Hz. Üzeyir’e (as) Gelen Vahiy ve Biz İnsanlara Bakan Yönleri

Peygamberlerden biri de Hz. Üzeyir’dir (AS). Kendisi İsrailoğullarına gönderilmiş peygamberlerden bir tanesidir. Kendisinin ve eşeğinin vefat edip 100 sene sonra Cenab-ı Hak tarafından diriltildiği Bakara suresinde anlatılır. Ezberinden Tevrat’ı yazdırır. Bundan dolayı yere göğe sığdırılamamıştır. Babil devleti o zamanlar Kudüs’ü işgal ettiğinde eldeki bütün Tevrat nüshalarını yaktırmıştır. Bu büyük bir yıkım olduğu için tekrar Tevrat’ın ezberden yazdırılması çok büyük bir nimet olarak göründüğünden İsrailoğulları içinde Üzeyir (as) hakkında farklı bir algı ve boyut oluşmuştur.

Peygamber Efendimiz’den (sav), Hz. Üzeyir (AS) ile ilgili Ebu Hureyre hazretlerinin aktardığı bir hadis bulunuyor:

Yüce Allah kardeşim Üzeyir’e şöyle vahyetti.

“Ey Üzeyir! Eğer sana bir musibet gelip çatarsa, kullarımın yanında Benden şikâyetçi olma. Zira senden taraf Bana birçok musibetler ulaşmıştır ama Ben meleklerimin yanında senden şikâyetçi olmuyorum.

Ey Üzeyir! Bana azaba karşı dayanacak gücün nispetinde isyan et. İhtiyaçlarını da Benden amelin oranında iste. Cennete girmeden de kendini emniyette sayma.”

Yüce Allah’ın bu vahyinden sonra Hz. Üzeyir titremeye ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah tekrar ona vahyetti:

“Ey Üzeyir, ağlama! Eğer bilmeyerek Bana asi olursan ( yani cahillikle bir hata yaparsan diyor) sabrımla seni affederim, bağışlarım, hatanın izlerini de silerim. Zira Ben Kerem sahibiyim. Kullarımı cezalandırmakta acele etmem.”[1]

Şimdi bu hadisteki vahyi açıklamaya çalışacağız:[2]

“Allah kardeşim Üzeyir’e şöyle vahyetti.”

Hadiste görüldüğü üzere Peygamber efendimiz (sav) Hz. Üzeyr (AS) hakkında “kardeşim” tabirini kullanmıştır. “Kardeşim” tabiri kullanıldığı yerlerde o, aslında onun peygamber olduğunu ifade etmek için kullanılıyor. Çünkü “Biz peygamberler kardeşleriz. Anneleri ayrı ayrı, babaları bir kardeşleriz”[3] hadisi ile beraber bu hadisi ele aldığımızda Hz. Üzeyir’in (aleyhisselam) de peygamberlerden biri olduğu bu hadisten anlaşılıyor.[4]

“Ey Üzeyir! Eğer sana bir musibet gelip çatarsa, kullarımın yanında Benden şikâyetçi olma. Zira senden taraf Bana bir çok musibetler ulaşmıştır ama Ben meleklerimin yanında senden şikâyetçi olmuyorum.”

Burası çok güzel bir konudur aslında. Hz. Yakub’un (aleyhisselam), oğullarının yaptıklarından dolayı Yusuf suresinde şöyle bir ifadesi var. “Ben hüznümü ve dağınıklığımı Rabbime şikâyet ediyorum.”[5] Hz. Yakub (AS) “Ben Rabbimin icraatlarını şikâyet etmiyorum. Ben Rabbimi kullarına şikâyet etmiyorum. Neden Yusuf’umu benden aldı demiyorum. Bu yaşadığım üzüntüler karşındaki çaresizliğimi, dayanıksızlığımı, güçsüzlüğümü, zayıflığımı ben Rabbime şikâyet ediyorum” diyor. Yani Hz. Yakub (AS) burada demek istiyor ki “Ben, beni şikâyet ediyorum. Neden bu kadar tahammülsüzüm? Neden bu kadar duygusalım, duygularımı kontrol edemiyorum. Bu şekilde kendimi dağlıyorum? Bunu Rabbime şikâyet ediyorum. Rabbim neden bunu verdi, demiyorum.” İşte burada Cenab-ı Hak, Hz. Üzeyir’e (AS) aslında bu dersi vermiş. Aslında “Ben sana nasıl davranıyorsam, nasıl icraatta bulunuyorsam, senden de aynısını beklerim. Seni Ben meleklere şikâyet etmiyorum. Yoksa sen de kendince yanlışlar yapıyorsun. Peygamber dahi olsan sende görmek istemediğim şeyler var. Onları meydana getiriyorsun ve bunlar Benim katımda bir musibet gibi algılanıyor. Olaylara Ben böyle bakıyorum ama senin yaptıklarına sabrediyorum. Sen de aynı şekilde, Benim sana karşı icraatlerime sabretmelisin” deniliyor.

