Hüseyin KARA
Gaye-i hayal
Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(17)
Sonsuza yönelik duygularımız olmasaydı belki geleceğe dönük hayallerimiz olmazdı; o takdirde bulunduğumuz an parçasıyla sınırlı olurduk. Oysa insanız her şeyden önce, hayatımızın her anının bir tomurcuğun çiçek ya da yaprak olmasına hazır gibi geleceğe, gelecekteki bir mükemmeliyete, bir oluşuma kurgulanmış bir hali var.
İlk insan olarak yaratılan Hz. Âdem’in önünde koca insanlık tarihi olmadı mı? Muhteşem doğum olayıyla bir şeyi yakalamış gibi yumuk elleriyle doğan yeni bebeğin de ömür senaryosu hazır gibidir. Bebeğin bütün amacı büyümek; önce emeklemek, sonra ayakta durmayı başarmak ve sonra konuşup derdini kelimelerle ifade etmek değil mi? O küçüklüğüyle emeline ulaştığında, mesela ayakta bir iki adım attığında keyfine diyecek yoktur. Bebeğin hayat çıtası her gün yükselip durmaktadır.
İnsanın sonsuza uzanan duygularının olması hayat çıtamızın hep yüksek tutulması gerektiğine yeter bir sebeptir. Azla doyuma ulaşamaz duygularımız. Gözümüzün uzakları görmesinin, hayalimizin gözün görmediği çok daha uzaklara uzanmasının sebebi budur belki. Hayatımızın yükseklik çıtası vücudumuzun dünya ölçeğiyle tadabileceklerinin fıtrî hedefidir. Duygularımız da dünya ölçeklerine sığmamaktadır.
Gaye-i hayal, yani yeni tabirle vizyon, insanın ilerde varmak istediği, bütün yeteneklerini ve duygularını yönlendirdiği bir amaçtır, hayatının çıtasıdır. Bu, yükseklik duygularıyla doğru orantılı olmakla birlikte gelişmesine yardım eden bir ufuktur. Duygular geliştikçe çıtanın yüksekliği de artar. Duyguların canlılığı, rahatı ve cıvıl cıvıl oluşu, ulaşmak istedikleri bu yüksekliğe yaklaştıkları derecededir. Yok çıta alçaksa, yeteneklerin ve duyguların aşağısındaysa, yani gaye-i hayal yoksa, duyguların fıtrî duruşlarının ve yönelişlerinin tersi gündeme gelmektir ki bu iç dünyanın durması ya da körelmesi demektir.
Bediüzzaman, insanın bu özelliğini bildiği için “gaye-i hayal”i bir yetiştirici ve iyileştirici unsur olarak görüyor. Bu hedef yoksa insan ene/egonun ufuksuz hapishanesine girer. Öylesine bir kısır döngünün anaforuna kapılır ki kendi duvarlarının dışını asla göremez. Onun için gelişme de yoktur; güneş de, gündüz de, gelecek ve umut da yoktur. İki tağutun emrindedir. Bediüzzaman’ın “Otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vardır: Biri insandadır, diğeri âlemdedir; biri ene’dir, diğeri tabiattır.” (Mesnevi-i Nuriye) dediği iki putun içine hapsolmuştur. Ene, kâinatı bütün ayrıntılarıyla yaratan Allah’ı tanıma ve bilmenin ölçücüğü olması gerekirken kendine malik olmaya kalkışmasıyla firavunlaşmaya kadar gitmektedir; tabiatsa bir sanat olması noktasında muhteşemliği üzerinde iken ilah addedilecek kadar büyük bir yanılgının ve cehaletin sonucuna maruz kalmaktadır. Böylece insan “ene” ve “tabiat” kalıpları içinde bunca zenginliklerini kaybetmiş olmaktadır.
Müminin “gaye-i hayal”i dünya ile sınırlı olamaz. Duyguları sonsuzsa vizyonu da ebedî hayatla ciddî alakalıdır. Aşığın gaye-i hayali dünya dilberidir. Ama onun bu aşkı, mecazî aşktan öteye geçemez; yani onu doyurmaktan uzaktır. Dünya âşıklarının vaveylalarının sebebi budur. Çünkü muhabbet, ancak sonsuzluğu olan sevgiliyle doyuma ulaşabilir. Hakiki müminin aşkta “gaye-i hayal”i ancak Allah aşkıdır, “Cemalullah”ı görme iştiyakıdır.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki müminin çıtası dünyayı aşmıştır ve aşmalıdır. Dünya onun gaye-i hayalini asla tatmin edemez. Bediüzzaman da “Eğer insan enaniyetine istinat edip hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derdi maişet içinde muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider.” (23.Söz) diyerek, tam bir mutluluk için inananın çıtasının dünyayı aşması gerektiği üzerinde durmuyor mu?
