Mustafa ORAL
‘Selahattin Korkma!’
Siyaset ve Risale-i Nur
Şefkat timsali Risale-i Nur, masumlara zarar gelme ihtimaline karşı siyasete girilmesini uygun görmez. İnebolu Nur Talebelerinden Salâhaddin Çelebi 1942 yılında Kars’ta gümrük muhafaza memuru olarak göreve başlar. O günlerde Doğu şehirlerinde bir tarikat, verdiği siyasi mesajlarla öne çıkar. Üstad olayın Risale ile ilişkilendirilmesinden endişelenir. Risale-i Nur’un siyasetle alâkasının olmadığını belirterek Salâhaddin’den bu kişilerden uzak durmasını ister. Ayrıca kendisini bir casusun takip ettiğini söyleyerek dikkat etmesini ister.[1]
Salâhaddin altı ay sonra kurs için Ankara’ya gelir. Ankara’da at izi, it izine karışmıştır. Mezkûr tarikatın hareketlerinden işkillenen bazı çevreler tarikatlar üzerinden İslam’a darbe vurmaya çalışır. Doğu’da bazı yerlerde tarikatçılar tutuklanır. Nur Talebeleri müspet hareketin neticesini görürler, tevkif edilmezler. Selahâddin olayların kalbi Ankara’dan Üstad’a mesaj geçer. Üstad da talebelerini bilgilendirir.[2] Nur Talebeleri yoğun takip altındadır. Mektuplar dahi incelemeye alınır.
ANKARA’DA GÖZALTI
Tarikat tutuklamalarından istisna tutulan Nur Talebeleri için başka bir tehlike görünür. Selahâddin, Ankara’dayken kendisini Genel Komutan Lütfi Karapınar Paşanın çağırdığı söylenir. Aklına ilk gelen şey Risale’dir. Birileri Nur’ları okuduğunu ihbar etmiş olmalıdır. Paşanın odasına gider. Paşanın yüzü serttir. Vaziyetin vahametini anlar. Masasının önündeki koltukta yakasındaki rozette istiklâl yazılı birisi oturmaktadır. Arkasında da bir subay hazır ol vaziyetinde beklemektedir.
Rozetli şahıs, “Üzerinde ne varsa çıkar.” der.
Selahâddin çıkarır. Not defterini alırlar. Para çantasını ve diğer eşyalarını geri verirler.
Askerler, “Bizimle beraber gelecek” diyerek Paşadan müsaade alırlar. Denizli’nin Homa Kasabasında Bediüzzaman’a ait eserlerin ele geçirilmesi gerekçe gösterilerek gözaltına alınır.
Selahâddin’in işyerine giderler. Çantasını alırlar. Oradan kaldığı otele geçerler. Odasında arama yaparlar fakat bir şey bulamazlar.
“Aradığınız nedir? Söylerseniz belki yardımcı olurum.”
“Risale-i Nur ismindeki kitapları arıyoruz.”
“Söyleseydiniz size verirdim. Hiç yorulmazdınız. Bunlar imanî ve İslâmî eserlerdir, gardroptadır. Fakat siz görmediniz.”
Dolabı tekrar açarlar. Elbiselerin arkasından otuz kadar eser çıkarırlar. Eserlere el koyarlar. Zabıt tutanağına “Kendi göstermesi üzerine eserler bulunmuştur” ifadesini yazdırtır.
Kitaplarla beraber 1. Şubeye gelirler. Müdürün nezareti altında, iki gün, iki gece ifadesi alınır. Tercüme-i halini, Risale-i Nur’daki hizmetini, kimlerle temas ettiğini ve eserleri okuyanların kimler olduğunu sorarlar. Cevaplar polisi tatmin etmez. Not defterindeki isimlerin kime ait olduğunu sorarlar.
Selahâddin, “Hacı Bayram Camiine gelen bir kaç kişinindir. Fakat adreslerini bilmiyorum. Ancak camiye geldiklerinde tanıyabilirim” der.
Hacı Bayram Camii cemaatine bakmasını, bunlardan kimlere kitap vermişse göstermesini isterler. Selahâddin isteği reddeder.
“Ankara halkının günahına girmem. Birine mutlaka iftira mı edeyim?”
SELAHÂDDİN KORKMA!
Selahâddin sorgulanırken Komiser Naci telâşla içeri girer.
“Sürpriz!” diye bağırır. “Bediüzzaman’ı Kastamonu’dan getirmişler. Geceyi otelde geçirmiş.”