Çünkü burada şu yön de var: Cenab-ı Hakk’ın verdiği musibetler kulu geliştirmek amaçlıdır. Onun hatalarını ona göstermek, eksik olan yönlerini tamamlamak, problemi olan kısımlardan onu kurtarmak, onun tıkandığı yerleri açmak, kemale erme noktasında onu bir açıdan zoraki olsa da yönlendirmek manaları gibi musibetler boyutlar taşır. O yüzden “Şikâyet edecek bir hadise değil bunlar ve kullarıma karşı Beni şikâyet etme! Peygamberim ve atan Hz. Yakub gibi Bana sen sabırsızlığını, dağınıklığını, hüznünü, korkunu, tereddüdünü, endişeni şikâyet et. Çaresizliğinden dert yan” deniliyor.

Cenab-ı Hak şöyle devam ediyor:

“Ey Üzeyir! Bana azaba karşı dayanacak gücün nispetinde isyan et, ihtiyaçlarını da Benden amelin oranında iste. Cennete girmeden de kendini emniyette sayma.”

Buradaki cümlelere dikkat edersek sadece kendisi ile ilgili olmadığını da buradan anlayabiliriz. Çünkü peygamberlerde isyan olmaz. O zaman “Hz. Üzeyir’e neden isyan etme?” tabiri kullanılıyor. Şu vardır: Allah’a yakınlık nispetinde Cenab-ı Hakk’ın kullarından beklediği bazı özellikler ve bazı ince hassasiyetler de olabiliyor. O noktadan dolayı bu çerçevede bakıldığında bazen peygamberlerin hayatlarında aksaklıklar meydana geldiğinde, Yüce Allah (tabir-i caizse gücendiği kısımlar meydana geliyor diyelim), o noktalardan dolayı “Senden bunu beklemezdim” diyor. Bu tespit söylenen cümlelerin Hz. Üzeyir’in (as) kendi şahsına bakan kısmıdır. Ama aynı zamanda peygamberler ümmetlerinin de elçileri, sözcüleri konumunda olduğu için Cenab-ı Hak peygambere hitap ettiğinde aslında arka planda o peygamberin ümmetine hitap ediyor. Aslında “Ey İsrailoğulları! Benden bir musibet geldiğinde sakın birbirinize o musibeti şikâyet etmeyin. Çünkü musibeti veren Benim. Bilakis o zaman Bana yönelmeniz lazım” anlamına geliyor.

İkinci cümle de şudur: “Sizden musibet manasında çok şey geliyor, Ben meleklere karşı sizden şikâyetçi olmuyorum.” “Azaba dayanabilecek kadar isyan et!” Bunlar aslında çok temel cümlelerdir.

Cenab-ı Hakk’ın rahmeti ile insan Ahiretini kurtarır fakat Peygamberimizin (ASV) Cevşen duasında vurguladığı üzere, “Cehennem kişinin amellerinin karşılığıdır ve adalet-i ilahidir. Cennet ise fazl-ı ilahidir, ekstra bir lütuftur.”[6] Buna şöyle bakabiliyoruz: İnsan dünyaya geldiğinde milyarlarca, katrilyonlarca nimetler içinde geliyor. Verilmiş nimetleri biz şu an yaşıyoruz. İnsan olmak çok büyük bir nimet, canlı olmak çok büyük bir nimet, akıl ve şuur sahibi olmak bir muazzam nimet, akıl cennetten daha değerli bir nimettir. Aklımızı alsalar bizi cennete soksalar şu dünyadaki dört bacaklılarla diğer canlılarla hiçbir farkımız kalmaz. İnsanı insan yapan aklıdır; insanı insan yapan kalbidir. Bu tarz boyutlar insana verilmiş ki, her birisi sonsuz nimetlerdir. “Bu nimetlerin kadrini ve kıymetini bilecek miyiz, şükrünü yapacak mıyız?” Bu imtihan ile baş başayız ve âyetlerde İsrailoğulları için “Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler”[7] denilir. Yani Onun verdiği nimetleri hakkıyla bilemediler, o nimetlerin kıymetinin farkına varamadılar. Bilakis daha ötesi, verilenlerden daha ötesini istediler.

