Ekberul Kebair

Lemaat Ekseninde Duygu Çağrışımları (15)

Bugünlerde Mısır’da ve Suriye’de işlenen zulüm “ekber’ül-kebair” vasfına tamı tamına uyuyor. En azından bir tepkiyi esirgeyip seyirci kalan da bilfiil işleyenle aynı büyük günaha ortak. İslam dünyasında bütün dünyanın gözü önünde bu akıl almaz işlenen zulmün ve kanın durması için çaresiz mazlumların en büyük silahı duadan başka değil.

Yıkıcılık ve yapıcılık insanın iki özelliği, iki yanı, iki potansiyel gücü, iki yatkınlığı ve belki de iki olmazsa olmazı. İnsan bu iki yapısıyla dünyada kendi iradesi sayesinde yapacaklarının sonucunda ya yükseklerin yükseğinde ve aşağıların aşağısındadır ya da artı ve eksi yönünde durumuna göre bir yerdedir.

Daha Hz. Âdem’in Cennet’ten çıkarılması aşamasında bu iki yatkınlıktan yıkıcılık yanının bir yansıması olan ilk günah kendini göstermiştir. Yıkıcılığın bir zayıf tonu olan ilk günah, kaderin cilvesine bakın ki “Ne şerefli bir günah ki sahibini halifelik makamına eriştirmiş ve kıyamete kadar gelecek insanlara tövbenin meşru kılınmasına sebep olmuştur” diye Ebu’l-Hasen-i Şâzelî’nin dediği gibi, irade ve uğraşın ucundaki yeniden Cennet’e girme ve “insan-ı kâmil” yolunda mesafeler alma yeri olan dünyanın kapısını insana  açmıştır. Yaratıcı, insanı dünyaya bir amaç için göndermiştir ve insan, üstün yetenekleriyle kendi isteği doğrultusunda burada ağır bir imtihandadır.    

Saldırganlık, hayvanlarda olduğu gibi bir içgüdüden kaynaklandığını söyleyen Konrad Lorenz gibilerine rağmen, yıkıcılık yapıcılık gibi Yaratıcı’nın doğuştan verdiği insanda bir güç, bir duygu bütünlüğüdür. O da yapıcılıkta olduğu gibi bin bir türlü duyguların ördüğü potansiyelimizdir. Kullanılması, işlenmesi tamamen insan iradesine verilmiştir. Olumlu ve olumsuz yolların kavşağında, yapıcı ve yıkıcı olma noktasında seçimi yapan insandır. Ve insan eğitimle kendini ya yıkıcılığın ya da yapıcılığın kucağına atar. Yıkıcılığının da yapıcılığının da sorumlusu kendisidir. İnsan, hayvanlarda olduğu gibi hiçbir konuda içgüdünün emrinde değildir.

oldurulen_cocuklar.jpgİnsanın yıkıcılığı en vahşi hayvanlarınkine de benzemez. Bunun ispatı yine insanı hayrete düşüren tarihin sayfalarıdır. Garip ki insan en büyük yıkımları yapar sonra da o büyük günahına bakarak “ben mi?” diye şaşıp kalır. Şaşıp bunu yorumlayanlardan biri olan ve “İnsan, bir yandan, kendi türüyle kavga etmesi yönünden birçok hayvan türünün akrabası sayılır. Ama öte yandan da o kavga eden binlerce tür arasında, kavgasını yıkıcılığa ulaştıran tek türdür. İnsan, kitle katliamcısı olan tek türdür, kendi toplumu içinde bir çıbanbaşı olan tek varlıktır.” diye söyleyen N. Timbergen de başka açıdan bakarak insan yıkıcılığının hiç de hayvan canavarlığına benzemediğini dile getirir. Benzemez, çünkü insan yıkıcılığı hayvan yıkıcılığından daha başkadır; hayvanın yıkıcılığı sınırlıysa insanın yıkıcılığı sınırsızdır.

