Fatih DURGUN
Dindar Narsizmi
Zamanın birinde Azazil adında dindar, takvalı ve ihlaslı bir kişi vardı. O kadar takvalı idi ki melekler bile kendisinden dersler alırdı. Gün geldi anlık bir reaksiyon neticesinde “ben ateşten yaratıldım o topraktan yaratıldı, ben ondan üstünüm” diyerek narsist bir tavırla enaniyet yapıp ardından kainatın en kötü varlığına dönüşüp kötülüğün sembolü olan Şeytan oldu.
Yükselmenin ve başarmanın kutsandığı bu çağda hepimiz üstünlüklerimizi farklı suretlerde göstermek suretiyle nefsimizi mabuda layık bir tarzda tenzih eder duruma gelmiş durumdayız. Örneğin bazı kimseler kendisi dışındakileri küçümseyerek yükselirken bazı kimseler de doğruların arkasına sığınarak kendilerini yüceltme yarışına girmektedir. Çağımızın en büyük hastalığı olan kibir, ego ne yazık ki dindar dinsiz, sağcı solcu, ilerici gerici fark etmeden herkesin içinde bir yerlerde vakti ve yeri müsait olunca ortaya çıkmaktadır. İnsana bazı gerçekleri keşfetmesi için verilen egoyu insan nerede olursa olsun şeytan gibi yanlış kullanarak doğrudan uzaklaşmaktadır.
Bu yazımızda en yüce ve değerli hakikat olan Nuh’un (a.s) gemisine sığınmanın ve kendilerini dindar olarak gören kimselerin gerçekten ötekilere göre kurtulup kurtulmadığını veya zannettiği gibi cennetin garanti olup olmadığını anlamaya ve yukarıda bahsettiğimiz Şeytanın durumundan ibret almaya çalışacağız.
1-DİNİN ARDINA SIĞINARAK SÜREKLİ NEFSİNİ HAKLI GÖRMEK
İnsan nefsinin özelliklerinden birisi sürekli kendi nefsini avukat gibi savunmak ve kendisini ayıplardan, kusurlardan uzak görmektir. Halbuki Efendimiz (a.s.v) "Ey Allah'ım! Senin rahmetini umuyorum, beni göz açıp kapayıncaya kadar (da olsa) nefsimle başbaşa bırakma.” şeklinde niyazda bulunarak geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olmasına rağmen nefse karşı teyakkuzda olmamız yönünde bize yol göstermiştir.
Ahirzamanın en büyük tehlikesini biz dinin içerisinde bulunan kişiler üzerimizde taşıyoruz çünkü din kurtuluş demektir. Her rekatta “Rabbim beni doğru yola ilet” duasını dillendirdiğimiz Fatiha’yı okumamızı Yüce Rabbimiz tam bu sebepten ötürü bizlere emretmiştir.
Nitekim Kur’an-ı Kerimde Rabbimiz Yahudi din adamlarının dini bir kurtuluş yolu olarak görmek yerine kendilerini dinin ve hükmün sahibi olarak insanlara üstünlük taslamalarını ve Tevratın esas yorumlayıcısı ve Mabede kimin girip kimin çıkacağına kendilerinin karar verme yaklaşımlarını eleştirmiştir.
Bizlerin de bu tarz bir tehlikesi vardır. İçimizde bir benin benden içerisinde bulunduğunu ve sürekli bizi kötülüklere sevk ettiğini unutmamak gereklidir. Dinin ardına sığınarak nefsin kendisini haklı görmesine örnek olarak: Dışarıda İslami kurallara göre giyinmeyen insanları görerek onlara hakarette bulunmak ve onların üzerinde üstünlük kurmaya çalışmak her ne kadar doğrunun üzerine bunu söylesek de bu kişinin üstünlük ve ego tatmininde bulunmasına dayanak olamaz.
