Yanlış Anlaşılan Rüyalar ve Doğru Yorumları: Sultan II. Osman’ın rüyası

Yanlış Anlaşılan Rüyalar ve Doğru Yorumları

İnsanlık dünyasında trilyonlarca rüya görülmüştür ve görülmeye devam edilmektedir. Bazı insanlar kendi gördükleri rüyaları, rüya ilmine dair ilmî ve teknik bir alt yapısı olmamasına rağmen akıllarına güvenerek yorumlamaya çalışıp veyahut olduğu gibi algılayarak rüya ile amel etmeye çalışarak hata etmişlerdir. Rüyaların yanlış anlaşılmasına kişisel boyutta numune teşkil edecek hale geldiler. Rüyalar içinde özellikle siyâsî içerikli olanların veya siyasî kişilerin gördüğü rüyaların hak tabir ve te’villerinde ortaya problemler çıktığı târihen sabittir. Mısır Kralı’nın rüyasını yorumlama sürecinde Hz. Yusuf ve Tapınak Rahipleri’nin muhalefetlerindeki gibi… Rüyaların yanlış anlaşılması noktasında siyasi içerikli veya siyasetçilerin gördüğü rüyalar ayrıcalık arz eder. Bunun sebebi duygusallığa dayanan siyasi algının taassubu, her şeyi siyah-beyaz görmeye endeksli bakışı, sevdiği tarafı melek, muhalifini şeytan görme algısı ve anlayışıdır. Bu minvalde çok sayıda rüyalar görülmüştür. Bu çalışmada kişisel ve siyasi boyutta günümüz Türkiyesi, Cumhuriyet Türkiyesi, Osmanlı Dönemi ve İslam Tarihi çerçevesinde bir kaç numune ile rüyaların yanlış anlaşılabildiğini ve aynı rüyanın doğru yorumlarını rüya ilmine dair teknik detaylar ve delillerle göstermeye çalışacağız.

Sultan II. Osman’ın (Genç Osman) Rüyası ve Tahttan İndirilişi

Sultan II. Osman, Hac farizasını yerine getirme hususunda ıs­rar ettiği sıralarda bir gece son derece önemli bir rüya gördü. Bu rüya şöyle idi: Hazret-i Padişah üzerinde sefer elbisesi ol­duğu halde oturuyor ve Kur'an-ı Kerim tilavet eylemektedir. İki Cihan Serveri (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri yanında cihar-ı yâr-i güzin olduğu halde padişahın tilavet eylediği odaya giri­yor, başından miğferini mübarek elleriyle çıkarttığı genç pa­dişaha bir tokat atıyor. Padişah, yere düşmesi ile beraber, Efendimiz Hazretlerinin ayaklarına yüz sürmek için hamle ediyorsa da buna muvaffak olamıyor ve uykudan dehşet içinde uyanıyor.

Genç padişah terden sırılsıklam olmuş göz­leri manzaranın verdiği dehşetten büyümüş, adeta göz ka­paklarından dışarı fırlamış, kadem-i mübarekeye yüz sürememenin çıldırtıcı üzüntüsü içinde perişan bir halde ilk doğru kararı veriyor. Âlimler toplansın. Zahir ve bâtın ulemâsı geli­yorlar. İşte bu iki sınıf ulema arasındaki ezeli ve ebedi fark ortaya çıkıyor. Şöyle ki: Padişah hocası ve Lala'sının zahire açık tabiri «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız duru­mun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdünüze bağlamalısınız. Size düşen Hac farizasının eda­sında en ufak tereddüt göstermeden ifa-yı hac etmenizdir.»

