Erdem AKÇA
Bir Fıtrat Sapması Olan Eşcinsellikle Semavi Dinlerin Mücadelesi
Semavi dinler, fizik âlemi bir güç, bilgi ve irade bileşkesi olarak görür ve okur. Bu bileşime, “yaratılış” adını verir. Yaratılış âleminin, cansızlarda olduğu gibi, enerji ağırlıklı boyutunu “hilkat” olarak isimlendirir. Yaratılışın, canlılar âleminde görüldüğü üzere, bilgi egemenliği altındaki boyutuna ise “fıtrat” adını verir. Bilim dünyası ise, bilgi ve iradenin bileşkesi olan bu yaratılış kanunlarını “tabiat” olarak isimlendirir. Bu noktada bilim ve din, ortak bir dille insanlık ve onu çevreleyen ekolojik yapının yaratılışını kabul ederler. Yaratılış sisteminin elçisi olan resuller: “Gökler ve yeri bu fıtratta yaratan Fâtır hakkında aklî bir tereddüt ve şüphe hiç olabilir mi? Akıl açısından yaratılış sabit ve sürekli gözlemlenen bir hakikattir”[1] diyerek muhatap oldukları milletlerin akıllarına ve duyularına seslenirler.
Gerek hilkat âlemi, gerek fıtrat âlemi İlahi iradeyi ve tercihi gösteren sayısız kanunlar üzerine kurulmuştur. Bu kanunlara semavi dinler “adetullah” ve “sünnetullah”; bilim ve felsefe dünyası ise “tabiat kanunları” adını vermektedir. İlahi irade bu evrensel kanunların varlığıyla evren çapında bir düzeni sağladığı gibi, kanunların devamlılığı ile de evren ve içindeki yapının devamını garanti altına alır. Fiziksel yaratılışın, olmazsa olmaz mahiyetteki kanunlarından ikisi “denge” ve “ölçü” kanunlarıdır. Her şey gözle görünen bir denge ve ölçüden ibarettir. Kur’an, gök cisimleri ve atmosfer içinde, yeryüzünde ve canlılar arasında denge ve ölçü kanunlarının varlığını bildirdikten sonra, insanlar arası ilişkilerde ve hukuk düzeninde bu evrensel denge ve ölçünün var olması gerektiğini Rahman suresinde vurgular.[2] Bu şekilde insanlık dünyası evrensel denge ve ölçüye adapte olacaktır. Aksi takdirde insanlık, hem kendi türüne hem diğer canlı türlerine zulmeden dengesiz ve ölçüsüz bir varlık haline gelmektedir. Milyonlarca tarihi ve güncel vakanın gösterdiği üzere…
Ölçü ve denge kanunu evrensel yaratılışta ve makrokozmik boyutta kendi egemenliğini gösterdiği gibi insan bünyesi, canlıların bedenleri ve fıtratlarında da kendini mikrokozmik boyutta gösterir. İnsan bünyesinde meydana gelen bütün fiziksel ve ruhsal hastalıklar, insanlığın sosyal hayatındaki bütün içtimai problemler ve kargaşalar temelinde evrensel denge ve ölçü kanunlarına aykırılıktan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede semavi dinlerin mücadele ettiği, ortadan kaldırmaya çalıştığı bütün ferdî ve sosyal hastalıklar, sapmalar ve problemler dolayısıyla yaratılışın bir delili olmaktadırlar. Çünkü bütün sapkınlıklar, zulümler ve hastalıklar, ferdî ve sosyal insan hayatına zarar veren, onu ölüme ve tükenişe doğru götüren, dolayısıyla evrendeki “enerjinin korunumu yasası” na aykırı bir harekettir. Bu hastalıklar ferde ve topluma verdikleri zararlarla, evrensel düzenin varlığına ve entegre yapısına tersinden bir delil oldukları gibi yaratılışın yapıcı, geliştirici ve mükemmel yapısına da yine tersinden bir delil olmaktadırlar.
