Dünyanın neresindeyiz?

Dünya metaını ilah edinmek bir uç, dünyadan elini eteğini çekmek ise diğer bir uç.

Her hareketini ve hatta kiminle yakın durup kimden uzak duracağını maddi menfaatler üzerinden belirlemek insânî değerlerden, samimiyet ve ihlastan bizi uzaklaştırır elbette.

Kendi nefsinin hakkını hiç gözetmeden, oku çok uzaklara fırlatmaya hazır bir yay misâli gerilmeye sebeb olacak denli helalleri kendine yasak etmek ise tasviri bile nâhoş olan hallere giriftâr olmamıza sebebiyet verebilir.

Gerçekten de bu konu üzerinde düşünülmesi ve yazılıp çizilmesi gereken bir konu. Zaten bu yazı da bir okuyucumuzun talebi iledir.

Dengede kalmak, vasatı bulmak elbette aşırı uçlardan uzak durmayı gerekli kılıyor.

Bazen bize hoş görünen ve bir ciheti ile de hakikaten güzel olan şeylerde aşırıya gitmekte sakınca görmüyoruz. Lâkin bu fikirle güzel olanda aşırıya kaçmak bizi vasattan, denge ve itidalden uzaklaştırabiliyor.

Mesela bütün himmetini son damlasına kadar dünyaya sarf etmek insana bir kemal sağlamaz sükutuna sebeptir. Bununla beraber “dünyaya hiç dönüp bakmam, nazarımda sinek kanadı kadar ehemmiyeti yok” demek de insanın gerçekliği ile fıtratı ile dünyaya meyilli ve müptela çok hisleri ile imtizaç edemiyor.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da denge, vasat ve itidal gerekiyor.

Nefsi hiç gemlemeden salıvermek ne denli tehlikeli ise nefsin varlığını inkar edecek derecede mahrum etmek de o denli tehlikeli.  Hatta bazen daha tehlikeli.

Enaniyet asrında insanın kendini dünyadan tecrid etmişliği bile firavunluğu netice verebiliyor. En kutsi hizmette iken firavunlaşmak elbette sadece dünya hayatına nazarını hasredenlerden çok daha feci bir sükuttur, düşmektir. Öyle bir düşmekle düştü ki daha kimsenin kaldırmaya gücü yetmedi dedirtecek bir haldir. Zira sefahate atılanı bir mümin kardeşi kurtarmaya gayret edebilir, lâkin zahirde ulvi ve kutsi bir dava için koşturanı kim neden uyarmak ihtiyacı hissetsin ki?

Evet konu derin fakat biz şimdilik bu irtifada kalalım. Hepimiz kendi enfüsümüzde en ince ayrıntısı ile bu konuyu tetkik edebiliriz. Kendimizi bilmek, haddimizi bilmek, sınırlarımızı tanımak için bunu yapmamız gerekir.

“Yarım hurma ile de olsa kendinizi ateşten koruyunuz” hadisinin nefsimizin payını gözetmemizin gerekliliğine işaret ettiğini düşünmemiz gerekir.

Elbette yarım hurma sahibi açıktır ki bir hurmaya da sahiptir lâkin yarısını nefsine alıkoyar yarısını ise muhtaç kardeşine verir. Ayetin tâbiri ile elini bütün bütün açıp da bir köşede kınanmış olarak kalmamaya gayret eder ve etmelidir vesselam...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum
  • Hasan / 20 Şubat 2018 Salı 08:42

    "Enaniyet asrında insanın kendini dünyadan tecrid etmişliği bile firavunluğu netice verebiliyor. En kutsi hizmette iken firavunlaşmak elbette sadece dünya hayatına nazarını hasredenlerden çok daha feci bir sükuttur, düşmektir. Öyle bir düşmekle düştü ki daha kimsenin kaldırmaya gücü yetmedi dedirtecek bir haldir. Zira sefahate atılanı bir mümin kardeşi kurtarmaya gayret edebilir, lâkin zahirde ulvi ve kutsi bir dava için koşturanı kim neden uyarmak ihtiyacı hissetsin ki? Kaynak: Dünyanın neresindeyiz?" - Afife ARTIK

    Maşallah çok güzel bir tespit.

    Yine sefahate atılan birinin kendi kusurunu görmesi, aczi ve fakrını görmesi daha kolay. Örnek:" Açık giyinen bir Nisanın, tesettürlü ama bu hizmetler biz olmasak olmaz düşüncesinde olan bir Nisa'ya göre kusurunu görebilmesi daha kolay."

    Yanıtla (0) (0)
  • Mehmet Ali Meltem / 17 Şubat 2018 Cumartesi 18:18

    Soruda gecen su ifadeyi
    "bir kısım Sahâbe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler."
    sanki asagida su ifade ile izah ediyor gibi geldi:
    "Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler."

    Yani
    - nicin ve
    . nasil
    "o zamanin ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler" sorularina sanki söyle veriliyor:
    "Dünyayı âhiret mezraası görmüsler"
    ve bu yüzden
    "ekip biçmişler."

    Burada ekip bicmessek,
    - âhirette meyvalarini göremeyecegimiz gibi
    - bu dünyada da bu "zamanın ehl-i medeniyeti"ne karsi su duruma düsmüs olmazmiyiz:
    "Bu galebe neticesinde ehl-i hak zillete ve mahkûmiyete ve tasannua ve riyaya düşüp ihlası kaybeder. O nâmert, himmetsiz, hamiyetsiz bir kısım ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeye mecbur olur." (20.Lema)

    Yanıtla (1) (0)
  • Mehmet Ali Meltem / 17 Şubat 2018 Cumartesi 18:03

    "Diyorlar ki: Ehl-i velâyet ve ashâb-ı kemâlât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadiste var ki, “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.”
    Halbuki
    - Sahâbeler dünyaya pek çok girmişler.
    - Terk-i dünya değil,
    - belki bir kısım Sahâbe, "!"o zamanın ehl-i medeniyeti"!"nden daha ileri gitmişler.
    Nasıl oluyor ki, böyle Sahâbelerin en ednâsına, en büyük bir velî kadar kıymeti var diyorsunuz?

    Elcevap: Otuz İkinci Söz'ün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki,
    - dünyanın âhirete bakan yüzüyle,
    - esmâ-i İlâhiyeye mukabil olan yüzünü
    sevmek
    - sebeb-i noksaniyet değil,
    - belki medar-ı kemâldir.
    Ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse, daha ziyade
    - ibadet ve
    - marifetullahta
    ileri gider.
    Sahâbelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir.
    - Dünyayı âhiret mezraası görüp,
    - ekip biçmişler.
    - Mevcudatı

    Yanıtla (1) (0)