Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
Tuz kokmasın vicdan çatlamasın!
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Bu yazının konusu Minyeli Abdullah'ın yaşadığı Nil kıyısındaki Minye kasabasında yaşandı.
Baba tarafından Mısır kökenli olduğumuzdan; bize miras kalan bir Mısır efsanesi ile ilgilidir.
Bu efsanenin yaşayan bilinen hiçbir Hamza ve Ebubekir ile uzaktan ve yakından ilinti ve ilişkisi yok sayılmalı ve öyle okunmalı.
Özellikle genç ve sakallı hiçbir Hamza ve Ebubekir üzerine alınmamalı.
Ülkemizdeki maaş, servet oranlarını da ima ve işaret etmez.
Bu yazı içeriğinin; siyasetle uzak yakın akrabalığı da yoktur açıkça.
Eski bir Mısır hikayesi ki; atalardan miras kaldı Minye'den; Minyeli Abdullah'ın gitmediği görmediği kasabasından.
*
Hz. Hamza, Uhud Savaşı'nda Resûl-i Ekrem’e (asm) şehir dışında savaşı tercih ettiğini söyledi. Uhud'da kahramanca savaşan Hz. Hamza, Hz. Peygamber’in uyarısına rağmen okçuların yerlerini terketmesi yüzünden İslâm ordusu bozguna uğrayınca;
“Ben Allah ve resulünün aslanıyım. Allahım! Ebû Süfyân ile adamlarının yaptıkları kötülüklerden sana sığınırım. Müslümanların yanlış hareketlerinden dolayı da senden af dilerim” diyerek düşmanla çarpışmaya devam etti.
Bir taşın arkasına gizlenip Sibâ‘ b. Abdüluzzâ ile vuruşmasını seyreden Vahşî, Hz. Hamza’nın Sibâ‘ı öldürdükten sonra kendisinin bulunduğu yere yaklaştığını görünce mızrağını fırlatarak onu şehid etti; daha sonra ciğerini çıkarıp Hind’e götürdü.
Düşman askerleri başta Hz. Hamza (ra) olmak üzere; babası müşrik olan Hanzale b. Ebû Âmir dışında bütün şehidlerin burun, kulak ve diğer organlarını kesip iplere dizip; savaşa katılan kadınların boynuna gerdanlık diye taktılar, Mekke’ye o şekilde girdiler!
Resûl-i Ekrem (asv) Hz. Hamza’yı bu durumda görünce çok üzüldü, ağladı ve şöyle dedi:
“Hiç kimse senin kadar musibete uğramamıştır ve uğramayacaktır. Beni bunun kadar öfkelendiren bir şey olmamıştır.
- Ey Resûlullah’ın amcası! Ey Allah ve Resulünün aslanı Hamza!
Allah sana rahmet etsin.
İyi bilirim ki sen hısım ve akrabalık haklarını gözetir, daima hayırlı işler yapardın. Eğer yas tutmak gerekseydi sana yas tutardım.”
Hz. Peygamber daha sonra yetmiş müşriği (çokça) katledip aynı şekilde intikam alacağına yemin etti.
Ancak; “Eğer ceza verecekseniz size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz elbette bu sabredenler için daha hayırlıdır” (Nahl 126) meâlindeki âyet nâzil olunca bundan vazgeçti.
Resûl-i Ekrem (asm) Hz. Hamza’yı (ra) görmek isteyen kız kardeşi Safiyye’ye engel olmaya çalıştıysa da; Safiyye (ra) kardeşinin bu musibete Allah yolunda uğradığını, Allah yolunda bundan daha beterine de razı olacağını ve sevabı O’ndan bekleyeceğini söyleyerek ısrar etti; fakat Hamza’nın cenazesini görünce göz yaşlarını tutamadı.
Hz. Peygamber (asm) Hamza’nın Allah ve resulünün aslanı, şehidlerin efendisi olduğunu söyleyerek halası Safiyye ile kızı Fâtıma’yı (rh) teskin etti ve şehidlerin ölmeyip cennette yaşadıklarını belirttikten sonra bu esnada nâzil olan;
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetmeyin. Bilakis onlar diridirler. Allah’ın kendi lutuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşleri için de hiçbir keder ve korkunun bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar” (Âl-i İmrân,169-170) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. (Kaynak; Diyanet İslam Ansiklopedisi)
Hz. Hamza'nın (ra) maddi durumu ile ilgili hiçbir kaynakta bilgi bulunamadı. Bulanlar lütfen yazsın.