Buna mukabil, Padişahın Kaimpederi Şeyhülislâm Es’ad Efendi tasavvufta zamanın kutb-u azamı Şeyh Aziz Mahmud Hüdai’nin (K.S.) bir bağlısı olarak sadece rüyayı tabir et­mekle kalmadı bir de Şeyhülislâm olarak fetva veriverdi. “Memâlik-i Osmaniyye (Osmanlı memleketleri) fevkalâde karışıklıklar içindedir. Ayrı­ca Halifeler için ecdad-ı a’zâmınızın da tatbik ettiği gibi hac farz değildir. Siz nizam-ı âlemi teminle vazifelisiniz” mealin­deki fetva asabi mizaç padişahın elinde parçalanarak kenara atılan bir kâğıt haline geliverdi. Genç Osman fetvayı yırttı amma içine de bir şüphe düştü. Babasının da Şeyhi olan Az­iz Mahmud Hüdai Hazretleri’nden gördüğü rüyayı tabir etme­sini istedi. Gelen cevap: Tahtında oturması ve nizam-ı âlemi temine gayret göstermesi fakat âkıbetin iyi görülmediği me­alinde idi...[1]

Sultan II. Osman’ın gördüğü bu rüyayı şöyle ele alabiliriz:

“Rüyada Hz. Peygamber’in (ASM) Görülmesi” isimli makalede belirttiğimiz ve örnek rüyalarla gösterdiğimiz üzere insanlık âleminde meşhur kişiler çok yönlü şahsiyet sahibidirler. Bu şahsiyet yönleri itibariyle rüyalarda sembolleşirler. Eğer bu meşhur kişiler peygamberler gibi toplumsal ve evrensel boyutta iseler, Freud ve Jung’un tabirleriyle kollektif bilinçaltı semboller haline gelirler. Fakat meşhur olmayan kişiler, en belirgin yönleriyle kişisel dünyalar açısından birer sembol olabilirler. Tanıdığımız en öfkeli kişiyi aşırı öfkeli durumlarda rüyada görmemiz bundan dolayıdır. Carl G. Jung bu sembollere, arketip adını verir. Bu açıdan meşhur şahıslar:

  • Eğer bir din, mezheb, akım veya yolun başlatıcısı iseler, o yolun ilki ve başlatıcısı olmaları noktasında bir şahsiyetleri var. Mesela Müslümanlık dini açısından Hz. Peygamber’in (ASM), Hıristiyanlık için Hz. İsa’nın (AS), Yahudilik açısından Hz. Musa’nın (AS) sembolik şahsiyeti gibi… Hz. Peygamber (ASM) ile ilgili bazı rüyalar bu yönü içerir.
  • Eğer bir meşhur kişi açtığı yol ve getirdiği usulle kendi devrinde belirli bir sayıda kişi yetiştirmişse; o yetiştirdiği kişi ve grubun temsilcisi mahiyetinde diğer bir şahsiyeti olur. Mesela Hz. Peygamber’in (ASM) sahabelerinin temsilcisi rolündeki şahsiyeti gibi…
  • Eğer kişi bir ilim, irfan, mücadele, eğitim, sanat v.b. bir akımın başlatıcısı ise bu bilgi ve düşünceye dayalı manevi yapının da sembolü olur. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “Sünnet-i Seniyye”yi temsil eden bir şahsiyeti var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.
  • Eğer bir kişi kendi ruh ve hakikatini, yaratılış sırrını keşfetmiş, varlık ve hayat âleminde kendisinin neyin sembolü olduğunu bilecek bir irfanî, kudsî ve zamanüstü seviye kazanarak hakikaten kendisi olmuşsa kendi hakikat ve sırrına dayanan bir şahsiyeti elde eder. Bu manada Hz. Peygamber’in (ASM) “hamd hakikati”ni temsil eden bir şahsiyeti var.
  • Bir de doğrudan doğruya meşhur kişilerin kendi şahsî hayatını ve kişiliklerini ilgilendiren bir şahsiyetleri var. Bazı rüyalar da bu yöne dairdir.

