Dua ediliyor cevap verilmiyor mu diyorsun?

Dua ediliyor cevap verilmiyor mu diyorsun?

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Sekizinci ders

وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَادِى عَنِّى فَاِنِّى قَرِيبٌ اُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِ
1

اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ
2

قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاۤؤُكُمْ
3

Şu âyetler, duanın, mühim bir esas-ı ubudiyet olduğunu gösteriyor.

Ey hakikat-i hâlden gâfil müddei! Dâvâ ediyorsun ki: “Dua ediliyor, cevap verilmiyor. Âyet ise, âmmdır.”

Evvelen: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Belki cevap vermek daimîdir. Fakat is’âf-ı hâcet, mücîbin hikmetine tâbidir. Meselâ, sen tabibi çağırıyorsun. Dersin ki: “Ey hekim!”

O da cevaben, “Lebbeyk” der.

Sonra dersin, “Bana şu taamı veyahut şu dermanı ver.”

Hekim bazan münasip gördüğü matlubu aynen verir; bazan istediğinden daha âlâsını verir; bazan da, senin hastalığına zarar olduğu için, cevap verdiği halde sana birşey vermez.

Dua, bir nev’i ibadet olduğu için, hâlis olmak gerektir, ta ki kabul olunsun. İbadetin semeratı ise uhrevîdir. Dünyevî işler, o ibâdâtın evkat-ı mahsusalarıdır. Meselâ, yağmursuzluk, yağmur namazının vaktidir. Namaz, yağmur yağması için vaz edilmemiştir. Umur-u dünyeviye niyet edilse, o ibadet olan dua halis olmadığı için kabule lâyık olmaz.

Evet, nasıl ki gurub, mağrib namazının vaktidir. Ay ve güneşin tutulmaları da, salâtü’l-küsuf ve’l-husuf denilen iki ibâdât-ı mahsusanın vaktidir. Yoksa gaye değil ki, namaz kılmakla, ta güneş ve kamer açılsınlar. Çünkü, güneş ve kamerin açılmaları zamanı muayyendir. Fâtır-ı Zülcelâl, bu iki âyât-ı azîmin nikabı zamanında, yani perdelendikleri zamanda, ibâdını, ibadete davet eder.

Onun gibi, yağmursuzluk da, yağmur namazının vaktidir; yağmurun gelmesinin gayesi değil. Yağmursuzluk devam ettikçe, ol veçhile Allah’a ibadet devam eder. Yağmur geldiği vakit, vakti kaza olur.

Onun gibi, zâlimlerin tasallutu ve beliyelerin nüzulü zamanları, bazı ed’ıye-i mahsusanın evkatıdır. Belki de o beliyeler, o duaları söylettirmek içindir. Yoksa o dualar, sırf o beliyelerin def’i için değildir. Belki, bir nev’i ubudiyet olan o dualar, o beliyyelerin devamı müddetince devam ederler. Eğer duaların berekâtıyla beliyeler def’ ve ref’ olunsalar, nurun alâ nur. Şayet ref’ olunmazlarsa, denilemez ki, “Dua kabul olunmadı.” Belki, “Duanın vakti bitmedi” denilir. (Nur'un İlk Kapısı)

1-“Kullarım senden Beni sordukları vakit de ki, muhakkak Ben çok yakınım. Bana duâ ettiği zaman, duâ edenin duâsına cevap veririm.” Bakara Sûresi, 2:186.
2-“Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60.
3-“De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” Furkan Sûresi, 25:77.

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
âlâ : daha üstün, daha değerli
âmm : genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten birçok ferde birden delâlet eden lâfız; cemaat, kavm lâfızları gibi
daimî : devamlı, sürekli
dâvâ etmek : iddia etmek
derman : ilâç
dünyevî : dünyaya ait
esas-ı ubudiyet : kulluğun esası, özü
evkat-ı mahsusa : özel vakitler
evvelen : ilk olarak
gâfil : sonundan ve sorumluluklarından habersiz
hakikat-i hâl : durumun gerçek yönü
hâlis : içten, sırf Allah rızası için, samimî
hekim : doktor
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılma sıfatı veya onun tecellîsi
ibâdât : ibadetler
is’âf-ı hâcet : ihtiyacına koşmak, yardım etmek, ihtiyacına cevap vermek
lebbeyk : “Buyurun, emredin”
:
matlub : istenilen, arzu edilen şey
mücîb : bütün dualara cevap veren Allah
müddei : iddiacı, iddia eden
mühim : önemli
nev’i : çeşit, tür
semerât : meyveler, neticeler
taam : gıda, yiyecek
tâbi : bağlı
tabip : hekim, doktor
uhrevî : âhirete ait
âyât-ı azîm : büyük deliller
beliye : belâ, musibet
berekât : bereketler
def’ ve ref’ olunma : ortadan kalkma, savılma, uzaklaşma
def’ : uzaklaştırma
ed’ıye-i mahsusa : özel dualar, belli vakitlerde yapılan dualar
evkat : vakitler
Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan ve herşeyi harika san’atıyla yaratan Allah
gurub : güneşin batışı
hâlis : içten, sırf Allah rızası için, samimî
ibâd : kullar
ibâdât-ı mahsusa : hususî, özel ibadetler
ibadet : Allah’a kulluk yapma
mağrib namazı : akşam namazı
muayyen : belirlenmiş, belirli
nev’i : çeşit, tür
nikab : perdelenme, örtünme; tutulma
nurun alâ nur : nur üstüne nur
nüzul : inme
ref’ olunma : ortadan kalkma, yok olma
salâtü’l-küsuf ve’l-husuf : güneş ve ayın tutulmaları zamanında kılınan namaz
tasallut : sataşma, baskı kurma, hâkim olma
ubudiyet : kulluk, ibadet
umur-u dünyeviye : dünyaya ait işler
vakti kaza olmak : vakti bitmek, zamanı sona ermek
vaz edilmek : konulmak
vecih : yön