Yaratıcı İradenin bir elçisi olan resuller fıtrat kanunlarına, evrensel denge ve ölçüye insanları davet etmek, insanlık dünyasındaki yaratılışa aykırı bölücü, parçalayıcı, yıkıcı, kirletici ve hasta edici boyutları tedavi etmekle sorumlu birer hekimdir. Peygamberlere tabi olan insanların içki, kumar, zina, hırsızlık, eşcinsellik, uyuşturucu gibi fiziksel hayatı bitiren bağımlılıklardan kurtularak ticaret, evlilik, helal yiyecek ve içecek, manevi zevk ve lezzetlerle dolu maddi ve manevi sağlık içeren yapıcı, temiz ve verimli bir hayata kavuşmaları peygamberlerin yaratılış âlemiyle barışık boyutlarını ve barıştırıcı hizmetlerini gösteren tarihî delillerdir. Bu noktada Hz. Muhammed (ASM) ve İslam dünyası milyarlarca tecrübe vakasıyla semavi dinlerin evrensel nizamla barışıklığına delil teşkil etmektedir. Peygamberlerin yaptıkları ve verim aldıkları bu hizmetin arka planında kendilerinin evrensel ve ferdî yaratılışa dair fıtrat kanunlarına derin vukufiyetleri görünmektedir. Bu konuya dair çarpıcı bir nümune bütün insanları doğrudan ilgilendiren bir realite olan “mutluluk” hakkındadır. Şöyle ki:
Hz. Peygamber (SAV) der ki: “Ruhlar bölük bölük ordulardır.”[3] Yani ruhlar, fıtraten asker ve savaşçıdırlar. Bir ruhun mutluluğu, gelişimi ve lezzeti sözlü veya fiilî olarak yapacağı savaşlardadır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (SAV) ve yetiştirdiği yüz bin sahabeden hiç biri işkence görmesine, vatanından sürülmesine, ailesi tarafından reddedilmesine ve bütün mal varlığını kaybetmesine rağmen asla intihar etmemiş, bilakis saadet ve huzur içinde ömrünü tamamlamıştır. Tarih biliminde yüz bin sahabenin yaşadığı bu devreye “Asr-ı Saadet” (Mutluluk Asrı) adı verilmektedir. Buna mukabil “mutluluk” ve “umut” üzerine 20'den fazla kitap yazmış olan 63 yaşındaki Koreli profesör Choi Yoon-Hee, Seul kentinin kuzeyindeki bir motelde kendini asarak intihar etmiştir.[4] Prof. Yoon-Hee’nin intiharı göstermektedir ki, akademik camia ve bilim dünyası ruhu, yapısını ve özelliklerini bilmemektedir.
Biyoloji ve Psikoloji Bilimi’ne Göre Peygamberlere Duyulan İhtiyaç
Her bir insan, bir canlı türünün bireyi olarak ekolojik düzende hayatını devam ettirmektedir. Her bir canlı türünün, gözlemlendiği üzere, kendi içinden mutlaka bir veya çok sayıda kılavuzu bulunmaktadır. O canlı türünün yaratılış gayelerinin gerçekleşmesine vesile olan bir lideri veya liderleri daima bulunuyor. Onları sevk ve idare edecek bir reisleri sürekli olmaktadır. Cumhuriyetçi yapıda olan arılardaki kraliçe arı, karıncalardaki karınca beyi gibi… Bu kılavuz ve rehberlerle Cenab-ı Hakk canlılar dünyasında düzeni ve bütünlüğü sağlamaktadır. Bu, Allah’ın bir hâkimiyet kanunudur. Her türde, grup bazında da olsa, gözle görüldüğü üzere, bunu mutlaka yapmaktadır. Bu kanun elbette ve elbette şuur ve akıl sahibi olan insan türünde de geçerli olacak, hükmünü icra edecektir. Peygamberler insanlığın muhtaç olduğu kemalat rehberleri ve hakikat liderleridirler.
İnsan türü, diğer canlı türlerinden yüzlerce yönden ayrılmaktadır. Çünkü insan maddi ve manevi yönleri olan, kendinin ve her şeyin farkında ve şuurunda bulunan özel ve müstesna bir canlı türüdür. Bundan dolayı insanlığa rehber olacak kişilerin insanlığı hakka, hakikate, adalete, dürüstlüğe, dengeye, düzene, bilgiye, anlayışa, ahlaka, kutsallığa, aydınlanmaya ve kâinat hangi hakikatler ve kanunlar üzerine kurulmuşsa onlara çağırması ve bu vasıfları bizzat kendilerinin taşıması zaruridir. Tâ ki hem güven verici, inandırıcı ve ikna edici olabilsinler, hem insan türünü ekolojik düzene ve kâinata ayak uydurtup başarılı kılabilsinler. Aksi takdirde yalan söyleyen bir kişi, çevresine güven veremez. Câhil bir kişi, insanları ikna edip aydınlatamaz. Dengesiz bir kişi, kendisi zulmeder ve yapılan zulümleri de engelleyemez. Düzensiz bir kişi, disiplinsiz olduğu için sonuç alamaz ve evrensel disipliner düzenle çatışır. Ahlaksız bir kişi, menfaatçi olur; o vakit sıradan insanlardan bir farkı kalamaz ki onlara lider olabilsin. Kur’ana baktığımızda bütün peygamberlerde, bahsedilen bu yüce sıfatları ve daha fazlasını görebiliyoruz.[5]
Makrokozmik ve ekolojik boyutla beraber geniş perspektifte baktığımızda görüyoruz ki, insan midesinin açlığını görüp onun “yaşama duası” nı sayısız yiyeceklerle sürekli kabul eden bir kudret ve rahmet kâinatta ve yeryüzünde gözle görünmektedir. Bu muazzam kudret ve kuşatıcı merhametin insanı insan yapan akıl ve kalbin “hakikat duası” nı reddetmesi ve dikkate almaması asla mümkün değildir. Hem insanın bozulan “vücut dengesi” için sayısız ilaçları yeryüzünde yaratan İlahî hikmet ve şefkat bütün gözlerce görülebilmektedir. Bu gerçekçi hikmetin ve ilgi dolu şefkatin insanlığın “hastalanan ruhuna ve sosyal hayatına” karşı lakayd kalması asla ve kat’a mümkün değildir. Hem yeryüzünde her şeyi güzelleştiren ve kemale erdiren bir terbiye fiili görünüyor. Cansızları dahi terbiye edip kemaline erdiren bu kusursuz icraatın insanlar gibi şuurlu canlıları güzelleştirmemesi ve kemale erdirmemesi kat’iyyen mümkün değildir. Çünkü canlılık ve şuur kâinatta merkez-değerdir. Bu ve benzeri sayısız noktalardan peygamberlik, İlâhî kudret ve rahmetin, hikmet ve şefkatin, inayet ve terbiyenin zorunlu neticesidir. Bu hakikatlerden dolayı Peygamberlik insan türü için olmazsa olmaz bir ihtiyaç ve insanlığın ruhuna ruh katan bir iksirdir.