Ardından başka bir yere götürülür. Selahâddin’i burada bir sürpriz beklemektedir. Bir gülüşüne dünyaları vereceği, canını huşuyla teslim edeceği Üstad’ı karşısındadır. Büyük bir cesaretle yaklaşır. Hürmetle elini öper. Üstad’ın elleri sıcacıktır. Ağır şekilde hasta ve yorgundur. Ellerini Üstad’ın ellerinden ayıramaz. Yetmiş yaşındaki ihtiyara yapılanlara çok üzülür. Teselli etmek yine Üstad’a düşer. Etrafındakilere haykırır.
“Bunlar bu vatanın fedakâr, imanlı evlatlarıdır. Bunlar emniyet ve asayişi ihlal etmez. Bilakis muhafaza ederler.”
Selahattin’e döner.
“Korkmayınız!”
Üstad’ı odadan çıkarırlar. Haykırmaya devam eder.
“Selahattin korkma!”
BU ESERLER İMÂNÎ VE İSLÂMÎ’DİR
Selahâddin’i Vali Nevzad Tandoğan’ın beklediği bildirilir. Hemen götürülür. İçeri girerken merdivende genç bir hanımla karşılaşır.
“Siz de mi polissiniz?”
“Hayır, ben felsefe hocasıyım. Bediüzzaman’a bayram tebriki yazmıştım.”
Polisler ikaz ederler.
“Konuşmayın.”
Odaya önce felsefe hocasını çağırırlar. Yirmi dakika sonra çıkar. Selahâddin’e döner.
“Beni serbest bıraktılar. Allah yardımcın olsun.”
Ardından Selahâddin Valilik Makamına çıkarılır. Vali koltukta oturmaktadır. Selahâddin’i on dakika kadar tepeden tırnağa süzer.
“Şinasi, elektrikleri söndür!”
Bir dakika sonra, tekrar, “Aç!” der. Başını iki tarafa sallar. Gözlüğünü çıkarır. Tek camıyla bakar. Selahâddin’in kılığı kıyafeti Cumhuriyet yasalarına uygundur. Ayağa kalkar.
“Yanıma gel.”
Omzundan tutar.
“Nasıl olur! Sen Cumhuriyet çocuğusun. Böyle kimsenin peşine nasıl takılırsın? Bunun gayelerini bilmez misin?”
Selahâddin soğukkanlıdır. Değil mi ki arkasında dağ gibi Üstad’ı vardır.
“1936 senesinden beri Kastamonu’da ziyaretine giderim. Eserlerinden okudum ve neşrine çalıştım. Bu eserler imanî ve İslâmî’dir. Siyasî ve menfi milliyetçilik yoktur. Milletimizin ve devletimizin aleyhinde en ufak bir kelime görseydim ve kendisinden menfi bir düşünceyi hissetseydim, ihbar eder ve herkesten önce ben düşman kesilirdim. Tamamiyle yanlış bir kanaate sahipsiniz. Eserleri imanîdir. Kur’ân-ı Azimüşşanın bazı âyetlerinin tefsirlerinden ibarettir. Kastamonu’da herkes ziyaret ediyor. Polis karakolunun karşısında bir evde oturuyor. Polisler her gün giren çıkanı görüyorlar.”
Vali sinirlenir.
“Kastamonu Valisi kim?”
“Mithat Altıok.”
“Şinasi, bak ne hayvanlar var…”
Ardından Selahâddin’e döner.
“Mademki eserleri imanîdir diyorsun, mahkemeye verileceksiniz. Orada tetkiki yapılır, orada söylersin.”
Kapıda bekleyen Birinci Şube Müdürüne seslenir.
“Mahkemeye sevk edin.”
BAŞINDAN BUL NEVZAD!
Vali zulmünü Selahâddin’le sınırlı tutmaz, Üstad’a da sarar. Kendisiyle görüşmek ister. O sırada Selahattin de Tandoğan’ın odasının önündedir. Bediüzzaman odaya girer. Kapı kapanır. İçeriden şiddetli sesler duyulur. Az sonra odacı elinde adi bezden yapılmış eski bir kasketle odaya girer. Vali, Üstad’a şapka giydirmek istemektedir. Kapıcı odaya girip çıkarken Bediüzzaman’ın sesi yankılanmaktadır.
“Ben sizin ecdadınızı temsil ediyorum. Kıyafet Kanunu münzevilere tatbik edilmez. Ben dışarı çıkmıyorum. Beni icbarla siz çıkarıyorsunuz. (Boynunu gösterir.) Bu sarık bu başla çıkar. Başından bul!”
