Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Dünden bugüne Ayasofya (IV)

1960 darbesinden bir müddet sonra, Adalet Partisi’nin koalisyon ortağı olduğu hükümet döneminde de Ayasofya’nın yeniden cami olarak görevine devam etmesi için konu yoğun ve hararetli bir şekilde siyasetin gündemine gelmiştir. Aslında bu konu çok partili siyasi hayata geçildikten sonra düşük veya yüksek frekanslarla hep siyasetin gündeminde kalmaya devam etmiştir. Fakat maalesef konu ile ilgili olarak ciddi ve sonuç getirici bir adım atılamamıştır. Bu konu ile ilgili gelişmeleri Yıldıray Oğur bahse konu yazısında şu şekilde anlatmaktadır:

“Ayasofya’nın müzeden yeniden camiye çevrilmesi için ilk önerge 27 Mayıs darbecilerinin hala fiilen yönetimde olduğu 1965 yılında Cumhuriyet Senatosu’nda verildi. Adalet Partisi İzmir Senatörü Ömer Lütfü Bozcalı (Said Nursi’nin avukatlarından), o günlerdeki Ayasofya’nın tekrar kiliseye çevrilme tekliflerine ve Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına tepki göstererek hükümetten Ayasofya’nın camiye çevrilmesini istedi.

Kıbrıs olaylarının zirvede olduğu, Türkiye ile Yunanistan ilişkilerini gerildiği günlerdi. Herhalde bir gözdağı vermek için teklif senatoda kalmadı, Başbakan yardımcılığını Süleyman Demirel’in yaptığı Süleyman Hayri Ürgüplü’nün Başbakanlığındaki koalisyon hükümeti konuyu Diyanet İşleri Başkanlığı’na sordu.

Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tevfik Gerçeker “Ayasofya müzesinin müze halinde olmasına rağmen içinde ibadete mani bir durum olmadığına” dair görüş bildirdi. Ardından bir adım atılmadı ama bu girişim, bir kaç ay sonra yapılan 1965 seçimlerinde, sandıktan rekor bir oyla tek başına iktidar olarak çıkacak Demirel ve Adalet Partisi’nin seçim kozlarından biri haline getirmişti Ayasofya’yı.

Adalet Partisi iktidara gelirse Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılacağı her yerde konuşulmaya başlanmıştı. Nitekim seçimlerin ardından halktan, muhafazakâr çevrelerden ve gazetelerden yeni hükümete Ayasofya ile ilgili sorular ve talepler gelmeye başladı. Demirel hükümetinin Devlet Bakanı Refet Sezgin, bu sorulardan birine “Vatandaş olarak Ayasofya’nın cami haline ifrağına ve ibadete açılmasına muvafık mütalaa ediyorum. Hükümet üyesi olarak bu meseleyi hukuki durumu bakımından yetkili kurullara götürüp tektik etmesinin kararındayım. Ben şahsen bunun ibadete açılmasını talebeliğimden beri düşünürüm” diyerek cevap verince büyük bir tartışma çıktı. Laik medya bu açıklamalara tepki gösterirken, Adalet Partisi kongreleri ve toplantılarında partililer “Ayasofya, Ayasofya” diye tezahürat yapıyordu. Başbakan olarak düzenlediği ilk basın toplantısında Demirel’e de Ayasofya soruldu.  Demirel ustalığını konuşturup, açık kapı bırakarak cevap verdi:

“Ayasofya’nın ibadete açılması hakkında öteden beri çeşitli yollarla yetkili mercilere intikal etmiş dilekler mevcuttur. Son zamanlardaki dilekler evvelki isteklerin tekrarı mahiyetinde yine yetkili kurumlara intikal etmektedir.”

Daha sonra yine bir gazetecinin sorusu üzerine “Böyle bir şey bize intikal ederse düşünürüz” diye cevap verdi,  kapıları kapatmadı. Kapıyı kapatan ise Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel oldu. Gürsel Ayasofya tartışmalarını soran bir gazeteciye “Çok fena söylerim, söyletmeyin bana. O devirler geçti. Ayasofya ile cami ile medrese ile uğraşacak vakit geçti. Memleketin bin bir derdi, meselesi var, asıl onlarla uğraşalım” dedi, bu sert cevap Demirel için Ayasofya konusunu bir süreliğine kapattı.

1967’de Türkiye’yi ziyaret eden Papa 6. Paul’ün Ayasofya’da diz çöküp 45 saniye dua etmesiyle tartışmalar yeniden alevlendi, MTTB’li öğrencilerin Ayasofya’da namaz kılma eylemleri başladı.