Öteden beri insana tek boyutlu bakmak felsefenin huyudur. Davranışların kaynağında içgüdücülerle davranışçıların bakış açıları değişik. Tek boyutlu oldukları için insan davranışı hakkında her biri doyurucu bilgi vermekten uzaktır. Ama birbirinin kritiğini yapmaktan da geri durmazlar. Körler elbette hiç aşina olmadıkları fil hakkında el yordamıyla gerçekçi bilgi veremez. Fil belki de körlerin söylediklerinin toplamıdır.

İnsanı doğru tanımak ve doğru okumak gerekir. Bunun için de engin bir bakış, yani Kur’anî bakış önemlidir; tarafsız, objektif, ufkî bakış…

İnsan yıkıcılığa ve yapıcılığa varan davranışlarıyla bir bütündür.  İnsan iyilik ve kötülük yapmayı kendi iradesiyle yapar, yani iyi ve kötü olmayı kendi seçer. İkisi de taşıdığı potansiyel gücün bir dışavurumudur. Canavarlığa da başkası ile değil kendi eğitimi sayesinde bulaşır. İyilik ve kötülük bir seçim sonucunda olduğu için hayvanın yıkımı bir kötülük, bir büyük günah olarak gözükmemektedir. Bu bakımdan kötülük açısından yalnız kötü olan tek varlıktır insan. O başkalarının huzurunu kaçırmakla kalmaz yalnızca kendi huzurunu da kaçırır; bedenini ve ruhunu yıkıma uğratır. Yıkıcılık bir tutkudur aynı zamanda. 

İnsanın bu iki yöne yatkınlığının birbirine zıt tezahürü bilginlerin de dikkatini çekmiştir. Ama Yaratıcı’yı hesaba katmadan varılacak gerçekçi bir sonuç yoktur. Oysa insan Allah’ın antika bir sanatı… Maddi güç noktasında son derece zayıf ama manevî olarak öyle bir pozisyona sahip ki onun bu yüceliğine melekler bile erişemiyor. Olumlu yönde meleklerden yüce ve olumsuzluktaysa hayvanlardan daha aşağıdadır.  Kötülükte şeytana bile pabuç giydirir. İnsan iki çekirdeği taşımaktadır; ağaç olduklarında biri cenneti biri de cehennemi meyve olarak vermektedir. İnsanoğlu hayatının sonunda ya iyi ya da kötü olmaktan kendini asla kurtaramaz.

İnsan duygularla âdeta örülmüş. Bir yanını yıkıcı, üzüntü verici duygular tutuyorsa diğer yanını yapıcı, yıkıcıların panzehiri olan duygular tutmuştur. Mesela Budizm klasik sınıflandırmada seksen dört bin yıkıcı ve buna karşılık seksen dört bin yapıcı duygumuz varmış. İster yıkıcı ve ister yapıcı duygularımız olsun onları yönlendirmek bizim tercihimizdedir. Bir yıkıcı duygumuzu iyi etmek elimizdedir mesela. İçimizin duygu savaşları hiç durmaz. Bu aynı zamanda bizim her an ayık olmamızı sağlar, tetikliğimizi, farkındalığımızı ve ruh dengeliliğimizi… Sürekli bir imtihanda oluşumuzun bir gereğidir bu.

İnsan bir bütün olarak ele alınmadıkça da onun gizemi hakkında bilgi sahibi olmamız zor. Bir an bizde yapıcı duygumuz etkili olursa diğer bir an yıkıcı duygumuz bütün inisiyatifi ele geçirebilir. İç dünyamız ihmale hiç gelmez. Gerek iç dünyamızda gerekse dış dünyamızda ayık olmak zorundayız.

