Erdem AKÇA
İlahlığın En Temel Özellikleri ve Putların Âcizliği
Kur’an’dan Hakikat Noktaları ve Hikmet Nükteleri-20
Furkan suresi 3. âyet şirkin ne kadar manasız olduğunu ve İlah’a ait sıfatlardan putların ve putlaştırılanların uzaklıklarını şu şekilde belirtir: “Hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan; kendi kendileri hakkında zarar ve menfaate mâlik olmayan; ölüm ve hayat ve yeniden dirilişe malik olmayan şeyleri Allah’tan başka ilahlar edindiler.”
Yaratamayan, yaratmayan yani Halık olmayan… Yaratıcı, yarattığından önce vardır. Bu da, Yaratıcı’nın Kadîm olmasını gerektirir. Yaratılanın varlığı bir yerde biter. Fakat yaratıcılık devam eder. Bu da gösterir ki, Yaratıcının sonu olamaz. Bu da gösterir ki, Yaratıcı Bâki olmalıdır. Yaratılan ve varlığı bir yerde başlayıp bir yerde biten bir şey ilah olamaz. O, zamana ve mekana bağlıdır. Bir mekan ve bir zamanda var olana kul denilir.
Ayrıca kendine dahi, zarar ve menfaate mâlik olmayan, bu manada tasarruf yetkisi olmayan ilah olamaz. Oysaki bir nesne veya kişinin en yakın olduğu ve kendisi üzerinde en etkili olabildiği kişi veya nesne bizzat kendisidir. Bir kişi, kendi üzerinde dahi başka birinin izin ve iradesi olmadan tasarrufta bulunup kendine fayda veya zarar veremiyorsa, o kişi hür ve bağımsız değildir. O, başka birinin mülkiyeti ve idaresi, iradesi ve denetimi altındadır, demektir. İnsanın menfaat ve zarar çapı yerden göklere kadar, maziden müstakbele, ezelden ebede kadar olduğu için insanın mâliki insanın kendisi değil, insanı böyle geniş bir daireye muhtaç yapıda yaratan ve yapandır.
Son özellikler: Mevte ve hayata ve ba’sü ba’de’l-mevte (öldükten sonra dirilişe) mâlik olmayan ve olamayan ilah olamaz. Demek Uluhiyetin en temel, en büyük ve en net göründüğü ayna ihya ve hayat aynasıdır. Hayatı ilk kez veren, hayatı tekrar ve ikinci kez verebilir. O halde hayatı ilk kez veremeyen ikinci kez de veremez. “Seni öldükten sonra diriltemeyen sana İlah olamaz, İlahlık taslayamaz. Senin Allah’ın, hayatı sana ilk kez verendir. Canlılık binasını hücre hücre ilk kez o yaptığı için ikinci kez de O yapacaktır. Çünkü O, canlılığı yapmayı biliyor. Bildiğini de ilk yapışıyla göstermiştir. Hem ömür boyu da canlılığı o idare ediyor. Rızıkla besliyor, büyütüyor, geliştiriyor, yaşatıyor ve sonra da O öldürüyor. Yaratmayı O bildiği için, hem ikinci hayatı vaad ettiği için, ikinci kez tekrar yaratacak; hem yaşatmayı bildiği için de ebedî olarak yaşatacaktır. İşte Ahireti, İkinci ve Ebedî hayatı kuramayan ve yaratamayan İlah olamaz.”
Furkan suresi 58. âyette bildirildiği üzere “O, ölmeyecek bir Hayy olmakla meşhurdur, bilinir, tanınır. Ancak böyle bir dirilikle Gerçek Diri olana tevekkül et.”
Göklerin ve Yerin Sırrı
Furkan suresi 6. âyet ne kadar çarpıcı: “De ki, bu Furkan’ı, semavat ve arzın içindekinin sırrını bilmekle bilinen ve tanınan indirmiştir. O, Ğafûr ve Rahîm’dir.”
Bu âyetteki “fî” (içinde) ifadesi, semavat ve arzın melekutunda ve batınındaki sırrı bilen, manasını verdiği gibi; gökler ve yer içinde bulunan insanın sırrını bilen birisi de indirmiştir, manasını da verir.
Hem bu âyet, nesne ve kişilerin hakikat ve sır yönleri olduğunu da ayrıca bildiriyor. Demek her şey gözle görünene münhasır değildir. Görünmeyen ve görünmeyenden de ötesi mevcuttur.
