Firavun dedi ki: Âlemlerin Rabbi de nedir?
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Şuara Sûresi 23-29. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
23-Fir‘avun dedi ki: “Âlemlerin Rabbi de nedir?”
24-(Mûsâ:) “(O,) göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer kat‘î olarak bilen kimseler iseniz (bunu siz de anlarsınız)!” dedi.
25-(Fir‘avun,) etrâfında bulunanlara: “İşitmiyor musunuz?” dedi.
26-(Mûsâ:) “(O,) sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir!” dedi.
27-(Fir‘avun yine etrâfındakilere:) “Size gönderilen bu elçiniz şübhe yok, mutlaka delidir!” dedi.
28-(Mûsâ:) “(O,) doğunun ve batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir! Eğer aklınızı kullanırsanız (bunu siz de anlarsınız)!” (*) dedi.
29-(Fir‘avun:) “Yemin olsun ki benden başkasını ilâh edinirsen, seni mutlaka zindana atılanlardan ederim!” dedi.
(*) “Şu kâinâttaki mevcûdâtın birbirine teâvünü (yardım etmesi), tecâvübü (birbirlerine cevab vermeleri), tesânüdü (dayanışmaları) gösterir ki, umum mahlûkāt, bir tek Mürebbî’nin (terbiye edicinin) terbiyesindedirler. (...) Çünki zemindeki zîhayatlara (canlılara) levâzımât-ı hayâtiyeyi (hayatları için lâzım olan şeyleri) emr-i Rabbânî ile pişiren güneşten ve takvimcilik eden kamerden tut; tâ ziyâ, hava, mâ’ (su), gıdânın zîhayatların imdâdına koşmalarına ve nebâtâtın dahi hayvânâtın imdâdına koşmalarına ve hayvanât dahi insanların imdâdına koşmalarına (kadar) (...) kerîmâne (cömertçe) birbirine yardım etmek, birbirinin sadâ-yı hâcetine (ihtiyaç seslerine) cevab vermek, birbirini takviye etmek, elbette bilbedâhe (açıkça) bir tek, yektâ, Vâhid-i Ehad (sıfatlarında ve zâtında bir olan Allah), Ferd-i Samed (bir olan ve herkesin ihtiyâcını karşıladığı hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan), Kadîr-i Mutlak (herşeye gücü yeten), Alîm-i Mutlak (herşeyi bilen), Rahîm-i Mutlak (sonsuz merhamet sâhibi), Kerîm-i Mutlak (sonsuz ikrâm edici) bir Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un (varlığı zarûrî olan Allah’ın) hizmetkârları ve me’murları ve masnû‘ları (san‘atlı eserleri) olduklarını gösterir.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 317)