Eski Türkiye'yi sisteme nasıl kazandırmalı?

Eski Türkiye'yi sisteme nasıl kazandırmalı?

'Yeni Türkiye' konuşuluyor. Yeni resimde artık yeni aktörler var. Fakat ısrarla değişime direnen ve kendini bu rüzgârın dışında tutmak isteyen inatçı bir kesim var.

Rahime Sezgin'in haberi

'Yeni Türkiye' konuşuluyor. Yeni resimde artık yeni aktörler var. Fakat ısrarla değişime direnen ve kendini bu rüzgârın dışında tutmak isteyen inatçı bir kesim var. Arzuları 'eski' olanın geri gelmesi. Oysa son seçim sonuçları da gösterdi ki bu hayalden öte bir beklenti değil. Peki, bu değişime direnenleri yeni Türkiye rüzgârı içine almak mümkün mü?

Türkiye son on yıldır kabuk değiştiriyor. Süregelen alışkanlıklarından vazgeçiyor, kendini yeniliyor. 'Yeni Türkiye' tartışmaları da burada başlıyor. Türkiye, demokratik modernleşmeye doğru yol alırken "kızgınlıkla" olup biteni izleyenler var. Fırsatını buldukları her an ortaya çıkıyor, halkın tercihlerini yargılıyor, burun kıvırarak üst perdeden yakıştırmalar yapıyorlar. Her seçimde tekrar eski konforlarına kavuşacaklarını uman bu insanlar seçim sonuçları onların istediği gibi olmayınca oy veren seçmene bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam ya da, 'Stockholm sendromu'na yakalanmış hasta muamelesi yapmakta hiçbir sakınca görmediler. Onlar gibi düşünmeyen kitleleri aşağılamaktan geri kalmayan bu insanlar fırsatını buldukları her an tahammülsüzlüklerini göstermekten geri kalmıyor. Geçen hafta Türkçe Olimpiyatları'nın şarkı finalinde yönetmen Sinan Çetin'in konuşmasında "Büyük bir vizyonere, Fethullah Gülen'e teşekkür ediyoruz." dediği an gelen tepkiler de bu durumun küçük bir yansımasıydı. Salondan alkış sesleri yükselirken Twitter'dan da hakaret bombardımanı başladı. Türkiye'deki değişim rüzgârına direnen bu kesim yeni tabloya uyum sağlamamakta direndikçe ne yapacağını şaşırıyor, daha da agresifleşiyor. Oysa değişim kaçınılmaz. Kimsenin gidecek bir yeri de olmadığına göre eski-yeni bütün aktörler ortak bir yol bulup beraber yaşamanın pratiğini oluşturmalılar. Peki bu orta yolu bulmak düşünüldüğü kadar zor mu?

"Diyalog kanalları açık olmalı"

Vesayetin eski etkinliğini sürdürememesi, 12 Eylül referandumu, sivil bir anayasaya ertelenen umutlar artık bu ülkede demokrasinin derinleştiğinin kuvvetli işaretleri. Böyle bir ortamda birbirine yan gözle bakmayan yaftasız bir toplumsal yapı hepimizin hayali. Ama hâlâ birileri eskiye rahmet yağmasını bekliyor. Telaşlarıysa yenilenen, özgürleşen Türkiye'de kendilerine bir yer bulamamak. Gerekçeleriyse güç ellerindeyken bu imkânı diğerlerine sunmamış olmaları ve aynı şeylere maruz kalacakları korkusu. Siyaset bilimci Dr. Murat Yılmaz'ın hatırlattığı bir atasözü "insanlar, zarar verdiklerinden nefret ederler" tam da bu noktada önemli. Yılmaz'a göre bu reaksiyonların altında bugünün kazananlarına geçmişin kaybedenlerinin verdikleri zararın etkisi büyük. 'Benim yaptığımı bana yaparlar mı acaba?' sorusu endişelerin kaynağı.

