Geçim derdi ve dini hayat
Mesut Zeybek’in “Geçim derdi ve dini hayat ve hükümet” başlıklı yazısı
Mesut Zeybek’in yazısı:
Geçim derdi ve dini hayat ve hükümet
Son zamanlarda tekrar kendini hissettiren geçim darlığı, bu fitne-i âhirzamanın en mühim hastalıklarından biridir. Hususan İslamî hayatın zayıfladığı son asırda hakim olan Deccal cereyanı, israfı teşvik etmiş, devlet ve milletin parasını israf içinde yemiş ve etrafına yedirmiştir. Daha önceleri ikinci dünya harbinin çıkmasıyla kendini gösteren geçim darlığı, ehl-i imana çok zarar vermiştir.
Bediüzzaman Hazretleri hem bu hastalıkları tesbit etmiş, hem de insanlar, hususan ehl-i iman nasıl davranacak çarelerini göstermiştir.
Bugün milletin idaresine gelen siyasiler, bu reçetelere dikkat etmeli ve nazara almalıdırlar. Yoksa hem kendilerine, hem millete zarar vermiş olurlar.
1950'den sonra iktidara gelen dindar ve dine taraftar partiye tavsiye ve ikazlarını tekrarlı tekrarlı yapan Hz. Üstad der ki:
“Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ülemayı, hem milleti memnun ve minnetdar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle Ezan mes'elesi gibi şeair-i İslâmiyeyi ihya için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.” (Emirdağ-2-25)
Milletin reyleriyle iktidar olan Demokrat Parti ve onun devamı olan Adalet Partisi devrelerinde Üstadın bu tavsiyeleri büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Bilhassa gelir dağılımında rahatlama olmuştur. Dindarlar dinini yaşayabilmiş ve hürriyetler de genişletilmiştir.
Demek iktidara gelen partinin memnun etmesi gereken üç kesim var.
Bunlardan biri “Nurculardır.” Yani hakiki dindarlar olan bütün ehl-i imandır ki, dinini serbestçe öğrenip yaşayabilmelidir.
Diğeri, düşünce adamlarıdır. Söz ve fikir hayatının rahat olmasına önem verirler ki, “Ülema” olarak ifade edilmişlerdir.
Üstad bu hakikatı şöyle ifade eder:
“Hazret-i Ömer'in (R.A.) taht-ı hâkimiyetindeki hristiyanlara, kanun-u şeriatı ve Kur'anı inkâr ettikleri halde ilişilmiyordu. Hürriyet-i fikir ve serbestiyet-i vicdan düsturu ile Risale-i Nur'un bir kısım şakirdleri; idareye dokunmamak şartıyla rejim ve usûlünüzü ilmen kabul etmezse ve muhalif amel etse hattâ rejimin sahibine adavet etse, onlara kanunen ilişilmez.” (Şualar - 350)
Diğeri ise, “millettir” ki, onların da en mühim ihtiyaçları insan gibi ve insana layık yaşamaktır. Ve yaşanacak imkanları temin etmektir.
Eğer bu üç kesimin ihtiyaçlarını teminde sıkıntı varsa ve halledilemezse hem o siyasiler, hem de millet sıkıntıya düşer. Yani geçmişte dine, millete ve fikir hayatına dehşetli darbeler vuran müstebitler çeşitli entriklarla iktidara gelirler. Yakında bekleyen maddi manevi musibetler de hücum ederler.
İşte o müstebitler hükümetlerinin iktidarda olduğu 1930’lu 1940’lı yıllarda milletin durumu. Risale-i Nurlarda bu hakikatler şöyle ifade edilir:
“Semavî musibet ise:
İhtikâr neticesinde, hayat ve yaşamak hissi, hissiyat-ı diniyeye galebe çalıp, ekser nâs midesini, maişetini daima düşünüyor. Hattâ ekser fukara kısmından olan Risale-i Nur talebeleri, bu musibete karşı çabalamak mecburiyetiyle hakikî ve en mühim vazifesi olan neşir hizmetini bırakmağa mecbur oluyor.” (Kastamon Lahikası sh:198)
“Endişeli Sual:
Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak. Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor.
Acaba, herşeyde hattâ kahr azabında ehl-i iman ve masumlar için bir vech-i rahmet ve kader-i İlahî cihetinde adalet olduğu, bunda ne tarzda olur?
Ve ehl-i iman, hususan Risale-i Nur talebeleri bu musibete karşı iman ve âhiret hesabına ne cihetle istifade edip, nasıl davranacaklar ve mukavemet edecekler?
Elcevab: Şu musibetin en ehemmiyetli sebebi; küfran-ı nimet ve şükürsüzlük ve nimet-i İlahiyenin kıymetini takdir etmemeklikten gelen bir isyan olduğundan, Âdil-i Hakîm nimetinin hususan gıda kısmının, hususan hayat noktasında en büyük nimet olan ekmeğin hakikî lezzetini ve çok ehemmiyetli kıymetini ve nimetiyet noktasında fevkalâde derecesini göstermekle, hakikî şükre sevketmek hikmetiyle, Ramazan gibi riyazet-i diniyeye riayet etmeyen şükürsüz insanlara bu musibeti verip, aynı hikmet için adalet etmiş.
Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır. Ve zaruret bahanesiyle, dilenciliğe ve hırsızlığa ve anarşiliğe yol açmasına meydan vermemektir.
Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur'u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır.
Ve nefsini güzel yemeklerle şımartan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara sevkedip sarhoş eden gençler dahi, Risale-i Nur'un irşadıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesilesiyle taate ve hayrata girip, o hâdiseyi kendi aleyhlerinden çıkarıp, lehlerinde istimal etmektir.
Ve ehl-i ibadet ve salahat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belaya bir riyazet-i şer'iye nazarıyla bakmaktır. Kader-i İlahiyeye karşı şekva ile değil, rıza ile karşılamaktır.” (Kastamonu Lahikası sh:140)
HİZMET EHLİ NASIL DAVRANMALI
“Hem İmam-ı Şafiî'den (R.A.) rivayet var ki; hâlis talebe-i ulûmun rızkına, ben kefalet edebilirim demiş. Çünki rızıklarında vüs'at ve bereket olur. Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır.
Evet her tarafta bu derd-i maişet herkesi sarsıyor. Ehl-i dalalet bundan istifade eder. Ehl-i diyanet de kendini mazur bilir, "Zarurettir, ne yapalım?" der.
Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık ve zaruret musibetine karşı, yine Nur'la mukabele etmeli. Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.” (Kastamonu Lahikası sh:201)
DARDA OLANLARA ALAKASIZ KALINMAMALI
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu şiddetli maddî ve manevî kıştaki galâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekseri fakir-ül hal olan Risale-i Nur şakirdlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanüdleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum. Sizler her zamandan ziyade bu fırtınada tesanüdünüzü ve ittihadınızı ve birbirinin kusuruna bakmaması, birbirini tenkid etmemesi, Risale-i Nur'un vazife-i kudsiye-i imaniyesi hesabına mükellef ve muhtaçsınız.
Sakın birbirinizden gücenmeyiniz ve tenkid etmeyiniz. Yoksa az bir za'f gösterseniz, ehl-i nifak istifade edip sizlere büyük zarar verebilirler.
Derd-i maişet zaruretine karşı iktisad ve kanaatla mukabele etmeye zaruret var. Menfaat-i dünyeviye, çok ehl-i hakikatı, ehl-i tarîkatı dahi bir nevi rekabete sevkettiği için endişe ederim. Risale-i Nur şakirdleri içinde şimdiye kadar bu cihet onları zedelememiş. İnşâallah yine zedelemez. Fakat herkes bir ahlâkta olamaz.
Bazıları meşru' dairede rahatını istese de, itiraz edilmemeli. Zarurete düşen bir şakird, zekatı kabul edebilir. Risale-i Nur'un hizmetine hasr-ı vakit eden rükünlere ve çalışanlara zekatla yardım etmek de, Risale-i Nur'a bir nevi hizmettir.
Hem yardım edilmeli. Fakat hırs ve tama' ve lisan-ı hal ile istemek olmamalı. Yoksa ehl-i dalalet ki, hırs ve tama' yolunda dinini feda etmiş. Onlar nazarında kıyas-ı binnefs cihetiyle, "Risale-i Nur'un bir kısım şakirdleri dahi, dinini dünyaya âlet ediyorlar" diye çirkin bir ittiham ile taarruzlarına meydan açar.” (Kastamonu Lahikası sh: 223)
“Hem Ramazan Risalesi'nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlık ile temerrüdünü terkettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur'un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var.
“Madem şimdiye kadar ekseriyet-i mutlaka ile Risale-i Nur şakirdleri, Risale-i Nur hizmetini her belaya, her derde bir çare, bir ilâç bulmuşlar.
Biz her gün hizmet derecesinde, maişette kolaylık, kalbde ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehşetli yeni belalara, musibetlere karşı da, yine Risale-i Nur'un hizmetiyle mukabele etmemiz lâzımdır.” (Kastamonu Lahikası sh: 235)
Bu kısa mektuplarda gördük ki, herkese düşen vazifeler var. Dindarlar, hususan Nur Talebeleri, Üstadın tavsiye ve ikazlarına bakmalı ve ona göre davranmalıdırlar.
Hükümet, milleti düşünüp iktisadi hayatı rahatlatmalıdır. Milletin yani ekseriyet olan kısmın geçim derdine çare bulunmalıdır. Düşünce ve söz hürriyetleri tam sağlanmalıdır. Dini hayatın her yönüyle öğrenilebilmesi ve yaşanabilmesi için gereken zemin temin edilmelidir.
İttihad