Oysa şu vardır. Verilenlerin şükrünü yapmayana verilmeyen niye verilsin? Nankör bir kişiye, kadir kıymet bilmez birine hak etmediği öte şeyler niçin verilsin? Yüce Allah her şeye rağmen vermek istemiş. İşte bu yandan bakıldığında âyette “Şükredin artırayım”[8] diyor. Fakat insana verilmiş akıl, şuur, hafıza, hayal, kalp, ruh, sır gibi insandaki sayısız boyutlar her birisi sonsuz kıymetli ve değerde iken, kalkıp bir insan bunları kullanarak kendisinden önce yaratılmış hiçbir hayvanın yapmadığı rezillikleri yaparsa, o zulümleri işlerse hem insanlara hem diğer canlılara eziyetlerde ve işkencelerde bulunursa ki, diğer hayvanların diri diri derilerini yüzen insanlar var, binlerce insan katleden, yakan insanlar var, bir isyan vehmiyle şehirleri bombalayarak kadın, çocuk hepsini katleden kişiler, yöneticiler var, bu tarz hadiseler aslında verilen nimetlere karşı nankörlüğü ve bunların şerre kullanıldığını net olarak gösteriyor.

Hz. Üzeyir’e (as) âyette diyor, ki bu cümleler Hz. Üzeyir’ (as) verilen âyetlerdir: “Bana azaba karşı dayanacak gücün nispetinde isyan et.” İşte burada, insanın “Âhirete yok” demesi Âhireti yok etmiyor. Çünkü Âhiret insanın var veya yok demesiyle var olan veya yok olan bir âlem değildir. Allah’ın da varlığını ve birliği aynı şekildedir. İnsanın bu dünyada yaratıldığı gözle görülüyor, doğduğu ve öldüğü gözüküyor.

Her gece zaten o âlemlere de muhatap oluyoruz. Rüya âlemleri boyutuyla, işte bu yöne bakıldığında ve yapılan buradaki yanlışların bize yanlış olduğu rüyalarımızda bize gösteriliyor. Yaptığımız çirkinlikler rüyamızda yüzümüze çarpılıyor. Yaptığımız hatalar, yanlışlar, zulümler rüyamızda bizi boğacak, sıkacak ve öldürecek derecede sıkıntılar olarak gösteriliyorlar. Dehşet içinde kalktığımız sahneler meydana geliyor. Allah’ın emirlerine yasaklarına karşı geldiğimizde ıstırap yaşayacak hale dönüşüyoruz. Allah’ın emirlerine göre yaşamaya başladığımızda, manevi boyutumuzla rüya âlemlerimiz güzelleşiyor. İşte buradan anlıyoruz ki öldükten sonra gideceğiniz âlemlerdeki azabımız, aslında bize burada baştan bildiriliyor. Gideceğimiz âlemlerin güzellikleri de burada bize baştan ifade ediliyor. İşte bu yönüyle bakıldığında rüya âlemleri özellikle bizim amellerimizin tabir-i caizse karşılıklarının gösterildiği, yansıtıldığı yerlerdir.

