Misafir Kalem
Evliya Tasarrufunun Kur’andaki Delilleri-1
Bazı Allah dostlarının öldükten sonra da tasarruflarının devam ettiklerini duymuşuzdur hepimiz. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat mezhebi mensupları evliya kerametlerinin hak olduğuna inandıkları için bu tasarruf hakikatinin de mümkün olduğuna inanırlar.
İmam-ı Azam Ebu Hanife, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatin Kur’an merkezli itikadi görüşlerini anlattığı Fıkh’ul Ekber adlı kitabında “keramet-i evliyanın” hak olduğunu açıkça söyler.
İbn-i Teymiyye gibi kimi mevzularda ifrata dalmış alimler bile kerameti açıkça inkar etmezler. Mesela İbn-i Teymiyye, Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin bir müridi olmakla övünür. Kimi eserlerinde şeyhinin faziletlerinden bahseder.
İbn-i Teymiyye bazı Allah dostlarına sunulan ilahi ikramlar konusundaki düşüncelerini şöyle dile getirir:
“Bu harika, dinî bir fayda sağlar ise, dinen ve şer'an emredilmiş bulunan salih amellerden olur. Şayet mubah olan bir iş meydana gelirse o takdirde harika, Allah Taalâ'ya şükrü gerektiren dünyevî nimetlerdendir. Eğer tahrimen veya tenzihen yasaklanmış olan —haram veya mekruh— bir şey ihtiva etmek durumundaysa o zaman azap veya buğza vesile olur.» (Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehra, İmam İbn-i Teymiyye, İslamoğlu Yayınları: 294-295)
Esasında keramet Allah’ın bir ikramıdır ve Allah kimi kullarına nimetlerini hesapsız olarak verir:
“Böylece Rabbi onu (Meryem'i, annesinden) güzel bir kabûl ile kabûl etti ve onu güzel bir bitki (bir çiçek) gibi yetiştirdi; ve onu (akrabâsı bulunan) Zekeriyyâ'nın himâyesine verdi. Ne zaman Zekeriyyâ onun yanına ma'bede girse, yanında bir rızık bulurdu. “Ey Meryem! Bu sana nereden (geldi)?” derdi. (O da:) “Bu, Allah tarafındandır!” derdi. Şübhesiz ki Allah, dilediğini hesabsız olarak rızıklandırır.” (Âl-i İmran 37)
Hz. Meryem bir peygamber olmadığı halde ona verilen bu hesapsız rızkı Allah elbette başka kullara da verebilir. Çünkü âyet bu gerçeği açıkça ortaya koyar:
“Şübhesiz ki Allah, dilediğini hesabsız olarak rızıklandırır.”
Kur’an-ı Kerim’de zikredilen “Evliya” kavramı, Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini benimseyen ve ihlasla yaşamaya çalışan herkesi kapsar. Yani keramet göstermek, evliya olmanın zorunlu bir şartı da değildir.
“Dikkat edin! Şübhesiz, Allah’ın velî (kul)larına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun (da) olmayacaklardır.” (Yunus 62)
Allah’ın veli kulları, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma konusunda ihtimam gösteren insanlardır. En büyük keramet de esasen bu takva ve ihlas gayretidir.
Gelelim evliyanın tasarrufu mevzuuna. Bediüzzaman’ın çocukluğunda “Yâ Şeyh! Sana bir Fâtiha, sen benim bu şeyimi buldur.” sözlerini söylemesi onun Abdülkadir Geylâni’nin öldükten sonraki tasarrufuna inandığını gösterir.
“Gavs-ı Âzam gibi, memattan sonra hayat-ı Hızırîye yakın bir nevi hayata mazhar olan evliyalar vardır. Gavs'ın hususî İsm-i Âzamı, "Yâ Hayy" olduğu sırrıyla, sair ehl-i kuburdan fazla hayata mazhar olduğu gibi, gayet meşhur, Mâruf-u Kerhî denilen bir kutb-u âzam ve Şeyh Hayâtü'l-Harrânî denilen bir kutb-u azîm, Hazret-i Gavs'tan sonra mematları hayatları gibidir. Beyne'l-evliya meşhur olmuştur.” (28. Mektub)
Bediüzzaman Kur’an’da Hz. Musa ile yaptığı gizemli yolcukla anılan Hızır (AS)’ın varlığını tasarruf-u evliyânın varlığına da bir delil olarak gösterir.
Peygamber olmayan Hızır’ın tasarrufu zamanları aşarak devam edebiliyorsa, elbette Allah başka kullarına da bu tarz bir hayat verebilir. Bu gerçeği insanlığa öğreten Kur’an-ı Kerim’in ta kendisidir:
“Ve Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin! Bil'akis (onlar) hayatdârdırlar, fakat (siz) anlayamazsınız” (Bakara 154)
“Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız, tersine onlar yaşıyor ve Allah katında besleniyorlar.” (Al-i İmran 169)
Sadece öldürülenler değil, Allah yolunda mücadele ederken vefat edenler de bu hayat mertebesine ulaşabilirler:
“Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır” (Hac Suresi, 58-59)
Allah kendi yolunda ölen ya da öldürülen kimi kullarının “emvat” yani “ölüler” olmadıklarını açıkça buyurmaktadır. Aksine Allah onları “Ahya” olarak anar. Yani onlar kesinlikle diridirler. Rabbimize ait bu ifadeler mecazi değil, gerçek bilgilerdir.
Allah başka ayetlerinde de böyle bir hayat mertebesinin varlığına dikkat çeker:
“Ölü iken, bunun ardından kendisini dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde, sâyesinde yürüyeceği bir nûr verdiğimiz kimse, hiç karanlıklarda kalan, ondan çıkamayacak durumda olan kimse gibi olur mu?” (En’am 122)
Yukarıdaki ayetlerde kabir hayatından farklı, yaşadığımız dünyayla oldukça içli dışlı bir başka hayat mertebesinden bahsedildiği oldukça açıktır.
Allah dostlarının öldükten sonra yaşayabileceğini imkan dışı görmek yukarıda zikredilen ayet-i kerimeleri inkar etmek anlamına gelir.
Yukarıdaki Kur’an ayetlerinin buyurduğu gibi kimi veli kulların öldükten sonra da “hayatta” olduğuna inanan Müminleri şirkle suçlamak ise büyük bir günahtır.
Zira kimi kulların ölmedikleri ve yaşamaya devam ettikleri Kur’an’ın ayetleriyle sabittir. Böyle kesin bir hakikate inandığı için bir mümini şirkle itham etmek, ilgili ayetleri de inkar etmek anlamına gelecektir.
Cinlerin varlığını Kur’an’a inanan hiç kimse inkar edemez. Bu noktada, gerçekten varlığı kesin olan cinlerden yardım istemek diğer kullardan yardım istemek gibidir.
Yoksa Hz. Süleyman’ın cin topluluklarından yardım almasını şirk olarak kabul etmemiz gerekirdi ki, ayetlerle övülen bir Peygamberin şirke düştüğünü hiç kimse iddia edemez.
Ancak Cinleri Allah’a ortak sayanlar vardır ve olmuştur. Bu ortak sayış, Allah’ın zatına ait olan hüküm ve iktidar alanındaki bir ortak sayıştır:
“Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.” (En’am 100)
Demek ki varlığı kesin olan bir canlıdan yardım istemek değil, onu yaptığı işlerde bizatihi müstakil bir fâil olarak kabul etmek şirktir. Hz. Süleyman bilir ki, o ifritler bile yapacakları yardımları Allah’ın gözetimiyle yapacaklardır:
Onun için dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini biz gözetiyorduk. (Enbiya 82)
"Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuş (müslüman)lar olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir? dedi. Cinlerden bir ifrit, ‘Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Gerçekten bu işe gücüm ve güvenim var.’ dedi.” (Neml 38- 39)
En’am suresi 100. ayette ve Hz. Süleymanla ilgili kıssalarda açıkça ortaya konulduğu gibi “şirk”, varlığı bilinen canlı ve şuurlu bir varlıktan yardım istemek değil, o varlığın gölge iktidarını Allah’ın yanında müstakil bir “kudret” alanı olarak tevehhüm etmektir.
Eğer yardım istemek şirk olmuş olsaydı, cinlerden yardım isteyen ve alan Hz. Süleyman da şirk işlemiş kabul edilmeliydi. Allah Cinlerden yardım alan Hz. Süleyman hakkında Sad suresinde şöyle buyurur:
30-"Biz Davud'a Süleyman'ı armağan ettik (Süleyman) ne güzel kuldu! O, (Allah'a) çok yönelirdi.
Hz. Süleyman “ne güzel kul” hitabıyla anılırken, Belkıs iman etmeden önce şöyle anılmaktadır:
“Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu (müslüman olmaktan) alıkoymuştu. Gerçekte o, küfre sapan bir kavimdendi.” (Neml 43)
Belkıs ve kavmi güneşi, Allah’ın kudretinden bağımsız müstakil bir ilah olarak ittihaz etmişlerdi. Belkıs’ın ileriki ayette söylediği: "Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim” ifadesi onda Allah inancının olduğunu gösteriyor.
Halbuki Hz. Süleyman da rüzgardan, kuşlardan, ifritlerden ve tabiatın pek çok unsurundan “yardım” istemekte ve almaktaydı. Ancak o bütün bu varlıkların birer sebep olduğunu, gerçekte ise bütün o işleri yapanın Allah olduğunu kabul ediyordu.
Hz. Süleymanla ilgili kıssalar Müslüman kardeşlerini şirkle itham etmek için neredeyse yarışan kimi çevrelere “mahluktan Allah’ın izniyle yardım istemenin” şirk olmadığını göstermektedir.
Şirk, Belkıs’ın kavminin yaptığı gibi, Allah’ın yarattıklarını müstakil bir ilah vehmedip bizatihi onlardan yardım istemektir. Mesela bu inanışa göre güneş Allah’tan gayrı bir ilahtır. Belki onun kadar güçlü değildir ama bir ilah olarak kabul edilir.
Ve o kendi hakimiyet alanında kendisinden yardım isteyenlere bizzat kendi gücü ve iradesiyle yardım eder. İşte şirk olan inanış budur.
Allah’ın izniyle, evliyanın tasarrufunun hakikat olduğunu ve bu itikadın şirkle alakasının olmadığını ortaya koyan Kur’anî delilleri sonraki yazımızda da sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz. (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.