Bir insan hangi dinde hangi cemaatte hangi millette bulunursa bulunsun sürekli kendisini haklı çıkartıyorsa ve hakikati yüceltmek yerine komplekslerine yenik düşerek egosunu üstünlük yarışına sokuyorsa nefsinin ve egosunun tehlikesinden uzaklaşmanın yollarını aramalıdır. Nefsimize güvenmememiz hakkında ve her şeyin enaniyetlere alet edildiği bu çağda şu söz bize çok güzel rehberlik etmektedir:
"Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz."
2-EN DOĞRU BENİM DİYEREK ÖTEKİ DOĞRULARI KÜÇÜK GÖRMEK
Allah Resulünün gösterdiği yolda kurtuluşu arayan her bir bireyin: Mesleğim haktır veya daha güzeldir.' demeye hakkı vardır Fakat ' Yalnız hak benim mesleğimdir.' demeye hakkı yoktur..[1] ancak geldiğimiz noktada nasıl ki bazı gruplar kendileri böyle düşündüklerini ifade etseler de kendileri gibi kurtuluşu arayan kişileri küçümsemek ve dışlamak suretiyle enaniyet ve üstünlük yoluyla en doğru benim diyerek öteki doğruları küçük görmektedirler.
Yüce Allah’ın nazarında ihlasın ve kemiyetten çok keyfiyetin (nicelikten çok nitelik anlamında) önemli olduğunu bilmelerine rağmen çok insanlara ulaşmamak ve büyük işler başaramamış imajı vererek faziletfuruşluk nevinden gıpta damarını tahrik etme yolunu açmaktadırlar. Şunu unutmamalıyız ki hiçbir dindar (peygamberler hariç) şeytanın şeytan olmadan önceki makamına ulaşamayacaktır hal böyleyken neyi hedeflememiz gerektiği konusunda tercihi sizlere bırakıyorum.
3-CEMAAT ENANİYETİ
Nefsin en önemli özelliklerinden birisi de kendini tanır kendini bilir yalnızca bizzat kendisiyle meşguldür ve kendisine faydası olmayan şeylere itibar etmez. Kendisi gibi kendisine fayda sağlayan ve kendisi gibi olanlara dayanır ve hep birlikte üstünlük ve kibrin alanını genişletebilir. Nefsin bu desisesi ne yazık ki cemaat olan kişilerin buna düşmeyeceğini ve bundan uzak durduğu yönünde nefsini temize çekmekten ibaret olarak görülmektedir.
Fertlerin birbirine karşı enaniyetleri ve üstünlük davaları olduğu gibi, milletlerin ve kavimlerin de birbirlerine karşı üstünlük davaları vardır. Kendi yanındakini ve doğal olarak kendi nefsini üstünlüğe atan zümreler ırkçılıkta olduğu gibi bir grup, dernek veya cemaat ırkçılığına dönmektedir. Halbuki "Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyet-perver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adalet edemez."[2]
Tüm bunlardan sonra nefis dış dünyaya kendisini kapatarak kendi içinde krallık kurup kendisi dışındakileri ötekileştirmek ve küçümseme yoluyla enaniyeti daha üst seviyeye taşır ve Maazallah Yahudi milletinin düştüğü Cenab-ı Allah’ın yalnızca kendilerini sevdiğini ve desteklediği vartasına düşmektedir.
4-MENFAATPERESTLİK
“Hem senin tilmizin menfaatperest ve hodendişliktir ki, o tilmizin gaye-i himmeti, nefis ve batnın hevesatını tatmindir. Ve menfaat-i şahsiyesini—bazan—kavminin menfaati içinde kavminin menfaati namıyla; ve menfaat-i nefsini, menfaat-i millet namıyla arar. Ya rikkat-i cinsiye eleminden kurtulmak ister; veya hırsını veya gururunu veya hubb-u cahını o milliyetperverlik cihetinde teskin eder. Elhasıl, nefsinden başka hakikî hiç birşeye muhabbet etmez. Herşeyi kendi nefsine feda eder.”