Bu cihetlerden bakıldığında;
- İnsanlığın ruhundaki sonsuz potansiyelleri aktive edecek ve aktivasyon yollarını öğretecek ve gösterecek,
- Açılan insanî potansiyelleri terbiye edip ekolojik hayata adapte edecek,
- İnsanların oluşturacağı aile, kabile, toplum ve ümmet gibi kümülatif yapıların ekolojik dünya ve kâinatla adaptasyonunu sağlayacak,
- İnsanların ruhanî yücelişi ve cismanî yükselişi için gerekli ilmî, hikemî ve irfanî temelleri atacak,
- İnsanların fıtraten serbest bırakılmış ve zarar vermeye açık aklî, gadabî ve şehevî kuvvetlerini ikna metoduyla itidale getirerek onlara “hayır” üzere bir akış kazandıracak,
- Geçmiş zamandan gelenek ve görenek yoluyla tevarüs eden toplum için biyolojik tehlikeleri bulunan zina, eşcinsellik, içki gibi kötü gelenek, alışkanlık ve davranışlardan nefret ettirerek insanlığı onlardan temizleyecek,
- İnsanlığın gelecek zamanını garanti altına alacak şekilde müesseseleşen bir eğitim, terbiye ve ahlak mekanizması kurup sosyal hayatı yazılı kanunlarla düzen altına alacak,
- Kendinden sonraki dönem insanlarının sağlıklı düşünce, dengeli duygu ve fiziksel yaşantısını temin etmek için kalifiye kişiler yetiştirecek,
- Sağlıklı beslenme, dengeli uyku, temiz ve verimli cinsellik üzere olan kişisel yaşantısı ile bütün insanlığa model olacak,
- Tefekkür eden aklı, tezekkür eden kalbi ve teşekkür eden nefsi ile, manevi hayat kalitesini gittikçe yükselten ve iradesini güçlendiren bir ideal insan seviyesini öğretip kendi yaşantısında fiilen gösterecek,
- Bilgeliğin ihtişamını, bilginin yüceliğini, şuurun kıymetini, aklın sonsuz önemini, kalbin mutlak duygularını, ruhun ebedî özelliklerini keşfedip kendi mutedil hayatında sergileyecek,
- Hayatın sırrı olan bilgi-işlem yönünü fiziksel cepheden alıp bâki ve külli metafizik hakikatlere de yayarak canlılık seviyesini kişisel ve sosyal manada küllileştirecek,
- İnsan nefsinin firavunluk ve anarşistliğini, insan benliğinin nemrudluk ve tehlikeli despotik yapısını öğretip onların ıslah yollarını anlatıp gösterecek,
- Kutsallık algısıyla bencillik ve materyalizmi, nuraniyet algısıyla egosantriklik ve tabiatperestliği aşarak “kâmil ve evrensel bir insan” olma sırlarını öğretip gösterecek,
- “Allah ile insan”, “insan ile insan”, “insan ile kâinat” ilişkilerini hak ve hakikat çerçevesinde düzenleyecek,
- Kişisel hayatı bir mutluluk sarayı, sosyal hayatı bir Yeryüzü Cenneti ve Aden Bahçesi haline getirecek,
- İnsanlık dünyasının genelindeki zulümleri ve ahlaksızlığı önce ikna metodu ile, olmazsa ikaz metodu ve dışlama ile, nihayetinde maddi ve manevi setler inşa ederek, eğer zulüm saldırganlaşırsa maddi ve manevi savaşlarla durdurup ortadan kaldıracak,
- Hak ve fazilet esaslarının yerleşmesi için uluslararası organizasyonlar ve anlaşmalar düzenleyecek, bu tarz teşebbüslere destek verecek ve sulh-u umumiyi tesis edecek…
Bunlar ve benzeri binlerce vazife ve ihtiyacı merhamet ve şefkat, hikmet ve adalet, ilim-irade ve kudretiyle yapacak bir peygamberin gelmesi, insan türünün varlığı kadar kesin, varlığının gayesi kadar elzem, insanlarda akıl ve kalbin bulunması kadar âşikârdır.
Bu manada biyoloji ve psikoloji bilimi çerçevesinden bakıldığında peygamberler hem bir mucize fıtrat ve hem insanlık için olmazsa olmaz bir ihtiyaç olarak kendilerini göstermektedirler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.