Bu 5 farklı şahsiyet ve sembolik yönü rüyanın detaylarından ayırt edebiliriz. Çünkü ilk iki yön itibariyle kişinin temsilcisi olduğu grubun ve akımın zaman içinde yaptığı yanlışlar ve sergilediği olumsuz özellikler temsilcilerinin özelliği olarak görünür. Eğer ki o temsilcinin kişisel hayatında bu özellik ve olumsuzluğu olmadığını biliyorsak rüyanın şahsî kimliği ile ilgili olmadığını diğer kişilikleriyle ilgili olduğunu rahatça anlarız. Bu açıdan rüyaları anlamak, bilgi noktasında alt yapı ister. O alt yapı olmadan rüyalar yanlış anlaşılır. Bu yanlış anlamayı Genç Osman’ın hocası ve lalasının görülen rüyayı rüyanın içeriğine zıt bir tarzda «Sultanım; siz bu rüyayı ve reva kaldığınız duru­mun sebebini Hac gibi bir farzı eda edeyim mi etmeyeyim mi tereddüdüne bağlamalısınız. Size düşen Hac farizasının eda­sında en ufak tereddüt göstermeden ifa-yı hac etmenizdir.» şeklinde yorumlamaya çalışmalarında görebiliyoruz.

Rüyayı sahih bir şekilde anlamak için, rüyanın görüldüğü şartları göz önüne almak gerekir. Çünkü birçok rüya yaşanan şartların raporu; sosyal ve kişisel hayatın gidişatına dair alınan kararların ve yapılan icraatların manevi âlem açısından bir değerlendirilmesi; yanlışlara dair ikaz ve doğru tavırlara dair tasdik içeriklidir. Bu rüya da yapılan ve yapılmak istenen icraatların bir sonuç raporudur.

Merhum araştırmacı tarihçi yazar Yavuz Bahadıroğlu padişahın karakteri, aldığı eğitim ile beraber padişahın rüyayı gördüğü süreci şöyle anlatır:

Daha ziyade “Genç Osman” olarak tanıdığımız Sultan II. Osman, 14 yaşında iken, amcası Sultan I. Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine Osmanlı tahtına oturdu (26 Şubat 1618). Babası: Sultan I. Ahmed, annesi: Mahfiruz Hatice Sultan’dır.

Çok iyi yetiştirilmişti: Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini klâsiklerinden tercüme yapabilecek kadar iyi bilirdi. Edebiyat (şiirlerinde “Farsî” mahlasını kullanırdı), matematik, coğrafya ve tarih konularında uzmanlık derecesinde bilgiliydi. Ayrıca da hattat ve şairdi.

Padişah olduğunda, öncelikle adli sisteme el attı. Çünkü sistem içten çürümüştü: Bazı kadılar yasalara aldırmadan keyiflerince hüküm veriyor, yerleşik nizamı hiçe sayıyorlardı. Tayin ve terfi işlemlerinde rüşvet dönüyordu. Bunları tespit eder etmez, “Adalet mülkün temelidir” diyerek harekete geçmişti.

İlk iş olarak kadı (hâkim/savcı) atamalarını Şeyhülislamın elinden alarak kendine bağladı. Bu da, ulema sınıfının tepkisini çekti.

Öte yandan bozuk mali sistemi rayına oturtmak amacıyla bazı tedbirler alarak devlet gelirini arttırmaya çalıştı… Tabii bu da kendine göre bir düzen kurmuş olan “tuzu kuru” mihrakların düzenini bozdu. Kılını kıpırdatmadan yüksek gelir elde etmeye alışmış çevrelerin huzurunu kaçırdı.

En önemlisi de ordu bozulmuştu. Yeniçeri ağaları, yani o dönemin generalleri, sürekli olarak darbe planları yapıyor, askerin eğitimine özen göstermiyorlardı. Bu durum Lehistan Seferi sırasında iyice kendini gösterdi: Yeniçerilerin savaşmak istememesi Osmanlı ordusunun başarısızlığına sebep oldu. Bu hadise bardağı taşıran son damla idi: “Genç Padişah, Anadolu, Mısır ve Suriye’den toplayacağı askerlerle yeni bir ordu kurmaya karar verdi.” Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilatlarını yeniden kurmak, yeni kanunlar çıkarmak gibi yenilikçi düşünceleri de vardı.

Kapıkulu Ocakları bu durumdan rahatsızdı ve bunu belli etmekten kaçınmıyorlardı. Devlete “fitne” girmiş, “taraf” ve “taraftar”lar oluşmuş, içten içe ilkesiz bir “savaş” başlamıştı.