Son seçim sonuçları da gösteriyor ki birileri istemese de bu ülkede değişime inanan büyük bir çoğunluk var. Birileri istemese de, dirense de devam eden değişime ortak olmaktan başka çare yok. Peki, ama nasıl? Sorunun cevabını Murat Yılmaz veriyor: "Reformlara devam etmek bir yandan da buna mani olmaya yönelik cunta ve çetelerin yargılanmasında ısrarcı olmak gerekiyor. Diğer taraftan burada esas görev yeni dönemin aktörlerine düşüyor. Bu aktörler hoşgörüyle, diyalogla kanalları kesmeden bu yeni Türkiye'nin imkânlarının bütün herkesi kucaklayacağı ve herkesi içine alacağı bir özgürleşme, zenginleşme düşüncesini anlatmak gerekiyor." Yrd. Doç. Dr. Bekir Berat gerçekleşmekte olan değişimin ve liberalleşmenin aslında bu durumdan şikâyet edenlerin de yararına olduğunu söyleyerek önemli bir tespitte bulunuyor. Fakat çocuklarına tahsis edilmiş statü ve makamlarını "ötekilerle" paylaşmak durumunda kalmalarını kabullenmekte zorlanan bu kesim bir anlamda dövüşe dövüşe çekiliyor.

Niyet tazelenmesine ihtiyaç var

Diğer taraftan bir gerçek var ki tek taraflı bir iletişimin sonuç getirmesi Dolayısıyla reaksiyon cephesinin de her şeyden önce bir niyet tazelemesi ve yeni atmosferde yer alabilecek yenilikleri gerçekleştirmeleri gerekiyor. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay'ın "teselli edici ve sevecen tavırla bir teskin edici beklemek kimseye bir şey kazandırmaz, onlar kendilerini yenilemeyi başarmalı, aksi takdirde yok olmayı gönüllü kabul etmiş olacaklar" tespiti de bunu gösteriyor. Berat Özipek'in "Düşünün, eğer Kayserili esnafın eşi başörtülü çocuğunu Çankaya'da görmeyi baştan içlerine sindirebilmiş olsalardı, bugün cumhurbaşkanını halk tarafından seçilmesi gibi kendileri açısından kabul edilmesi çok daha güç bir durumla karşı karşıya da kalmamış olacaklardı." sözleri de bunu destekliyor.

Peki, daha önce direnenler şimdi değişime gönüllü olacak mı? Seçim sonrası yaşananlar cevabın bir çırpıda 'evet' olarak verilmesini engelliyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Stockholm sendromu" tanımlaması, Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın'ın, seçim sonucunu Hitler'in, İtalya'da Mussolini'nin yüzde 44 oranında oy alarak iktidara gelmesine benzetmesi öncelikle reaksiyoner kesimin zihin algısını değiştirmesi gerektiğini gösteriyor.

Yeni aktörlere görev düşüyor

Dr. Murat Yılmaz- Siyaset Bilimci: Bu, Türkiye'nin içinden geçtiği süreçte yaşanması gereken bir rehabilitasyon süreci. Bu süreçte yeni dönemin aktörlerine önemli görevler düşüyor. Bunun siyasi muhatabı AK Parti'dir. Elitlerde muhatabı yeni medya diyebiliriz. Türkiye'nin ufkunu genişletme misyonunda veya vizyonundan vazgeçmediklerini, yeni oluşan iktidar ilişkilerinin bunları ortadan kaydırmayacağını, Yeni Türkiye'nin eski ve yeni aktörlerine hitap eden bir yeni güzergâha girdiğini anlatacak bir dile ihtiyaç var.

***

Değişim aslında herkesin lehine

Yrd. Doç. Bekir Berat Özipek: Türkiye değişiyor, yeni sosyal güçler yükseliyor ve yeni dengeler oluşuyor. Bu gelişim siyaset alanına, imtiyazlı bir zümrenin egemenliğinden demokrasiye geçiş mücadelesi olarak yansıyor. İmtiyazlı çevrelerin eşitlik korkusu, süreci yavaşlatıcı bir etki yapıyor. Şimdi onlara düşen, bugünün dünyasında kast sistemini andıran bir düzeni olduğu gibi korumanın mümkün olmadığını anlamaları... Bu gerçeği kabullendikleri ölçüde, hem sahip oldukları avantajları bir anda kaybetmemeyi başarırlar, hem de hepimiz için iyi olan normalleşme sürecinde de katkıda bulunurlar.

***

Yeniden düşünme imkânı elde edebilirler

Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay: Bu toplumsal pratik kendini değiştirecek bir güce sahiptir buna direnmek nafile. Buna direnen olduğu gibi kalır ve silinir gider. Değişen Türkiye'de demokratik tutum ne kadar sergilenir ve bağlılık geniş bir şekilde vurgulanırsa, buna ikna edecek bir politika izlenirse en azından bu kesimler yeniden bir düşünme imkânı elde edebilir.

Zaman