Üstad Bediuzzaman Kur’an’ın tilmizi ile nefsinin peşine düşmeyi tavsiye eden düşüncelerin farkını açıklarken: Nefis için bir araya gelen gruplardaki kişilerin en büyük gayelerinin sözde içinde bulunduğu kavim ya da grubun menfaati namına kendi nefsinin menfaatini aradığını ve bunu amaçladığını ifade etmiştir. Hatta bireyin çocukluktan getirdiği değersizlik, üstünlük vb. şahsi komplekslerini hırs veya gurur yoluyla özellikle de makam yani üstünlük yoluyla içerisinde bulunduğu kavmin, cemaatin veya grubun içinde tatminliğe ve doyuma ulaşmaya çabalamasını eleştirir.
Nefsinden başka hiçbir şeye muhabbet etmeyen kişi menfaatperestlik yoluyla neyi hedeflerse hedeflesin neyi amaçlarsa amaçlasın herşeyi, herkesi kendi nefsine sözüm ona gayesinin grubunun faydasına feda eder ve buna dava veya görev olarak isimlendirir. Halbuki ne Allah Resulünün hayatında ne de büyük Allah dostlarının hayatlarında kişileri menfaat için kullanıp atmak sonra bir daha arayıp sormamak, “işime yarıyorsan kardeşimsin işime yaramıyorsan düşmanımsın” tavrına girmek İslam’da mevcut değildir. Hedeflediğimiz dava ne kadar yüce olursa olsun biz Habibullah’tan bir müşriğin kapısına bile 70 defa gitmeyi öğrenmiş iken aynı yöne baktığımız din kardeşlerimize bu tarz menfaatperest yaklaşımlarda bulunarak izzet-i İslam’a zarar vermemeliyiz.
Bir cemaatin veya grubun ortak kazandığı hasenatı bir kişiye veya gruba tahsis etmek adaletsizlik ve kişilerin haklarına girmektir. Bu sebeple Sefine-i Rabbaniyede çalışmaya ve kurtulmaya uğraşan kişilerin haklarını Al-Kullan-At tarzı yaklaşımlarla yalnızca kendi menfaatlerine kullanan kişilerin o hasenatı kendi temellüklerine alarak ümmetin haklarını zayii etmektedir. Bu yol, bu dava, bu kurtuluş kimsenin temellükünde değildir acizliği ve geçmişimizi hatırlayarak nereden geldiğimizi unutmamalıyız.
5-HER GÜZEL ŞEYİ NEFSİNE PAY ETMEK
“İki cihan güneşi Efendimiz (a.s.v) “Kalbinde zerre miktar kibir bulunan cennete giremez” derken her nerede olursak olalım her ne durumda bulunursak bulunalım istersek sarıklı cübbeli bir molla, istersek over-size ve jeans giyinen bir genç olalım nefsin ve şeytanın en büyük desisesi olan enaniyete karşı dikkatli olmamız gerektiğini unutmamalıyız.
Dünya yolculuğunda Rabbimizin bize sunduğu lütufları görünce bunların sürekli Rabbimizden geldiğini ancak bir kusur ve yanlışın nefsimizden kaynaklandığını unutmamalıyız. Bu Cadde-i Kur’aniyye’yi Kübrada kendimizi her zaman kurtuluşa muhtaç ve öteki insanlardan aşağıda görmeliyiz. Bu hususta Bediuzzaman’ın yaklaşımı o kadar güzel ki tam bir halis muhlis abdin duruşunu anlamamıza güzel bir örnek sunmaktadır:
Ey Risale-i Nur'un kıymettar talebeleri ve benden daha bahtiyar ve fedakâr kardeşlerim,
Şahsiyetim itibarıyla sizin ziyade hüsn-ü zannınız belki size zarar vermez; fakat sizin gibi hakikatbîn zâtlar vazifeye, hizmete bakıp, o noktada bakmalısınız. Perde açılsa, benim baştan aşağıya kadar kusuratla âlûde mahiyetim görünse, bana acıyacaksınız. Sizi kardeşliğimden kaçırmamak için kusuratımı gizliyorum.
Said Nursî
NOT: Tüm buradaki ifadeler ve sözler nefsime hitaben yazılmıştır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.