Adalet Partili siyasetçiler, bu tepkilere karşı gazetelere ve halka bu konunun zamana bırakılması gerektiğini söylemeye devam ettiler. 1973 seçimleri öncesinde de gazetelerde seçimi AP kazanırsa yarım kalmış Ayasofya işinin halledileceği yazılıp çizildi. 1970’lerin ikinci yarısında o beklenen iktidar Demirel-Erbakan ve Türkeş’li Milliyetçi Cephe hükümetleriyle geldi.  Hatta bu hükümet sırasında İstanbul’da yapılan bir İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları zirvesinde Ayasofya’da namaz kılınmasına izin verilmesi de tartışıldı. MSP’li bakan Hasan Aksay, Başbakan Demirel’e mektuplar yazarak Ayasofya’nın cami olarak açılmasını istedi. Ama ellerinde yeterli güç olmasına rağmen MC hükümetleri de Ayasofya’yı ibadete açamadılar. Koalisyon dağılınca 1977 seçimlerinde Ayasofya’yı cami olarak kim açacak meselesi Demirel ile Erbakan arasında polemik konusu olmaya devam etti. (1)

Mukaddes Emanetlerin İstanbul’a getirildikten sonra, Topkapı Sarayı’nda özel Hırka-i Saadet bölümü oluşturulmuş ve bu mukaddes emanetler burada muhafaza edilerek, özel günlerde ziyarete açılmaya başlanmıştı. Yavuz Sultan Selim’in emriyle bu bölüme kırk hafız atanmış ve yirmi dört saat boyunca kesintisiz Kur’an-ı Kerim okunmaya başlanmıştı. Bu güzel gelenek kesintisiz 420 yıl kadar sürmüştü. Peygamber Efendimizin(A.S.V) ruhaniyetine saygının ifadesi olan bu güzel uygulamaya da, yine bu sıralarda sessiz sedasız son verilmişti. 14 Ekim 1979 tarihinde yapılan ara seçimlerde sonra kurulan Adalet Partisi azınlık hükümeti tarafından, 13 Temmuz 1980 tarihinde Hicri 1400 yılının Ramazanının birinci gününde Hırka-i Saadet Dairesinde bu güzel gelenek yeniden başlatılmıştır. 12 Eylül İhtilalinin ardından bu dairede susturulan Kur’anlar, daha sonra yeniden okunmaya başlanmıştır.

Yine, Adalet Partisi azınlık hükümeti tarafından, Ayasofya Cami’sinin Hünkâr Mahfili 8 Ağustos 1980 tarihinde ibadete açılmış, dört minaresinden de ezan okunmaya başlanmıştı. Hem Hırka-i Saadet Dairesi, hem de Ayasofya Camileri bu günlerde büyük bir kalabalığa sahne olmuş, bu durum halkın büyük bir teveccühü ve ilgisine mazhar olmuştu. Ancak 12 Eylül 1980’de yapılan askeri ihtilalden hemen sonra Ayasofya Camisinin ibadete açılan Hünkâr Mahfili bölümü tamirat bahanesiyle yeniden ibadete kapatılmıştır.

Ayasofya Camisinin bu mahzun hali ehl-i iman tarafından her vesile ile dile getirilmekte, yine asli ve büyük manevi manaları ihtiva eden vazifesine dönmesi için dualar edilmektedir. Bunun da elbette bir vakt-i merhunu vardır ve bu bizim malumatımız haricindedir. Fakat Ayasofya’nın yeniden eski mühim vazifesine döneceği, buralarda namazlar kılınıp, ezan ve Kur’anların okunacağı konusunda en ufak bir şüphemiz yoktur.

Ayasofya’nın yeniden asli vazifesine döndürülmesi, Merhum Muhammed Fatih Han’a karşı da bir vicdan borcumuzdur. Meleklerin ve bütün mahlûkatın lanetinden kurtulmak için de alınacak bu karar çok büyük bir manevi fütuhat olacaktır. Sultanahmet ve Ayasofya camilerinin ifa ettiği misyonlar, cami olarak aynı olmakla birlikte, mana olarak çok farklıdır.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Talebelerinden Selahaddin Çelebi, ziyaretlerinden birinde Ayasofya hakkında düşüncelerini sormuş ve şu cevabı almıştı:

 

‘'Ayasofya, Hristiyanlığın, İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.’’

Muvakkat bir arıza ile buna bir fasıla verilmesi,  maalesef yapılan büyük bir tahribatının neticesidir ve bu arıza elbette geçicidir. Bu milletin manevi değerlerine, tarihine, inancına bağlı olan nesiller,  bu geçici arızayı düzeltmek için elbette ellerinden gelen bütün gayreti göstereceklerdir.

Bediüzzaman Hazretleri, Ayasofya Camisi ile ilgili olarak çok çarpıcı ifadeler kullanmaktadır. “Hem bu kahraman milletin ebedî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde dünyada pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılınçlarının pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Câmii’  (2) ifadesi, bu mübarek mabedin mahiyetini ve buraya verilen ehemmiyeti veciz bir şekilde izah belirtmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri, Ayasofya’nın yeniden Cami olarak ibadete açılması konusu ile yakından ilgilenmiş ve bun çeşitli vesilelerle dile getirmiş ve yetkililere iletmiştir. “Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve sû’-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî mes’elesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm’ın nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum: Nasıl ezan-ı Muhammedîyenin (asm) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi; Ayasofya’yı da beş yüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve alem-i İslâm’da çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâm’ın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestîsini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Ta bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.’’ (3)

1- Yıldıray Oğur, Karar, 08.06.2020
2-Şualar, Sayfa:385
3-Emirdağ Lahikası II, Sayfa: 163-164

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.