Ey kavmim! Siz bu heykelle sâdece imtihân edildiniz

Ey kavmim! Siz bu heykelle sâdece imtihân edildiniz

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Tâ-Hâ Suresi 83-98. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

83 . Ve (Allah buyurdu ki:) “Seni kavminden (ayırıp) acele ettiren nedir, ey Mûsâ!” (1)

84 . (Mûsâ) dedi ki: “İşte onlar da arkamdalar; Rabbim! Râzı olman için sana (gelmekte) acele ettim.”

85 . (Allah:) “Fakat muhakkak ki biz, senden (yola çıkmandan) sonra kavmini gerçekten imtihân ettik; Sâmirî onları dalâlete düşürdü” buyurdu.

86 . Bunun üzerine Mûsâ kızgın ve üzgün olarak kavmine geri döndü dedi ki: “Ey kavmim! Rabbiniz size (Tevrât’ı vermek için) güzel bir va‘d ile va‘dde bulunmamış mıydı? Yoksa (sizden ayrıldığım) müddet size uzun mu geldi? Yâhut Rabbinizden üzerinize bir gazabın vâcib olmasını mı istediniz ki (îmanda sebât edeceğinize dâir) banaverdiğiniz sözden döndünüz?”

87 . (Onlar) şöyle dediler: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik; fakat biz, o kavmin (Mısırlıların) ziynet eşyâsından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik; sonra onları (eritmek üzere ateşe) attık; işte aynı şekilde Sâmirî de attı.”

88 . Derken (Sâmirî) onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli (ortaya) çıkardı; Bunun üzerine (Sâmirî ve adamları): “İşte sizin de ilâhınız, Mûsâ’nın da ilâhı budur; fakat (o bunu) unuttu” dediler.

89 . Hâlbuki (onlar) görmüyorlar mıydı ki, (o buzağı) kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor ve onlar için ne bir zarara, ne de bir faydaya mâlik olamıyordu.

90 . And olsun ki, Hârûn daha önce onlara: “Ey kavmim! (Siz) bununla (bu heykelle) sâdece imtihân edildiniz. Şübhesiz ki sizin Rabbiniz, Rahmândır; öyle ise bana tâbi‘ olun ve emrime itâat edin!” demişti.

91 . (Onlar ise:) “Mûsâ bize dönünceye kadar, buna tapan kimseler olmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz” dediler.

92,93 . (Mûsâ dönünce:) “Ey Hârûn! Onları dalâlete düşmüş gördüğün zaman, seni benim yolumda gitmekten ne alıkoydu? Yoksa benim emrime karşı mı geldin?” dedi.

94 . (Hârûn:) “Ey anamın oğlu! Sakalımı, başımı tutma! Doğrusu ben (onlara şiddet gösterseydim): ‘İsrâiloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın!’ diyeceğinden korktum!” dedi.

95 . (Mûsâ, Sâmirî’ye döndü:) “Ya senin maksadın (zorun) neydi, ey Sâmirî?” dedi.

96 . (Sâmirî:) “(Ben, onların) görmedikleri şeyi gördüm ve (sana gelen) o elçinin (Cebrâîl’in atının) izinden bir avuç (toprak) avuçlayıverdim de onu (eritilmiş ziynet eşyâlarının içine) attım; böylece bunu nefsim bana hoş gösterdi” dedi.

97 . (Mûsâ:) “(Haydi) git! Artık muhakkak ki sana, (cezâ olarak) hayat boyunca, ‘(Aman, birbirimize) dokunmak yok!’ diyecek olman vardır! (2) Ve elbette sana va‘d edilen bir (cezâ) yer(i olan Cehennem) de var ki, ondan (o tehdidden) aslâ döndürülmeyeceksin! Şimdi, ona tapan bir kimse olup durduğun ilâhına bak; elbette (biz) onu cayır cayır yakacağız; sonra da onu kül edip muhakkak denize savuracağız” dedi.

98 . Sizin İlâhınız, ancak kendisinden başka ilâh olmayan Allah’dır. (O) herşeyi ilmen kuşatmıştır. (3)

1- Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle Mısırlı Fir‘avunların azab pençesinden kavmini kurtaran Mûsâ (AS), daha sonra Sînâ’ya geçmişti. Kardeşi Hârûn (AS)’ı kendi yerine kavminin başına reis bırakan Hz. Mûsâ (AS), kavminden seçtiğiyetmiş kadar kişi ile Tûr dağına gitmek üzere yolda yürürken, Rabbine olan şevk ve muhabbetinden acele ederek bir parça ilerlemiş ve cemâatini geride bırakmıştı. (Celâleyn Şerhi, c. 5, 93)

2- Sâmirî, bu bedduâya uğradıktan sonra ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanmış ve sürekli insanlardan kaçmış ve kendisine dokunduklarında çok acı çektiğinden, biri yaklaşmak istediğinde âyette zikredildiği gibi hemen: لَا مِساَسَ yani “(Aman, birbirimize) dokunmak yok!” demiştir. (Nesefî, c. 3, 99)

3- “Bütün masnûâtta (Allah’ın bütün san‘at eserlerinde) cüz’î, küllî (küçük, büyük) bir sûrette seyyârâttan (gezegenlerden) tâ kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâya (al ve akyuvarlara) kadar herşeyde gāyet düzgün bir ölçü, mütenâsib bir mîzan (dengeli bir ölçü) bulunması, bedâhetle (açıkça) muhît (kuşatıcı) bir ilme delâlet ve kat‘î şehâdet eder. Evet, görüyoruz ki: Meselâ bir sineğin, bir insanın a‘zâları ve cihâzâtı, hattâ cesedinin hüceyrâtı (hücrecikleri) ve kanındaki kırmızı ve beyaz kürecikleri o derece hassas bir mîzan ve ince bir ölçü ile yerleştirilmiş ve o derece birbirine münâsib ve uygun ve o derece cesedin sâir (diğer) a‘zâlarında öyle muntazam bir tenâsüb (uygunluk) var ki, nihâyetsiz bir ilme mâlik (sâhib) olmayan, o vaziyetionlara vermesi hiçbir cihette imkânı yoktur.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 601)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.