İşte burada “Azaba dayanacak gücün nispetinde isyan et! İhtiyaçlarını da Benden amelin oranında iste!” denilerek güzel bir ölçü de veriliyor. Evet Allah’tan isteyeceksin ama hangi yüzle isteyeceksin? Karşılığında ne verdin? Aslında biraz da bu var bu yönden de bakarsak. Yani çok büyük şeyler isteyebilirsin. Fakat o istediğin şeylerin de altyapısı sende olması gerekmez mi aslında? Burada Cenabı Hak biraz da o noktaları da vurguluyor. Yani çapına göre talepte bulun, çapına göre hareket et, bu şekilde muhataplık hakikat ve hak üzerine bir muhataplıktır

“Cennete girmeden de kendini emniyete sayma!” Mesela burası çok önemli bir âyettir Üzeyir aleyhisselam’a. Bir insan kalkıp kendine şu an dünyada, ben zaten cennetlik bir adamım mantığıyla bakıyorsa, Kur'an'ın da burada işaretleri var, bu tarz mantıktaki kişi bir ihtimal Allah dostu olarak ilerlemiş olabilir. İstisnaî bazı fıtratlar böyledir. Fakat hakikaten Allah dostu olma noktasına ilerleyen insanlar kendilerini bir Firavun, Nemrut, Şeddad gibi görürler. Seyyid Ahmed-i Rufai Hz.leri (KS) gibi… Kendilerini hakikaten böyle görüyor, biliyor ve hissediyorlar. Bu tarz kişiler kendilerini Cennete olarak görmüyorlar. “Cehennemde hangi tabakada Cenab-ı Hak bizi yaşatır, bilemiyoruz!” diyerek endişe ve korku içinde bulunuyorlar. Hz. Üzeyr’e (AS) vahyedilen bu cümle gösteriyor ki “Kişi kendisini Cennetlik görüyorsa burada bir problem, bir sıkıntı var” demektir. Bu kişi aslında kendini çok beğeniyor demektir. O kadar çok beğeniyor ki, “Böyle beğenecek bir kulu Allah niye beğenmez?” şeklinde bir algıya sapabiliyor. Oysa Kur’an-ı Kerim'de vurgulandığı üzere bu mantık müşrik mantığıdır.

Bazı müşrikler şöyle diyorlardı: “Eğer Âhiret denen bir âlem varsa biz o âlemde de iyi bir konumda olacağız.” Cenabı Hak da karşılığını veriyor “Onlar bizden bir söz mü aldılar?”[9] Kur’an-ı Kerim'de kişinin kendini cennetlik sayabilmesi için bir şart, bir sebep var. Tevbe Suresi 111 âyette bildirildiği üzere “Hayatını, kendini ve malını her şeyini Bana adasın ve Benim yolumda yaşasın, Benim uğrumda yaşayıp ölsün. Bu kişi o andan itibaren ben cennetliğim” deyip sevinebilir diyor. Fakat böyle bir vaadi, böyle bir ahdi yapmamış, hayatını bu şekilde Allah yoluna harcamamış, bu şekilde yaşamayan insanın iddiası Kur’an-ı Kerim'de yeri olmayan bir iddiadır. Bu noktada sadece Kur'an'da değil, Tevrat’ta da bunun yeri olmadığı için o dönemki eski peygamberlerde de yerinde olmadığından Yüce Allah, Hz. Üzeyir’e (aleyhisselam) “Cennete girmeden kendini emniyete sayma. Cennet emniyet dünyasıdır, selamet âlemidir. Fakat ne sıratta, ne mahşerde, ne de dünyada asla kendini emniyette sayma” diyor. Hz. Üzeyir’ vahyedilen bu âyetlerde çok ciddi bir boyut var. Zülcelali Ve’l-İkram olarak Cenab-ı Hak konuşuyor:

“Yüce Allah'ın bu vahyinden sonra Üzeyir aleyhisselam titremeye ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Allah tekrar ona vahiy etti. Yüce Allah,

“Ey Üzeyir ağlama! Eğer bilmeyerek Bana âsi olursan ( yani cahillikle bir hata yaparsan diyor) sabrımla seni affederim, bağışlarım, hatanın izlerini de silerim. Zira Ben kerem sahibiyim. Kullarımı cezalandırmakta acele etmem.”

Bununla ilgili bir vaka Peygamber Efendimiz’in (SAV) döneminde var. Peygamber efendimiz (sav), mahşer gününün dehşetinden bahsettiği bir sahne esnasında bir Bedevi kalktı. (Sahabelerden birisidir.)