*
Mistah bin Üsâse (Anadolu'da adı masdalaktır/salak perişan), hicret etmiş ve Bedir Savaşı'na katılmış bir sahabi olduğu halde; Hz. Aişe (ra) hakkında yapılan dedikodulara katıldı ve yaydı.
Çok geçmedi Hz. Aişe'ye (ra) atılan iftiranın gerçek olmadığı anlaşıldı.
Çünkü Allah, Hz. Aişe'nin suçsuzluğu hakkında bizzat Peygamberine (asm) âyetler indirdi.
Nur Sûresi'nin 11. âyetinde, Hz. Aişe hakkında ortaya atılanın bir iftira olduğu şu şekilde bildirilmiştir:
“Muhakkak ki (Hz. Ayşe (ra) hakkında) ifk/iftira ile gelenler, sizden bir gruptur. Sizin için onun bir şer olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için hayırdır. Onlardan her birinin bu günahtan kazandıkları (cezalar) vardır. Ve onun büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.”
Mistah/ masdalak bin Üsâse¸ Hz. Ebu Bekir'in (ra) hem akrabası, hem de fakir bir kimse idi. Bundan dolayıdır ki Hz. Ebu Bekir (ra) onu korumakta idi.
İftiralar gerçek dışı çıkınca Hz. Ebu Bekir (ra) suskunluğunu bozdu ve Mistah'a bundan böyle yardımda bulunmayacağını şu sözlerle beyan etti:
“Vallahi, ben artık Mistah'a bir yardımda bulunmayacağım.” Bunun üzerine Nur sûresinin 22. âyeti nâzil oldu:
“Sizden dinde fazilet ve dünyada servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere yardımda bulunmayacağız diye yemin etmesinler ve onları affetsinler, feragat göstersinler. Allah'ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”
Âyet-i kerîmi duyar duymaz, kendine bir ihtar olduğunu anlayan Hz. Ebu Bekir (ra), hemen bu ilahî emre boyun eğdi ve şöyle dedi:
“Ben Allah'ın beni affetmesini nasıl istemem. Vallahi istiyorum. Mistah'tan da hiçbir zaman yardımımı kesmeyeceğim.”
Hz. Ebu Bekir (ra) kırgınlığını unuttu ve onu yeniden kendi aile efradı arasına alıp geçimini üstlendi ve hatta eskisine göre daha fazla bağışta bulundu.
*
Destan/ N.Fazıl Kısakürek
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas...
Diyanet İslam Ansiklopedisi'nde kavas: Sözlükte kavs kökünden fâil olan kavvâs “ok yapan ve ok atan kimse, okçu” demektir. Kelime Fransızca’ya cawas, Almanca’ya kawasse şeklinde geçmiştir.
Kâtib Çelebi’ye göre kavas ok atıcıdan ziyade “ok yapan kimse” anlamını taşımaktadır (Süllemü’l-vüṣûl, III, 505; Gibb - Bowen, I, 152).
Terim olarak “tüfekli asker, silâhlı asker, silâhlı muhafız”, özellikle yüksek düzeydeki devlet görevlileriyle sefir, konsolos ve mübâşir gibi hariciye yetkililerinin maiyet ve hizmetlerinde, daha çok elçilik ve konsolosluklarda, bunun yanında, banka ve patrikhâne gibi resmî dairelerde görevli, özel elbisesi olan “yasakçı, polis-asker ” ve “koruma görevlisi” anlamlarını ifade eder.
Kaynaklarda, “Solaklar taifesi ki pâdişâh-ı âlem-penâh hazretlerinin kavvaslarıdır” şeklinde solakları ifade etmek üzere de kullanılmıştır (Kitâbü Mesâlihi’l-müslimîn, s. 98).
Kavaslar için muhafızlık görevleri dolayısıyla yasakçı, harbe/ mızrak taşımaları sebebiyle harbeci/ mızrakçı, ellerinde gümüş değnek bulundurmaları dolayısıyla değnekçi, bazan da çavuş tabirinin kullanıldığı görülmektedir."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.