Kimin çıtası yüksekse gayreti ve gayretinin sonucunda ulaşacağı ödül de büyüktür. Ama yüksek atlamada da birinci olmak çıtanın yüksekliğinden geçer.
Elbette, müminin “gaye-i hayal”i şimdi var yarın yok olacak şeylerle ilgili olamaz. Şöhretlerin gaye-i hayali olan şan ve şeref perdesi altında sıkıntıdan başka vermeyen ve son nefesle sonlanan bir gösteriş değil midir? Müminin gaye-i hayali, ruhun hedefidir, fıtratın neticesidir (26. Lema) ki bu da ancak her şeye kudreti yeten bir Yaratıcı’nın yardımıyla, O’nu tanımakla mümkündür.
Bu bağlamda belki de İslam’ın telkin ettiği bu engin düşünceden ve vizyondan haberi olmayan Erich Fromm’un “İnsanların tüm yaşamlarını para kazanmak için harcamalarını yadırgıyorum. İş adamı adı verilen bir adamla karşılaştığımda o adamın tüm zamanını para kazanmak için harcadığını düşündükçe, onun hesabına utanç duyuyorum.” diye anlamlı düşünce ve yerinde yorumunu buraya almada yarar var. Doğrusu muhteşem duygularla bezenmiş insanın dünya ve bazı bedenî arzularının tatmini için bütün ömrünü canını dişine takarak harcaması anlamsız olmuyor mu? Ömür öyle dişin kovuğunu doldurmayacak şeyler için harcanacak bir sermaye değildir. Hiçbir ideali olmayan ve ömür dakikalarını boşu boşuna harcayan bir insan hayatının ne önemi var!
Sabahtan akşama kadar kahve köşelerinde sırf vakit geçirmek, derinlikten yoksun kişisel sorunları ya da geçmişte kalmış, deşilmelerinin hiçbir faydası olmayan günlük olayların ve askerlik hatıraların nakaratlarını dinlemek, duygularımızı dar kalıplar içine hapsetmek elbette bize verilen bunca zenginliklerimize uygun düşmez. Dar kafa ve kısır düşüncelerin muhatabı da olmak zorunda değiliz. Birilerinin keyfi için fıtrata ters düşen oluşumlara kendimizi mecbur görmek ise özgür olmaktan uzak güdümlü olmak demektir. Gaye-i hayali olmayan insanın sönük ve buruk bir hayat sürdürmesi bundan.
Gaye-i hayal insanın iç zenginlikleriyle, yani duygularıyla mütenasip değilse, ortaya çıkacak olan manzara geriye dönüştür, gelişimin durmasıdır, fıtratın zıddına bir oluşumdur. Sığınılan ene, başka bir tabirle ego, kısır bir döngüdür, bir anafor, bir girdap… Bu hal, bütün gelişmenin kapılarını kapatır. İnsana gösterdiği hedef, anlık hedeftir, ya nefsin çıkarı ya da şeytanın hilesidir. Ego için varsa yoksa yalnızca dünya, dünyanın süsleri vardır. Onun için önemli olan midenin doymasıdır. Ego, insanı ufka değil maddeye açar; maddenin içine hapseder, dünyadır onun gaye-i hayali. Onun için arabasının motoru kendi kalbinden çok daha önemlidir. Çünkü hayatı boyunca kalbinin atması arabasının motoru için olmuştu.
Hayır! Koca vagonlar bisikletin arkasına takılamaz. Bir daha ele geçmeyecek ömür bir uçkur peşinde heba edilemez. Kılavuzumuz karga olamaz. Dünyayı, hatta kâinatı çepeçevre kuşatan duygularımız basit çıkar, istek, duygusal meyil gibi küçük bir nefsi doyum yolunda harcanamaz.
Doğrusu hayat bu kadar ucuz değil!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.