Hem bu âyet vahyin gelmesinin sırrının, semavat, arz ve arasındakilerin sırlarını bildirmek olduğunu da ifade etmektedir. Bu temel sır, “yaratılış sırrı”dır.
İttika ve Cennetlerin Tabakaları
Furkan suresi 14. âyet diyor ki: “Cennetü’l-Huld, var. Bu cennet, müttakilere vaad edildi.”
Nahl suresi de diyor ki: “Müttakiler, Adn cennetine giderler.”
Kur’an hep diyor: “Allah müttakilere, cenneti vaad etti.”
Demek Allah için takva, ne kadar değerli bir hakikattir ki, başkalarına değil müttakilere cenneti vaad ediyor. Ayrıca farklı Cennetlerin müttakilere vaadi de göstermektedir, müttakiler arasında da ittika, ittika-i tâmme, ittika-ı etemm, ittika-i kâmile, ittika-i ekmel şeklinde dereceler söz konusudur. Kalite farklılaştığı için de mükafat seviyesi farklılaşmaktadır.
Aynı zamanda bu âyet, kişinin ittika derecesine göre beka ve ebediyet âleminin hakikat ve sırlarına vakıf olacağını bildirir.
Aynı zamanda bu âyetler, mesâkin-i tayyibe boyutuyla ön plana çıkan “Adn Cenneti” ve fiziksel ölümsüzlük boyutunu vurgulayan “Cennetü’l-Huld” un müttakilere vaadini bildirmesiyle gösterir ki, Adn Cenneti’ne girenler dünya hayatında mesken yüzünden (faiz, kredi gibi) günahlara girmekten çekinen ve kaçınan kişilerdir. Huld Cenneti’ne girenler ise cildleri ve bedenlerini zina, cinayet ve haram lokma gibi boyutlarda ittika ile muhafaza eden kişilerdir.
Kur’anın Gurbeti ve Kıyamet İlişkisi
Furkan suresi 30. âyet diyor ki: “O Resul dedi ki: ‘Ey Rabbim! Kavmim, Kur’anı terk edilmiş kabul etti.’” Bu âyet bir ihbâr-ı gaybîdir. Kulların kendi iradeleri ile yapacakları fiili anlatıyor.
Hem bu tercih, kıyametin kopması için de gereklidir. Fakat cebir yoktur. Kullar Kur’anı mehcur ve terk edilmiş bırakmayıp bilakis Kur’ana hicret ettikleri sürece, kıyamet kopmaz ve kâinatın ömrü uzar, diye de âyet mefhum-u muhalifiyle işaret ediyor.
Hem bu âyet ümmet-i Muhammed (SAV), Kur’an üzerine kurulduğu ve ona son derece saygılı ve sevgi üzere bulunduğundan kendi istekleri ile değil, bazen istila, bazen işgal, bazen münafıkane oyunlar, bazen zorunlu eğitim zorbalığı, bazen Harf İnkilabı gibi cebbarâne uygulamalarla Kur’andan uzaklaştırılacak ve soğutulacak hatta bazen dünyevileştirilerek Kur’andan uzaklaştırılacak diye de işaret etmektedir. Ki aynen yaşanmaktadır.
Kur’anın Parça Parça İndirilişinin Mühim Sırrı
Furkan suresi 31. âyet diyor ki: “Senin gönlünü yani fuadını sabitleştirmek için Biz Kur’anı peyderpey indirdik ve ağır ağır okuduk.”
Fuad, gönül demektir. Bu fuad, kalbin bâtını, duygu merkezi ve gözüdür, kendine has görmeyle de görür. (Necm suresi, 11) Kur’anın manaları zaman içinde açılsın ve hadiseler üzerine inince hadiseler aynasında o manaların doğruluğu görünsün diye peyderpey indirilmiştir. Gaye Kur’anın bahsettiği manaların görünmesi ve anlaşılması ise, bu noktada esbâb-ı nüzul çok önemlidir. Yani bir kişinin bizzat yaşadığı ve gördüğü hadise üzerine gelen bir âyet şuhûd ve rü’yet hükmünde olduğu için gönül o manayı tam görür, hisseder ve kabullenir. İman, kalpte ayne’l-yakîn seviyesi ile yerleşir. Peyderpey nüzulün sırrı budur. Bundan dolayı sahabelerin imanı, ayen’l-yakîn seviyededir, tespitini bu âyetten yapabiliyoruz.
Ayrıca bu âyet, Kur’anı ağır ağır okumayı tavsiye ediyor. Müzzemmil suresinde 5. âyette de bu tavsiye ve emir bulunuyor. Ki, Müzzemmil suresi ilk inen sure ve emirlerden biridir.
Hz. Harun’un (AS) Peygamberliğinin Sırrı
Furkan suresi 35. âyet diyor ki: “Yemin olsun Biz, Musa’ya kitabı verdik ve kardeşi Hârun’u Ona vezir kıldık.”
Vezir kelimesi, vizr (yük) kelimesi ile aynı köktendir. Yani vezir, bir sultanın veyahut iktidar sahibinin yükünü çeken kişi demektir. Musa Aleyhisselam’ın tebliğ vazifesinde, bir nebi ve resul olarak Hz. Hârun (AS) vazifelendirilip yükü sırtlıyor. Bu şekilde güçlü omuzlarıyla, Hz. Musa’nın (AS) omzundaki İlâhî yükü hafifletti. Onun vezir-i muini oldu.
Bu kıssaya külli nazarla bakıldığında Cenab-ı Hakk, Hz. Musa (AS) fıtratlı hak hizmetkârlarına duaları neticesinde Hz. Harun (AS) fıtratlı bir veziri bahşeder, tam bir uhuvveti ve tefâniyi yaşayarak beraber Hakk’a hizmet ederler. O kişi, Hz. Musa (AS) meşreb hak erinin “fasih” bir dili olur.
Nuh Kavmine Kaç Resul Geldi?
Furkan suresi 37. âyet diyor ki: “Nuh kavmi de kendilerine gelen resulleri yalanladıkları zaman onları suda boğduk.” Bu âyet gösterir ki, Nuh kavmine en az üç resul gelmiştir. Çünkü Arapça’da cem’ siğası en az üçü ifade eder. Bu âyette de resul kelimesinin cem’ hali olan “rusül” geçiyor. Rusül lafzı bu minvalde anlaşılırsa, ki Elmalılı Hamdi Yazır bu şekilde anlamıştır, Hz. Nuh (AS) ilk resul değil ilk ülü’l-azm’dir, diyebiliriz. Hz. Âdem ise, ilk nebidir. Hz. İdrîs (AS) ise, ilk resuldür. Aynı anda iki resulün bir kavme gönderilebilmesinin örneği Hz. Musa ve Hz. Harun’un (Aleyhimesselam) iki resul olarak Firavun ve kavmine gönderilmeleridir.
Nebiler, imanı; resuller, iman ve islamı; ülü’l-azm resuller ise iman, islam ve ihsanı getirirler. Bu manada din hakikatinin sembolleri, ülü’l-azm resullerdir. Ki, toplamda beş kişidirler. Hz. Nuh (AS), Hz. İbrahim (AS), Hz. Musa (AS), Hz. İsa (AS) ve Hz. Muhammed Mustafa (ASM)… Şura suresi 43. âyet, din ve ülü’l-azm ilişkisini ayan beyan ifade etmektedir. Nuh kavminin helakı, Hz. Nuh’u (AS) dinlememelerinden dolayıdır.
Bazı müfessirler ise âyetteki “rusül” lafzını, resullerin çokluğu değil de vahdet-i risalet-i Nuhiyeye (AS) rağmen muhataplarının anlayış ve algı boyutlarının farklılığı noktasında ele almışlardır. Bu âlimlere göre Nuh kavmine gelen resul tekti ama Hz. Nuh’a (AS) kavminin muhataplıkları ayrı ayrı idi.
Resuller Silsilesi ve Ashab-ı Ress’e Gelen Resul
Furkan suresi 38. âyet ise der ki: “Ad, Semûd ve Ashab-ı Ress’i ve bunlar arasındaki nice çağları da helak ettik.”
Demek ki Hz. Hud (AS), Hz. Salih (AS) ve Resul-ü Ashab-ı Ress haricinde, bu ümmetler arasında başka ümmetler ve resulleri de vardır. Ki, bunlara da tebliğ resullerince yapıldı. Fakat dinlemediler ve helak oldular. Bu resullerden birisi Hz. Lût’tur (AS); diğeri Hz. Şuayb’dır (AS).
İbn-i Kesir tefsirinde aktardığı üzere Ashab-ı Ress’in resulü Hanzala bin Safvan’dır (AS). Kavmi yıllarca Hz. Hanzala’yı (AS) kuyuda hapsettikleri için kendileri “kuyu sahipleri” manasında Kur’anda “Ashab-ı Ress” adı verilmiştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.