Bediüzzaman odadan çıkar. Selahâddin’le göz göze gelirler. “Selahattin korkma! Korkma! Allah’a ısmarladık!” diyerek polislerin arasında uzaklaşır.
Gün gelir Tandoğan zulmünün cezasını çeker. 17.10.1945 tarihinde Ankara sosyetesinin önde gelenlerinden Rus Büyükelçiliği doktoru Dr. Neşet Naci Arzan’ın öldürülmesi olayına adı karışır. 09.07.1946 tarihinde kafasına kurşun sıkarak intihar eder. Hüdhüd kuşu Üstad’a müjdeyi verir. Selahâddin bir mektupla emir tekrarı yapar. Üstad haberi dostlarıyla paylaşır.[3]
KUŞLAR DENİZLİ’YE UÇUYOR
Sabah vakti kalabalık bir grupla Üstad’ı vilayete götürürler. Selahâddin iki polis refakatinde elli metre geriden onları takip eder. Üstad her zamanki “milli ve yerli” kıyafetiyle valilik binasına girer. Sağ omzunda muhafaza torbası içinde bir Kur’ân-ı Kerim, sol omzunda rule yapılmış bir namaz seccadesi, ona bağlı bir ibrik vardır. Manzara İsmet İnönü döneminde akıncı kıyafetiyle şehri saran bir Osmanlıyı hatırlatmaktadır.
Evraklar tanzim edilir. Üstad’ın yanında jandarma ve polis vardır. Hükümet binasının çıkış kapısında dururlar. Üst kattan bir kaç tane daha memur gelir. Görevlilere Denizli’ye götürmeleri için evrakları verirler. Bu esnada Üstad ellerini kaldırarak bağırır.
“Selahâddin korkma! Selahâddin korkma! Selahâddin korkma!”
Selahâddin, Üstad’a yaklaşmak ister fakat yirmi metre mesafeden daha yakına bırakmazlar. Yetmiş yaşındaki hasta Bediüzzaman’ı o mübarek Ramazan’ın çok sıcak günlerinde istasyona kadar yaya olarak götürürler.
İNEBOLU YOLLARINDA
Hava kararmıştır. İftar vakti çoktan geçmiştir. İki polis refakatinde mahkemeye sevk edilir. Gece saat 12’ye kadar mahkeme salonunda bekletilir. Nöbetçi hâkim yargılamayı yapar. TCK’nun 163’üncü maddesi gereğince tevkifine karar verilir. Saat 01.30’da Cebeci Cezaevinin karantina koğuşuna alınır. Bir hafta sonra Zonguldak yoluyla İnebolu’ya sevk edilir. Refakatinde iki jandarma vardır. Siyasî mücrim olduğu gerekçesiyle trende hususî kompartıman açılmıştır. İnebolu’ya vardıklarında jandarma tarafından polise teslim edilir.
Emniyet dairesinde iki gün kalır. Said ismindeki savcı, Ankara’daki ifadelerini tekrar ettirir. “İmanî ve İslâmî eserlerden soğutmak için, iki gün, iki gece” uğraşır. Değil mi ki Selahâddin kılık kıyafetiyle, hali tavrıyla Cumhuriyet çocuğudur. Oysa o kıyafetiyle kabil-i telif olmayan bambaşka bir dünyanın insanıdır. Evet, Cumhuriyetçidir ama dindar Cumhuriyetçidir. Savcının telkin ve tehditleri vız gelir.
“Beden ruhsuz ayakta durur mu? Ekmeksiz ve susuz yaşanır mı?”
Savcı, “Peki cezaevinde ekmek ve suyla bedenini yaşat” diyerek cezaevine gönderir.
Selahâddin’in canına minnet. Zira on iki Nur fedakârı da aynı gerekçeyle içerdedir. Vakti güzel şekilde değerlendirmeye çalışırlar. Ramazan ayının ruhaniyetine uygun şekilde ibadet ederler. Cüz taksim ederek her gün hatim indirirler. Bir süre sonra Anafarta Vapuruyla İstanbul’a, oradan İzmir’e, oradan da Denizli’ye sevk edilirler.
Nazif ve Selahâddin Çelebi İstanbul’da da Nurları yaymaya çalışmaktadır. Aslen İnebolulu olup daha sonra İstanbul’a yerleşen Emin Uzun ile haberleşmektedirler. Durum Emniyet tarafından tespit edilir. Emin Uzun’un evinde Üstad, Nazif ve Selahâddin Çelebi ile İhsan Ertem’in mektupları bulununca tutuklanarak Denizli’ye getirilir. Emin Uzun, Denizli Mahkemesinde bunu teyit eder.
***
*Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.