-“Ey Allah'ın resulü! Bizi mahşer günü Rabbimiz mi yargılayacak?” diye sordu. Peygamberimiz:

-“Evet” diyor. Sahabe:

-“O zaman işimiz kolay” diyor. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (SAV):

-“Neye dayanarak bunu söylüyorsun?” diye o sahabeye sordu. Sahabe de

-“Allah kerimdir. Kerim olan bağışlar” diyor. Sahabenin bu sözü Peygamberimiz’in (SAV) çok hoşuna gidiyor ve memnun kalıyor. Burada da aynı şeyi görüyoruz. Kerem sıfatı başka bir hadiste vurgulandığı üzere “Cenab-ı Hakk'ın en büyük ahlakı” dır.[10] Kerem sıfatı bu çerçevede bağışlayıcılık olarak kendini gösterir. Yüce Allah'ın ism-i azamlarından bir tanesi “Ekremü'l-Ekremîn” ve “Erhamu’r-Râhimîn” dir. Bu iki isimle kişi yedişer defa söyleyerek Allah'a yalvarırsa, bağışlanmayacak günahı kalmaz, karşılanmayacak ihtiyacı kalmaz. Ekremü'l-Ekremîn isminin tecellisine en mazhar peygamber Hz. Yusuf’dur (aleyhisselam). Hazreti Yusuf'un (AS) hayatında hep bağışlayıcılığı görüyoruz.

Yüce Allah'ın Hz. Üzeyir’e (aleyhisselam) vahyinde “Erhamu’r-Râhimîn” sıfatı çok önemlidir. Allah “Ben kullarımı üzmem” diyor, “Onlara merhametin en ilerisini, şefkatin en özelini tattırırım, yaşattırırım. Hayatlarında onların üzüntülerini ve korkularını gideririm” diyor. “Şefkatimi hissederler, korkularını alırım. Merhametimi hissettiririm, üzüntülerini alırım” diyor. “Bu şekilde Bana muhatap olurlar” diye söylüyor. “Suçları olursa onları cezalandırmakta acele etmem. Ufak suçlarını da bağışlarım.” Peygamberimizin (SAV) bildirdiği üzere de Cenab-ı Hak en büyük ahlakı olarak da keremiyle muamele edeceğini bildiriyor.[11]

[1] Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, 1/144 (514).

[2] Makale metni, sohbet üslubundadır. Bir hadis şerhi videosunun yazılı metin hale getirilmiş halidir. Okuyucunun bu hususu göz önünde bulundurmasını rica ederiz.

[3] Sahihu’l-Buhari, IV, 142, Enbiya, 48.

[4] Hz. Peygamber (AS) diğer peygamberlerden bahsedeceği zaman “Kardeşim İsa”, “Kardeşim Musa” gibi ifadeler kullanmıştır. Mesela: “Ben, atam İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annem Amine'nin rüyasıyım. Annem rüyasında içinden çıkan bir nurun Şam diyarı saraylarını aydınlattığını söylemişti. Peygamber anneleri hep böyle rüyalar görürler." (Müsned, 4/127, 128, 5/262; Hâkim, el-Müstedrek, 2/656)

[5] Yusuf suresi, 86.

[6] Cevşenü’l-Kebîr, 19. Baba 1-2. Ukdeler ve 48. Bab, 8. Ukde.

[7] Zümer suresi, 67.

[8] İbrahim suresi, 7.

[9] Bakara suresi, 79-80. İlgili âyetlerdeki konuşmalar Allah adına ve İradesi adına konuşma hükmündedir. Dolayısıyla Ehl-i Kitab’ı doğrudan muhatap alan cümleler olsa da gizli bir şirki, kendini kurtarılmış bölge saymayı içinde barındırdığından metindeki “müşrik ahlakı” sözü doğrudur. Hakiki bir ehl-i tevhid bu cümleyi kullanamaz. Mesela hayatı Tevhid davası ile geçen Üstad Bediüzzaman, “İmansız ölmekten çok korkuyorum” diyen has talebesi Zübeyr Gündüzalp’e “Korkma, bilakis titre!” demiştir. Hem yine demiştir: “Cennet ucuz değil, mühim bedel ister. Hem Cehennem dahi lüzumsuz değil.”

[10] Ali el-Muttaki, Kenzü’l-Ummal.

[11] Bu metin, Erdem Akça-Rahmet Çiçekleri kanalındaki “Hz. Üzeyir’e (AS) Allah’ın Vahyettiği Bazı Gerçekler” videosunun yazılı hale getirilmiş ve revize edilmiş halidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum