Ey îmân edenler! Tevbe-i Nasûh ile Allah’a tevbe edin!
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Tahrim Sûresi 8. ayetinde meâlen şöyle buyuruyor:
8-Ey îmân edenler! (Samîmî bir tevbe olan) Tevbe-i Nasûh ile Allah’a tevbe edin! (*) Olur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve Allah, peygamberi ve onunla berâber îmân edenleri utandırmayacağı bir günde, sizi altlarından ırmaklar akan Cennetlere koyar! Onların nûru önlerinde ve sağlarında koşar (da): “Rabbimiz! Nûrumuzu bize tamamla ve bize mağfiret eyle! Şübhesiz ki sen, herşeye hakkıyla gücü yetensin!” derler.
(*)“Ey insan! Senin elinde gāyet zaîf, fakat seyyiâtta (kötülükte) ve tahrîbâtta (bozmakta) eli gāyet uzun ve hasenâtta (iyilikte) eli gāyet kısa, cüz’-i ihtiyârî nâmında bir irâden (seçebilme hakkın) var. O irâdenin bir eline duâyı ver ki, silsile-i hasenâtın (iyilikler zincirinin) bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saâdet-i ebediyeye eli uzansın! Diğer eline de istiğfârı (tevbe edip yalvarmayı) ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel‘ûnenin (günahlar denilen lâ‘netlenmiş ağacın) bir meyvesi olan zakkūm-ı Cehenneme yetişmesin!
Demek duâ ve tevekkül (Allah’a i‘timâd edip ona sığınmak), meyelân-ı hayra (hayrı arzulamaya) büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfâr ve tevbe dahi meyelân-ı şerri (kötülüğü arzulamayı) keser, tecâvüzâtını (taşkınlıklarını) kırar.” (Tılsımlar, 26. Söz, 85)
Bir bedevî Hz. Peygamber (asm)’ın mescidine girdi ve: “Allahım! Ben, senden affımı istiyor ve sana tevbe edip, sığınıyorum!” dedi ve tekbîr aldı. Namazını bitirince, duâsını işitmiş olan Hz. Ali (ra) ona hitâben: “Ey adam! Dilinin yaptığı tevbe, yalancıların tevbesidir. Senin tevben bile, ayrıca bir tevbeye muhtaç!” dedi.
Bunun üzerine o bedevî: “Ey mü’minlerin emîri! Peki tevbe nedir, nasıl yapılır?” diye sordu. Hz. Ali Efendimiz (ra) ise: “Şu altı şey ile: Geçmiş günahlara pişman olmak, yapılmayan farzları kazâ etmek, haksız yere alınan şeyleri iâde etmek, nefsi Allah’a isyan husûsunda terbiye ettiğin gibi itâatte de eritmek, nefse günah lezzetini tattırdığın gibi itâatin acılarını da tattırmak, her gülüşe bedel ağlamaktır!” buyurdular. (Râzî, c. 14/27, 169)