Musibetlere Karşı Sabrın Psikolojik Aşamaları

Musibetler aynen nimetler gibi dünya hayatının 2 değişmez ve periyodik halidir. Gece ve gündüz gibi… “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder (durulaşır), kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder (kalkınır), netice verir, tekemmül eder (olgunlaşır), vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak (monoton) istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz (saf, katıksız iyilik) olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz (katıksız şer, kötülük) olan ademe (yokluğa) yakındır ve ona gider.”[1] Nimetler, hayat mekanizmasını verdiği lezzet ve zevklerle rahatlatıp gevşetir. Buna mukabil musibetler, hissettirdiği acılarla hayat mekanizmasını gerer, savunma pozisyonuna geçirir. Eğer o vakte kadar bu derece ciddi bir musibetle ile kişi karşılaşmamışsa şikâyet ve sızlanma hali kendini gösterir. Bu manayı Hz. Peygamber (ASM) döneminde yaşanan şu vakada görebiliriz:

Hanım sahabelerden birisinin çocuğu vefat eder. Çocuğunu kaybetmenin acısıyla ağlayan bu kadına Resûlullah (ASM),

-“Allah’tan kork, sabırlı ol!” der. Hanım sahabe üzüntünün verdiği acıyla

-“Benim derdimden sen ne anlarsın!” şeklinde tepki gösterir. Daha sonra kendisine nasihat edenin Resûlullah (ASM) olduğunu öğrenince Ondan özür dilemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber (ASM),

-“Sabır ilk darbe sırasında gösterilen metanettir”[2] buyurmuştur.

Musibetin verdiği acı, vehim ve endişe damarlarını tahrik eder. Vehim duygusu ise, kişinin manevi gücünü dağıtmaya başlar. Bu noktada sabır duygusu, kişiye verdiği tevhidî şuur ile, musibetlerin de nimetler gibi yine Allah’ın bir icraati olduğunu gösterir. Tevhid şuuru “Nimetler, rahmetten ve ikram sıfatından geldiği gibi, musibetler de hikmetten ve celâl sıfatındandır” diye kişiye telkin yapar. Bu manada sabır, kişinin olumsuza odaklı vehim duygusunun, aceleci nefsinin ve acı çekmek istemeyen benliğinin oluşturduğu karanlıkları aydınlatır. Kişiye Hakikati, güneş gibi gösterir. Hz. Peygamber (ASM) sabrın bu yönünü, “Sabır, ziyadır; salat, nurdur[3] diye ifade eder. Ziya, güneş ışığı; nur ise, ay ışığıdır.[4]

Said Nursi, musibet anında her insanın kişisel manada tecrübe ettiği insan psikolojisini; geçmiş-gelecek algısı ve sabır gücü noktasında şöyle tahlil eder:

Cenâb-ı Hakkın insana verdiği sabır kuvvetini evham yolunda dağıtmazsa, her musibete karşı kâfi gelebilir. Fakat vehmin tahakkümüyle (zorbalığıyla) ve insanın gafletiyle ve fâni hayatı bâki tevehhüm etmesiyle (kendi kendine kurgulamasıyla), sabır kuvvetini mazi ve müstakbele (geçmiş ve geleceğe) dağıtıp, hal-i hazırdaki musibete karşı sabrı kâfi gelmez, şekvâya başlar. Adeta —hâşâ— Cenâb-ı Hakkı insanlara şekvâ eder. Hem çok haksız bir surette ve divanecesine şekvâ edip sabırsızlık gösterir.

Çünkü, geçmiş her bir gün, musibet ise zahmeti gitmiş, rahatı kalmış; elemi (acısı) gitmiş, zevâlindeki (bitişindeki) lezzet kalmış; sıkıntısı geçmiş, sevabı kalmış. Bundan şekvâ değil, belki mütelezzizâne (lezzet alarak) şükretmek lâzım gelir. Onlara küsmek değil, bilâkis muhabbet etmek gerektir. Onun o geçmiş fâni ömrü, musibet vasıtasıyla bâki ve mes'ut bir nevi ömür hükmüne geçer. Onlardaki âlâmı (acıları) vehimle düşünüp bir kısım sabrını onlara karşı dağıtmak divaneliktir. Amma gelecek günler ise, madem daha gelmemişler, içlerinde çekeceği hastalık veya musibeti şimdiden düşünüp sabırsızlık göstermek, şekvâ etmek, ahmaklıktır. "Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir. Öyle de, gelecek günlerdeki, şimdi adem (yok) olan musibet ve hastalıkları düşünüp, şimdiden onlardan müteellim olmak (acı çekmek), sabırsızlık göstermek, hiçbir mecburiyet olmadan kendi kendine zulmetmek öyle bir belâhettir (zeka geriliğidir) ki, hakkında şefkat ve merhamet liyakatini selb ediyor (yok ediyor).

Elhasıl, nasıl şükür nimeti ziyadeleştiriyor; öyle de, şekvâ (şikâyet) musibeti ziyadeleştirir. Hem merhamete liyakati selb eder. Birinci Harb-i Umumînin (Dünya Savaşı) birinci senesinde, Erzurum'da mübarek bir zat müthiş bir hastalığa giriftar olmuştu. Yanına gittim. Bana dedi:

-"Yüz gecedir ben başımı yastığa koyup yatamadım" diye acı bir şikâyet etti. Ben çok acıdım. Birden hatırıma geldi ve dedim:

-"Kardeşim, geçmiş sıkıntılı yüz günün, şimdi sürurlu (sevinçli) yüz gün hükmündedir. Onları düşünüp şekvâ etme. Onlara bakıp şükret. Gelecek günler ise, madem daha gelmemişler; Rabbin olan Rahmânü'r-Rahîmin rahmetine itimad edip, dövülmeden ağlama, hiçten korkma, ademe (yokluğa) vücud (varlık) rengi verme. Bu saati düşün. Sendeki sabır kuvveti bu saate kâfi gelir. Divane bir kumandan gibi yapma ki, sol cenah düşman kuvveti onun sağ cenahına iltihak edip ona taze bir kuvvet olduğu halde, sol cenahındaki düşmanın sağ cenahı daha gelmediği vakitte, o tutar, merkez kuvvetini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıf bırakıp, düşman ednâ (sıfıra yakın) bir kuvvetle merkezi harap eder." Dedim:

-"Kardeşim, sen bunun gibi yapma. Bütün kuvvetini bu saate karşı tahşid et (askeri yığınak yap). Rahmet-i İlâhiyeyi ve mükâfât-ı uhreviyeyi (âhiret mükâfatını) ve fâni ve kısa ömrünü uzun ve bâki bir surete çevirdiğini düşün. Bu acı şekvâ yerinde ferahlı bir şükret." O da tamamıyla bir ferah alarak,

-"Elhamdülillâh," dedi, "hastalığım ondan bire indi."[5]

[1] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 2. Lem’a, 2. Nükte, 2. Vecih.

[2] Buhârî, “Cenâʾiz”, 32, 42; Müslim, “Cenâʾiz”, 14, 15.

[3] Müslim, “Ṭahâret”, 1; Tirmizî, “Daʿavât”, 86.

[4] Yunus sûresi, 5.

[5] Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar, 2. Lem’a, 4. Nükte.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum