıllar sonra, yeniden, masum başını Bayram'ın kollarında buluyor. İkinci kez, toprağa bırakıyor Üstad'ını...

Bayram'dan başka bir iki talebesi dışında mezarı bilinmeyecektir; bu demektir ki, diğer talebeler hep arayacaklardır.

***

Urfa, güneşiyle birlikte her bayram bir kez daha haşroluyor. 23 Mart, sessizlik ve huzurlu bir Nevruz günüdür...

Her sene yeni bir talebenin, Bayramın kollarındadır; müjdeler tahakkuk ediyordur.

Üstad'ının "yıkılmış bir mezarı(m )ki yığılmıştır içinde..." seksen küsur Said içiçe, biri alınsa diğerleri hâlâ içindedir.. yanında ateşin doğurduğu 'su içre susuz balıklar' arasında İbrahim Halilullah'ın 'Dost yüzünden', 'dost yüzü' ne bakarken.. bir taziye evi sessizliğinde, düğün evi neş'esinde, zikir meclisi şevkinde, çay içen dervişler zevkinde, abidlerin huşûu içinde, talebe tedirginliğinde...

Bir odası tekke, biri zaviye, biri medrese, birisi mektep; hepsi büyük bir salona açılıyor. Salonun ortasında toplanan kalabalık, ortada kayıp bir mezar...

Nur'un bayramının kollarında talebenin, Üstad'ını anarak, 'ektiği tohumların' yeşerdiğini fısıldayarak... 

Yeni medresenin talebesi, Balıklıgölün ışıltıları arasında bir ışıltı gibi hareket eden beyaz sarığını omuzlarından bırakarak odasına giriyor.

***

Urfa büyük bir medrese: İbrahim Peygamberin açtığı, anahtarı, Muhammedi Arâbî'nin (asm) Nur'uyla ışıdığı yolunun gözlerinde parladığı Zehra okuması...

Urfa sulhun ve sükûnetin şehridir. Düzenin, birlikteliğin, dostluğun şehridir. İlmin ve kalıcılığın şehridir.

Ayakta durmanın değil de, oturup birşeyler yemenin ve içmenin; sohbetin şehridir. Okumak, okumak, okumaktır. Acının ağızda yoğrulup dilde tada dönüşmesidir.

Vefadır, safâdır; Doğunun Kurtuba'sıdır. Peygamberlerin verdikleri nefesleri israf etmeden tekrar kullanmanın bahtiyarlığıdır.

İbrahim peygamberi ıslatan ateş, Eyüp aleyhisselamın yaralarını akıtan su Urfa'dır. Ömrü savaş meydanlarında, divan-ı harplerde, memleket hapishanelerinde geçen Bediüzzaman'ın, nihayetinde heybesindeki yaralarını, (sepetindeki varlığını) gelip bıraktığı topraktır...

***

Son nefes, her nefesin birden verilmesi gibidir. Bediüzzaman'ın 'tam nefes'i Urfa'da demektir. Şifa bulduğu yer demektir. Hem içindedir, hem dışında.. hem de sınırında beklemektedir.

Son gayretinin, acelesinin, ecelinin, çocuksu heyecanının.. artık gitmek, Urfa'ya gitmek, Urfa'da ölmek istemesinin.. beklenmenin tarifsiz gerçekliğinin peşinde.. beklendiğini bilmenin, telaşının, koşmasının.. birinci, ikinci, üçüncü Said'lerin birden, ard arda.. sonra, habersiz, sessizce ve gizlice ölmesinin yeri ve zamanıdır.

Tam yeri ve tam zamanı Urfa'dır. Tamamlandığı; ömrünün, eşyanın, tarihçe-i hayatının, mesleğinin ve meşrebinin mebde ve müntehası Urfa'dadır. Urfa bir son düğümdür...

Bediüzzaman'ın sıla-i rahmidir; vav'ın kıvrılıp aslına rucu etmesidir. Gizlice gelmesinin, gizlice ölmesinin, mezarından gizlice alınmasının, gizlice kaçırılmasının, gizlice bulunmasının, gizlice taşınmasının, gizlice kalmasının, gizlice okunmasının, gizlice anlaşılmasının, gizlice görünmesinin, gizlice haşr'olmasının; 'gizlerin Bediüzzaman'ı'nın toprağı Urfa'dır.

Urfa'nın toprağı tümüyle gizleri içinde saklamıştır. Toprağı da, suyu da, taşı da, insanı da mübarektir; masumların sır sandığıdır.

Urfa aynı zamanda sırların çözülmesidir; açılmaktır, fetihtir. Fethin ilk açılan kapısıdır. Bu nedenle, Urfa medeniyet demektir.

Medeniyet insaniyet demektir. İnsaniyet-i kübra ise ittihad, ittifak ve iltihak demektir.

***

İttifak tembellerin işi değildir. Hele de iltihak azizlerin işidir. İttihad kalpte açılan tevhiddir, her mü'minde sabittir.

Her biri bir basamaktır. Taklidden tahkike, tahkikten ilmelyakine, ilmelyakinden aynelyakine, aynelyakinden hakkalyakinedir. Bunları sudaki balıklar bilmese de talebeler hem bilir hem de her birinin yetmiş tane yorumunu yapabilirler. Şöyle ki:

Basamaklar bir iniş, bir çıkıştır; her bitiş de bir sudur. Nurlar tasavvur değil hakikattir.

Suyun bitişi yoktur; suyun kıyısı vardır. Her kıyıdan yeni basamaklar başlar. Birer ikişer istidadına göre çıkılır. Medresenin tekrar bir odasına geçilir. Okunur, okutulur, dinlenir, dinlenilir. Göz seyrederken, akıl, kalp, ruh, duygu ve latifeler de hisselerini alırlar. Bir içişte içilir gibi birden alınır. 

Hîlletin yüksek kulesine böylece çıkılır.

"Risâle-i Nur’un mesleği hıllettir. Ve Urfa ise İbrahim Halîlullah’ın bir menzilidir… İnşâallah bu meslek-i hilet-i İbrahimiye orada parlayacaktır. Hem ihtimal kavidir ki… Bu dehşetli semli hastalıktan kurtulsam gelecek kışta Urfa’ya gitmeyi cidden arzu ediyorum." (Said Nursi)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum