Ey insanlar! Ben, Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim

Ey insanlar! Ben, Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), A'râf Sûresi 157-158. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

157-(Onlar, Mûsâ ve Îsâ’ya îmân edip tâbi‘ oldukları gibi) yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de kendisini (ismini ve sıfatlarını) yazılı buldukları o resûle, o ümmî (*) peygambere (Muhammed’e de) tâbi‘ olanlardır. (O peygamber) onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten yasaklar; hem onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri ise üzerlerine haram kılar; hem onların ağırlıklarını (ağır mükellefiyetlerini) ve üzerlerinde olan zincirleri (tatbîkı zor hükümleri) indirir. 
Artık ona îmân eden, ona hürmet eden, ona yardım eden ve onunla berâber indirilen nûra (Kur’ân’a) tâbi‘ olanlar var ya, işte onlar gerçekten kurtuluşa erenlerdir!

158-(Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize, göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın (gönderdiği) peygamberiyim. O’ndan başka ilâh yoktur; (O) hayat verir ve (O) öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî peygamber olan Resûlüne îmân edin; o (peygamber) ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitablarına) îmân eder; ona tâbi‘ olun ki hidâyete eresiniz.”(**)

(*)Burada zikredilen “ümmî” kelimesi, okuma ve yazması olmayan demek olup Resûl-i Ekrem (asm)’ın vasıflarından biridir. (Kurtubî c. 4/7, 298)
“Evet, okumak ve yazmak öğrenmediği ve ümmî olduğu hâlde, on dört asrın ukalâsını (akıl sâhiblerini) ve feylesoflarını hayrette bırakan ve edyân-ı semâviyede (semâvî dinlerde) birinciliği kazanan bir dîn ile birden, hem tecrübesiz hem def‘aten (ânî olarak) meydana çıkması emsâl (benzer) kabûl etmez bir hâlet (vaziyet) olduğu hâlde, sözlerinden, fiillerinden, hâllerinden çıkan İslâmiyet, her zamanda üç yüz elli milyon insanın ruhlarına, nefislerine, akıllarına terbiyekârâne (terbiye ederek) ders vermesi ve ma‘nevî terakkıyâta (yükselmeye) sevk etmesi, emsâlsiz bir hâlettir.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 581-582)

(**)“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî (âhiret ameli) istersen ve her bir dakīka-i ömrünü bir ömür kadar fâideli görmek istersen ve âdetini ibâdete ve gafletini huzûra kalb etmeyi (çevirmeyi) seversen, sünnet-i seniyeye ittibâ‘ et (tâbi‘ ol). Çünki bir muâmele-i şer‘iyeye (şeriatin ta‘rîf ettiği işlere) tatbîk-ı amel ettiğin vakit, bir nevi‘ huzur veriyor. Bir nevi‘ ibâdet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. (...) Demek sünnet-i seniyeye tatbîk-ı amel etmekle (amellerini sünnete göre yapmakla) bu fânî ömür, bâkī meyveler verecek bir hayât-ı ebediyeye medâr (vesîle) olacak olan fâideler elde edilir. فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ* [Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmî peygamber olan Resûlüne îmân edin; o (peygamber) ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitablarına) îmân eder; ona tâbi‘ olun ki hidâyete eresiniz] fermânını dinle! Şeriat ve sünnet-i seniyenin ahkâmları (hükümleri) içinde cilveleri (parıltıları) intişâr eden (yayılan) esmâ-i hüsnânın (Allah’ın en güzel isimlerinden) herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi‘ (büyük bir mazhar) olmağa çalış!” (Sözler, 24. Söz, 150)