İşte insanın bu yapısını değişik yerlerde zengin yaklaşımlarla gündeme getiren Bediüzzaman, insan duygularının iki boyutluluğu ve sınırsızlığı üzerinde çok durur. “Ey insan!” diye insana hitap ederek, iki yönünün olduğunu, düalistliğini söyler. Yapıcılık, hayır, müspet, eylem yönüyle arıdan, serçeden daha aşağı, sinekten ve örümcekten çok daha zayıf olduğuna; yıkıcılık, yani tahrip, şer, olumsuzluk yönüyle dağ, yer ve gökten de geçtiğine vurgu yapar. Özellikle, insanın egosu, yani “nefs-i emare”si sınırsız bir yıkımı, sayıya gelmez cinayetleri hatta bir anda işleyebilir.(23.Söz) Yapmak ise çok şartların yerine getirilmesine bağlı. Yıkmak kolay; bir gökdelen bir düğmeye basmakla yerle bir olabilir.

İnsanın doymazlığı, duygularının sonsuzluğu gerek iyilikte ve gerekse kötülükte yapabileceklerinin sınırsızlığını göstermez mi? Yıkımda da öyledir. Son iki dünya savaşları insan barbarlığının kanıtı değil mi? Bir suçlunun topyekûn akrabalarının da ölümüne hükmeden bir vicdan elbette vicdan değildir. İnsanın canavarlığı hayvanın canavarlığıyla asla kıyas edilemez.

İnsan tahlilinde bir otorite olan Bediüzzaman, sosyal hayatı da iyi tahlil eder ve insan unsurunun olduğu toplumlarda huzurun sağlanması ancak Yaratıcı’yı hesaba katmaktan geçtiğini belirtir. Ona göre iki dünya savaşı Batı medeniyetinin eseridir. Zaten Allah’tan uzaklaştırılmış bir toplumun insanlığın başına öreceği bela ve canavarlık bundan başkası olamazdı. Henüz isim bulunamayan bu topyekûn cinayetlerin kökünün yine insanda olabileceğini “Hayvanın hilâfına, insandaki kuvalar fıtrî tahdit olmamış. Onda çıkan hayr ü şer, lâyetenahi gider. Onda olan hodgâmlık, bundan çıkan hodbînlik, gurur, inat birleşse, öyle günah oluyor ki, beşer şimdi ona isim bulmamış.” diye ince psikolojik bir tahlille ortaya koyar. 

Kur’an da Ahzap suresinin yetmiş ikinci ayetinde “Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir diye bu dehşetli zulmün kaynağının insanda olduğuna işaret eder. İman nuruyla terbiye edilmezse bu potansiyel en olumsuz bir şekilde kendini gösterir ve ekber’ül-kebair denilen insanlığın isim bulamadığı günahlara, canavarlıklara neden olur. Bunun cezası elbette cehennemden başkası olamaz. Toplu katliamlar insan türünün dışında başka türlerde mevcut değil. Yetmiş bin insanın öldüğü ilk nükleer saldırıda Hiroşima katliamı henüz hafızalardan silinmemiş.

Bencillik, gurur ve inat insanda var olan yıkıcı duygular. Bunlar dikkate alınıp imandan kaynaklanan şefkat suyuyla serinlenmedikçe önlerinin alınmayacağını ve bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da insanlığı çok daha değişik zulümlerin kucağına atacağını söylemek elbette bir kehanet değildir.

Bediüzzaman, insandaki yıkıcı duyguları saydıktan sonra, bu duyguların yıkıcılığı konusunda hiçbir önlem almayan bir kişinin, “Hem mesela” diyerek “bir adam tek yalancı sözünü doğru göstermek için, İslâm’ın felâketini kalben arzu eder.” diye de egosu uğruna neler yapabileceğine dikkat çeker.

İnsan budur. Öyleyse insana verilmesi gerekenler bu duygular hesaba katılarak verilmelidir.

Aksi takdirde şimdiye kadar hiç duyulmamış vahşiliklerin en mahrem yerlerimize kadar gelmesi ihtimal dışı değildir. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.