Her gün su-i istimal, rüşvet, yolsuzluk söylentileri çıkarılıyor, bunları halka kabul ettirebilmek için, asker ve sivil bürokrasi ile ilmiyeye mensup bazı “ajan”lar, yemin billâh ederek, ev ev, dükkân dükkân gezip anlatıyordu. Şeyhülislam Es’ad Efendi’nin başında bulunduğu ilmiye sınıfı ise susuyor, suskunluğuyla Padişah aleyhinde olduğunu hissettiriyordu.

Fitne toplumun içine de girmiş, toplum, “Padişah yanlıları” ve “Padişah karşıtları” olarak ortadan bölünmüştü. Ayrıca sivil bürokrasi de boş durmuyor, Padişah’a idari zorluklar çıkarıyorlardı. Amaç Padişah’ı “zan” altında bırakıp etkisizleştirmek, “yenilikçi” planlarını bozmak, bu noktada “icraat” yapamaz hale getirmekti. “İstemezük” çığlıkları kopmaya başlamıştı: “Bu Padişah’ı istemezük!”

Padişah bütün bunların elbette farkındaydı, ama genç ve deneyimsizdi, sorunu biliyor ancak çözemiyordu, çözüp planları bizzat yakın çevresi tarafından akamete uğratılıyordu. Artık kendisine bağlı bir ordu kurması şart olmuştu… Bu amaçla Halep, Erzurum, Şam ve Mısır beylerbeyine asker yazmaları için gizli bir irade gönderdi. Ne var ki, yandaşlarını saraya kadar sokmuş olan yeniçeri generalleri bundan anında haberdar oldular. Bu da bardağı taşıran son damla oldu: “Bu Padişah bize lâzım değil” demeye başladılar.

Başka çaresi kalmayan Sultan Genç Osman, bu kez de hacca gideceğini ilan etti. Daha önce hiçbir padişah hacca gitmemişti. Sadrazam Dilaver Paşa ve Şeyhülislam Es’ad Efendi çok uğraştılarsa da Sultan Genç Osman’ı ikna edemediler. Rüyada Peygamberimizi gördüğünü, kendisini hacca çağırdığını söylüyor, fakat bu iddia ulemayı etkilemiyordu.

Sonunda Yeniçeri Ocağı ayaklandı: “Artuk senun padişahluğun bize lazım değildur” diyerek Padişah’ı tahttan indirdiler ve maalesef Yedikule Zindanı’nda katlettiler (20 Mayıs 1622).[2]

Süreç eşliğinde ve Hz. Peygamber’in (SAV) rüyada 5 farklı kişilikle görüldüğü bilgi eşliğinde Genç Osman’ın gördüğü rüyaya bakıldığında rüyanın manası: “Padişahın, Osmanlı halkı ve askeriyesi tarafından bir darbe yapılarak tahttan indirileceği ve halktan asla bir merhamet görmeyeceği” şeklindedir. Rüyada görülen Hz. Peygamber (SAV), Hz. Peygamber’in (SAV) bizzat kendisi değildir. Bunun birkaç belirtisi bulunuyor:

  1. Padişah Kur’an okumaktadır. Rüyaya göre padişah Kur’an okurken Hz. Peygamber onun miğferini başından çıkartıp onu darb etmiş ve ayaklarına kapanıp yalvarmasına dahi kulak asmamıştır. Oysa bütün siyer kaynaklarınca sabittir ki, Hz. Peygamber (SAV) Kur’anı hürmetle okuyan hiç kimseye hayatı boyunca bir hiddet göstermemiş ve bir şiddet uygulamamıştır.
  2. Hz. Peygamber (ASM) kendisinden merhamet dileyen herkese merhametle kucak açan bir karakter sahibidir. Kur’an bu yönünden dolayı onu “Rahmeten li’l-âlemîn”[3] olarak vasfeder.
  3. Padişahın tahttan indirilme hadisesinden sonra Yeniçeri terörü sarayı esir almış, 8 yaşında bulunan IV. Murad’ın gözleri önünde Topal Recep Ağa, sadrazam Melek Ahmet Paşa’yı öldürmüş, başka kişilerin hayatına da kasdetmiştir. Bu çerçevede Kur’anın “Ne zulmediniz, ne zulme uğrayınız”[4] âyeti ile olaya bakıldığında, rüyanın bizzat kendisiyle ilgili olmadığı anlaşılır. Aksi takdirde bu rüya yapılan Yeniçeri zulümlerini bizzat Allah ve Resulü’nün (SAV) onay verdiği bir olay olarak gösterip yeniçerileri takdis etme anlamına gelir. Allah ve Resulü (SAV) zulümden münezzehtir; fakat rüyaya göre ümmeti zulümle mülevvestir.
  4. Yeniçeri Ocağı’nın Sultan II. Mahmud döneminde topa tutularak yıkılması ve sağ kalanların da idam edilmesi hadisesi Osmanlı iktidarı, siyaseti ve halkı tarafından “Vak’a-yı Hayriye” (Hayırlı Olay) diye isimlendirilmesi gösterir ki, Yeniçeri Ocağı içinden çürümüş bir elma gibi, Osmanlı ve İslam dünyası açısından zararlı bir yapı konumundadır. Yeniçeri Ocağı’nın Sultan II. Osman öncesi ve sonrasında yaptıkları zulümler ve işledikleri cürümler gösterir ki, rüya Hz. Peygamber’in (SAV) zâtî şahsiyeti ile ilgili değil; o an ki Osmanlı halkı ile ve dar çerçevede siyasi kadro ile ilgilidir. Bu tarz siyasi içerikli rüyalarda, bu rüyada gördüğümüz üzere, Hz. Peygamber ve Onun şûra heyeti olan Raşid Halifeler ve Aşere-i Mübeşşere veya yakın sahabeler toplu bir şekilde görülürler. Fakat hepsi sembolü oldukları manaları yansıtırlar.

Rüyada padişahın Kur’an okuması, sosyal hayat, devlet idaresi, kâinatın akışını hikmetle okuma, hak merkezli olarak düzeltme arayışı demektir. Çünkü Kur’an kelimesi, Arapça’da, okuyuş ve okuma demektir. Süreçte gördüğümüz üzere padişah, sosyal ve siyasi problemleri iyi okumaktadır fakat siyasi tecrübesizliği iktidarına ve hayatına mal olacaktır. Padişahın miğferinin Hz. Peygamber (SAV) tarafından çıkarılması, Osmanlı halkı ve Türk milleti, fıtraten savaşçı olduğundan, savaş başlığının çıkarılması demek iktidarını kaybetmek anlamına gelir. Rüya ayrıca darbenin askerî bir kanattan geleceğini, bunun sebebinin ise Lehistan Seferi’ndeki başarısızlık olduğunu da bildiriyor. Padişahın Hz. Peygamber’in ayaklarına kapanması ve Onun bunu reddetmesi, bir açıdan Padişah’ın halktan merhamet dilenmesi anlamına gelir. Fakat darbeyi yapanlar bunu reddedecek. Diğer açıdan ise, ayaklarına kapanmak ayaklarını öpmek içindir. Rüyada ayaklar, bir kişinin gittiği yol ve mezhep anlamına; öpmek ise, bir düşünce veya duyguyu kabul etmek anlamına gelir. Yani padişah darbe esnasında yeniçerilerin ve halkın algısını kabul edecek hale gelecek ve rıza da gösterecek fakat Yeniçeri ağaları onu dinlemeyip tahttan indirecek ve sonrasında da öldüreceklerdir.

Rüya konusunda mâhir olan, Sultan 1. Ahmed Han’ın yanlış anlaşılan rüyasını sahih minvalde tabir eden ve tabiri birebir çıkan Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, rüyanın genel mesajını doğru okur. Siyasi gidişatın bir askerî darbeye doğru aktığını müşahede ederek rüyayı şöyle yorumlar: “Padişah hac yapma niyetinden vazgeçip tahtında oturmalı ve nizam-ı âlemi temine gayret göstermelidir. Fakat âkıbet iyi görülmemektedir.

[1] https://tarih.ihya.com/osmanli/1.mustafa-ve-2.osman-donemi/sultan-genc-osman-in-gordugu-ruya.html.

[2] https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/genc-osmanin-peygamber-ruyasi-5382.html.

[3] Enbiya suresi, 107.

[4] Bakara suresi, 279.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum