Gençlerin gözüyle Risale-i Nur'dan tebliğler

Gençlerin gözüyle Risale-i Nur'dan tebliğler

Risale-i Nur Gençlik Şöleni'nde gençlerin daha önce hazırlayıp tebliğini yaptıkları tüm masa çalışmaları sonuç bildirgelerini yayınlıyoruz.

RisaleHaber-Haber Merkezi

Risale-i Nur Enstitüsü tarafından organize edilen ve Ankara'da düzenlenen Risale-i Nur Gençlik Şöleni'nde gençlerin daha önce hazırlayıp tebliğini yaptıkları masa çalışmalarının sonuç bildirileri de açıklandı. İşte o bildiriler:

(Masa çalışmalarından fotoğraflar için TIKLAYINIZ)

İşte Gençlerin gözüyle Risale-i Nur...


Aile ve Gençlik Masası:

1. Anne-babaya itaat ve hürmet gençlere emredilmiştir. Gençler Kur’ân’da emredilen bu dinî vecibeyi yerine getirdiklerinde, büyüklerinden gelecek olan şefkat ve merhamet, problem gibi görülen her şeyin çözülmesi için bir kapı açacaktır. Dolayısıyla anne ve babasıyla sağlıklı bir iletişim kuran genç, sorunlarını halletmede daha başarılı olacaktır. 

2. Sosyal hayatın kalbi olan gençlere, anne babaya hürmetin ve itaatin dini bir vecibe olduğu güzel bir üslupla anlatılmalıdır. Kur’ân’da ayetlerce sabit olan hitap şekilleri vardır. “Babacığım” “Anneciğim” şeklinde dinimizce tavsiye edilen bu hitaplar aynı zamanda günümüz psikoloji biliminin şiddetle önerdiği nitelikli iletişim dinamiklerindendir.

3. Kimlik algısı, kişinin kim olduğunun ve nereye gittiğinin farkında olmasıdır. Yani genç insanın “ben kimim” sorusuna verilecek cevabı bulmasıdır. Bediüzzaman Said Nursi,  kimlik oluşumuna dair şu hakikatler üzerinde durmuştur: Kişinin ilk ve en etkili öğreticisi annedir. Annenin çocukluktan itibaren verdiği ders ve telkin, kişiliğin temel esaslarını oluşturur.

4. Babalara ve geleceğin babalarına tekliflerimiz: İyi bir baba, konuşan bir babadır. Ataerkil bir aile yapısına sahip olduğumuz için kız evlatlar oğullara göre babalarından daha çok çekinmektedirler. Babalar, kendine güven duyarak çocuklarına, özellikle de kız evlatlarına karşı, sevgiyi, toleransı, anlayışı, maddi-manevi paylaşımları daima diri tutmalıdır.  Bunun en güzel ve gerçek modeli hiç şüphesiz kız babası olmakla övünen Peygamber Efendimizdir. Kız babası olan her erkeğin, “baba peygamber” modelini kendine uyarlaması, imanlı, iffetli ve özgüvenli kızlar yetiştirmesi için bir esastır.

5. Tesettür hakikati ortak bir fıtrat kanunudur.  Bedenin belli yerlerini kapatmaktan ibaret olmayıp, davranışsal olarak da bu kanun geçerlidir. Dolayısıyla sadece kadınlar için değil, erkekler için de aynı öneme sahiptir. Diyebiliriz ki, toplumda artık sıradan hale gelen karşı cinsle olan mesafenin kalkması, yani harama bakma, kadın-erkek ilişkilerinde gevşeme, flört gibi fiiller ortak fıtrat kanununu hiçe sayar. Tesettür, kadın-erkek ilişkilerinde sınırların korunmasını ve ahlakî bozulmanın önlenmesini sağlar.

6. Tesettür, kadınla erkek arasında meydana gelmesi her an için mümkün ve muhtemel olan meşru olmayan yakınlığı engellemenin bir aracıdır. Böylece örtünmenin asıl mahiyeti ortaya çıkmaktadır. Yani, kadın-erkek arasındaki cazibeyi, çekimi, etkilenmeyi engellemeyen örtünmenin tesettür olmadığı anlaşılır.

7. Gençlikte yaşanan en ağır imtihan, karşı cinse olan ilgidir. Her genç, ergenlik yaşına gelince bünyesinde cinsel enerjinin yoğunlaştığını hisseder. Ve bu enerji bir mecra bulmak ister. Mesele, bu cinsel eğilimin Allah’ın takdir ettiği meşru sınırlar içerisinde tatmin edilip edilmemesidir. Bu da doğru zamanda doğru kişiyle gerçekleştirilecek olan evlilikle mümkündür.

8. Evlilik geçici bir heves ve nefsani bir zevk için yapılmaz. Evliliğin temelinde ciddi bir muhabbet ve karşılıklı bir saygı algısı olmalıdır. Bu sevgi sadece gençlik ve güzellik zamanına has olmayıp hastalık, yaşlılık, çirkinlik ve külfet zamanında da devam etmelidir. Bunun tek bir yolu vardır; o da, imanlı ve iffetli bir hayat sürmek ve dindar bir aile yuvası oluşturmaktır.

9. Gençlerin hayatlarını güzelleştirebilmeleri, psikolojik çöküntüye yol açabilecek zararların önüne geçmeleri ve vicdanlarıyla barışık olmaları için “ahiret bilinci”ne önem verilmelidir.  Bu bilinci canlı tutmak için de, verilen duyguları doğruya kanalize etmek ve helal dairesinin hazlara yeteceğini bilmek yeterli olacaktır. 

10. “Ey şehvetini Benim için bırakan genç! Ey gençliğini Bana bağışlayan genç! Sen benim nezdimde meleklerimin bazısı gibisin.” hadisini hedef alarak, gençler cinsel dürtülerini tahrik eden faktörlere, iç disiplinle karşı koymalıdır. Burada da kişinin inançları devreye girer. Nitekim, Hz. Yusuf (a.s.) kıssası, bunun en şeffaf örneğidir. Önünde kendini tüm ziynetleriyle sunan dünyalar güzeli bir kadın karşısında, Hz. Yusuf’un tavrı, gözünü ve sırtını dönmek olmuştur. Hz. Yusuf (a.s.), tüm insanlığa şu dersi vermektedir: İnsan, eğer gözünün sahibini tanır ve O’nun emrini hakkıyla bilirse, en kışkırtıcı manzara bile onu baştan çıkartamaz.

Sonuç olarak: Peygamber Efendimizin deyimiyle, Asr-ı Saadet’te, İslâm’a en evvel sahip çıkan gençler olmuştur. Mimsiz Batı medeniyetinin empoze ettiği gençlik kavramına karşılık, Asr-ı saadetteki gençler örnek gösterilmeli ve model alınmalıdır. Hedefi olan gençler gayretle çalışır. Kur’ân medeniyetinden uzak gençliğin huzurlu olması ve ihyası mümkün değildir. Bu hakikatlerle aydınlanan neslin geleceği ise karanlık olmayacaktır.


Bilim ve Gençlik Masası:

 

1. Bilim ve din çatışması esas itibariyle Avrupa’da ortaya çıkmış bir meseledir. Avrupa bozulmuş haliyle hurafelerle dolu Hıristiyanlığa sarıldıkça geri kalmıştır. İslam toplumları ise İslamiyet’i hakkıyla yaşadıkça ve marifetullah için çalıştıkça maddeten ve manen terakki etmiştir.

2. Tabiatın, insanoğlunun hizmetinde olduğu ve tabiattaki imkânların insanlığın maddi gelişimi için sınır tanımaksızın kullanılması düşüncesi, modern Batı biliminin temel hareket noktasıdır. Modern bilimin fıtrata aykırı tabiat felsefesi doğal kaynakların tahrip edilmesine, azalmasına, ozon tabakasının delinmesine, buzulların erimesine ve yeryüzündeki ekolojik problemlerin artmasına sebep olduğu gibi, insanoğlunun ve bilhassa gençlerin ruhunda bir sınır tanımazlık ve amaçsızlığa neden olmuştur.

3. Bir genç için olayları ve durumları akıl ve mantık süzgecinden geçirmek son derece önemlidir. Çünkü genci en çok rahatsız eden yaklaşımlardan birisi; aklının kabul etmediği bazı hayali dayatmalardır. İspat ve izah; gençliğin algılayış ve kavrayışında önemli bir yere sahiptir. Gençliğin, duyguların tavan yaptığı bir dönem olması dolayısıyla da gencin davranışlarında hissiyatın yadsınamaz bir yeri vardır. Dolayısıyla gençliğe sunulan hakikatler dizisi hem aklı, hem kalbi doyurabilecek nitelikte olmalıdır.

4. Amaç, yöntem ve sonuçları bütüncül olarak değerlendirildiğinde görülür ki, modern bilim, evrenin tanınmasında ve hayatın manasının bilinmesinde tek başına yeterli değildir. Kâinata yeni bir bakış açısına ihtiyaç bugün de kendisini hissettirmektedir.

5. Batı biliminin evrene mana-i ismiyle bakan, sonuçsuz ve tespitler silsilesi şeklindeki yaklaşımından Bediüzzaman bir adım öteye geçerek, kâinatın manasını ve hayatın gayesini anlamak için bilimleri basamak yapar. Bu çerçevede her bir bilimi mana-i harfiyle, insanın Yaratıcısını tanımasında ve hayatın gayesinin kavranmasında birer vasıta olarak görür.

6. İspatın hükmettiği günümüzde mevcut bilimsel eğitimin objektifliği tartışmalıdır, içeriği de insanlığın temel sorularına cevap verecek potansiyelde değildir. Dolayısıyla yeni bir bilimsel eğitim anlayışına da ihtiyaç vardır.

7. Referanslarının sağlamlığı ve perspektifinin genişliği cihetiyle Risale-i Nur, bilgi altyapısı olarak bu yeni bilim yaklaşımının ve yeni bilimsel eğitimin dinamiklerini oluşturacak potansiyele sahiptir. Zira bu yeni anlayışın temelleri Kur’ani olmalıdır ki, kâinattaki kanunları koyan Yaratıcının kelamına muvafık olsun.

8. Bu yeni bilim anlayışının ve bilimsel eğitimin fünun-u medeniye ve ulum-u diniyeyi birleştirebilen eğitim kurumlarında gerçekleşebileceğine inanıyoruz. Bediüzzaman’ın ömrünün sonuna kadar kurmak için çalıştığı “Medresetüzzehra”nın manevi olarak gerçekleşmesinin yanında; Kur’ani bir istikbalin inşası için maddeten de tesis edilmesi çok acil ve hayati bir ihtiyaçtır.

9. İslam toplumlarının maddeten geri kalmışlığının sebeplerinden birisi de bilime yeterince önem verilmemesidir. Bundan dolayı her Müslüman gence düşen; bilimin her alanında çalışmak, bilim ve teknolojinin gelişimine katkı sağlamaktır. Kur’ani bir istikbalin inşası için bu, tarihi bir sorumluluktur.


Bireysel Ahlak ve Gençlik Masası:

1. Ahlak, yaratılış itibariyle ruhi ve zihni hallerin tamamıdır. Şeriat ise bu hallerin kullanım özgürlüğünün sınırlarını belirler.

2. Fıtrata derc edilmiş ahlakı din ve vicdan ile beslemek ahlak-ı haseneyi, aksi ahlak-ı seyyieyi netice verir.

3. Ahlak-ı hasenenin en olgun misali Hz. Muhammed’dir (asm). Dolayısıyla onun sünnet-i seniyesine ittiba etmek, genç bir bireyin ahlakının şekillenmesi için zorunluluktur. Bediüzzaman Said Nursi bu konuyla ilgili: “Herkes kendi âleminde kumandan olduğundan, alem-i asgarından cihad-ı ekber ile mükelleftir ve ahlak-ı Ahmediye ile tahallûk ve sünneti nebeviyeyi ihya ile muzavvaftır.” diyor.

4. İrade-i cüziyenin şeriat-ı Ahmediye kılavuzluğunda, sınır konulmayan üç temel kuvve üzerindeki hür tasarrufu, sırat-ı müstakim ahlakının oluşmasında esastır.

5. Gençlerin bireysel olarak ahlaklarının bozulmasının nedenleri olarak temelde iman zayıflığı, ölüm ve ahireti düşünmeme, nefs-i emmaresine uyup özgürlüğü istismar etmesi sayılabilir.

6. Gençlerin taşkın ve tahripkâr fiilleri ile onlarda baskın olarak tecelli eden İsm-i Celal’in asıl sahibinin gazabı düşündürülerek gençler rıza-i ilahiye muhalif olmaktan alıkonulabilir.

7. Bireyin gün içinde yapmış olduğu fiillerinde ahlakını hadd-i vasatta tutabilmesinde namaz önemli bir otokontrol mekanizmasıdır. Pek çok hadiste namazı vaktinde tadil-i erkân ile kılmak, Efendimiz (asm) üzerine yaratıldığı fıtrata uygun olarak ölmenin şartı olarak belirtiliyor.

8. Günlerin çabuk geçtiği gerçeği gençlerin akıllarına getirmedikleri cehennemin aslında ne kadar yakın olduğu hakikatini izharda kullanılabilir. (Gelmesi muhakkak olan her şey uzak da olsa yakındır. Hadis-i Şerif)

9. İffet, edep, hayâ, sadakat, dürüstlük, merhamet, takva, celadet, cesaret, çalışkanlık, nezaket, diğerkâmlık gibi ifadeler sürekli olarak nazara verilmeli ve bunların dürüst ve samimi birer timsali olmaya çalışılmalı. Zira kendi nefsini ıslah etmeyen başkasının nefsini ıslah edemez. Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle, “yapma ve suni olan bir şey ne kadar güzel olursa olsun, fıtri ve tabii olan şeylerin mertebesine erişemez ve onun yerine kaim olamaz.”


Eğitim ve Gençlik Masası:

1. Eğitim, anne karnından başlayıp ölünceye kadar devam eden bir süreçtir. Dünyaya gözlerini açan ferdin, ilk eğitimi ailede başlar. Çocukluk dönemindeki bu eğitim, kritik bir süreçtir. Zira sonraki hayat, büyük ölçüde bu dönemde alınan eğitim üzerine şekillenecektir.

2. Fırtınalı bir dönem olarak kabul edilen gençlik devri, eğitim açısından önemli bir devredir. Gencin, sahip olduğu tüm potansiyeliyle, fıtratına uygun ve doğru bir şekilde yönlendirilmesi, hem kendisi, hem de toplum açısından önem arz eder.

3. Bediüzzaman, en büyük düşmanlardan biri olarak “cehalet”i görmüş, buna karşı “eğitim” yoluyla mücadele edilmesi gerektiğini söylemiştir. Buradan hareketle “Medresetüzzehra” ismiyle bir eğitim modeli geliştirmiştir.

4. Eğitim, marifetullaha hizmet ettiği oranda anlamlıdır. Eğitim sistemleri, bu gerçek göz önünde bulundurularak şekillendirilmelidir.

5. Bediüzzaman Said Nursi, her fennin, kendine has diliyle mütemadiyen Allah’tan bahsettiğini, Yaratıcıyı tanıttırdığını söyler. Bu, eğitime, önemli bir bakış açısı kazandırmaktadır. Din ile bilim çatışmamaktadır. Aksine birbirini tamamlamakta, bir bütün oluşturmaktadır.

6. Din ilimleri ile fen ilimleri birlikte okutulmalıdır. Bediüzzaman der ki: “Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir (din ilimleridir). Aklın nuru, fünun-u medeniyedir (fen ilimleridir). İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” (Münazarat)

7. Eğitimin en birinci gayesi “fertlerin dünya ve ahiret mutluluklarını temin etmek” olmalıdır. Zira sadece geçici dünya hayatı üzerine kurulu bir eğitim sistemi, insanı mutlu ve umutlu etmeye yetmeyecektir.

8. Eğitim sistemi, resmi ideolojinin dayatmalarından arındırılarak demokratik hale getirilmelidir. “Tek tipleştirici” bir yaklaşım yerine “bireysel farklılıkları gözeten ve teşvik eden, çoğulcu ve özgürlükçü” bir yaklaşım benimsenmelidir.

9. Sorgulamayan, tartışmayan, üretmeyen, ezberci bir eğitim yerine; sorgulayan, yeniliklere açık, bilgiyi hazmettiren bir eğitim anlayışı benimsenmelidir. Bediüzzaman'ın “Alim-i mürşid koyun olmalı, kuş olmamalı. Koyun kuzusuna süt, kuş yavrusuna kay verir” sözünde işaret ettiği gibi, öğrencilerin beyinlerine bilgi depolamak yerine, hazmedilmiş bilgiyi kazandırma anlayışı benimsenmelidir. Ayrıca “Batıl şeyleri iyice tasvir safi zihinleri idlaldir (bozmadır)” prensibi gereği olarak, eğitimde olumsuzlukları fazlaca tasvir etmeye yer verilmemelidir.

10. Yabancı dil öğretimi üzerinde daha fazla durulmalı, yetişen nesillerin bir veya birkaç dili konuşabilmesi sağlanmalıdır. Yabancı dil öğretimindeki zayıflık, ulusalcı reflekslerle, içe kapalılığı netice vermekte; bu da başta İslam dünyası olmak üzere farklı dünya ülkeleri ve farklı medeniyetlerle olan diyalogu engellemektedir. Bu durum da, Kur’an Medeniyeti’nin (hakiki insanlık medeniyeti-barış, huzur ve kardeşlik medeniyetinin) inşasını sekteye uğratmaktadır.


Hürriyet ve Gençlik Masası:


1. Hürriyet, “başkasına zarar vermemek şartıyla insanın her istediğini yapması” olarak kabul görse de, gerçek manadaki hürriyet bundan ziyade, insanın ne kendine ne de gayra zarar vermeden marifet, fazilet ve İslamiyet terbiyesi ile yaşamasıdır.

2. Hürriyetin zıddı olan istibdad, her yönü ile ferde, aileye, siyasete, eğitime, topluma zehir hükmündedir. Hürriyetin ancak demokrasilerde sağlanabileceğini; ilmî, siyasal, sosyal her nevi istibdadın insanın duygularının gelişmesine engel olduğunu, insanlar arasına kin ve nefret tohumları attığını, bu bağlamda insanı sefalete mahkûm edeceğini söyleyebiliriz.

3. Kişinin hiçbir engel tanımadan, yapılan uyarılara kulak vermeden ve dilediği gibi hareket etme serbestliği manasında anlaşılan "mutlak hürriyet", kişiyi dininden ve ahlak esaslarından uzaklaştıran başıbozuk bir hürriyettir. Mutlak hürriyet tanımlamasına yakın bir hürriyet anlayışıyla yaşayan toplumlar bilim ve teknolojideki gelişimlerine rağmen toplumsal ahlak çöküntülerini önleyememişlerdir.

4. Said Nursi, “Nazenin hürriyet, âdâb-ı şeriatla müteeddibe ve mütezeyyine olmak lâzımdır. Hürriyet-i umumî, efradın zerrât-ı hürriyâtının muhassalıdır. Hürriyetin şeni odur ki, ne nefsine, ne gayrıya zararı dokunmasın. Sefahet ve rezaletteki hürriyet, hürriyet değildir. Aksine şeytanın istibdadıdır. Nefs-i emmareye esir olmaktır. Belki insana karşı hürriyet, Allah’a karşı ubudiyeti intaç eder. Evet, İnsanlar hür oldular amma yine abdullahtırlar.” diyerek mutlak hürriyeti reddedip, hakiki hürriyetin sınırlarını çizmiştir.

5. İnsanoğlunun en önemli üç duygusu olan akliye, gadabiye ve şeheviye kuvvelerinin ifrat mertebede kullanılması manasındaki mutlak hürriyet zulümle, sefahatle sonuçlanırken; bu üç kuvveden bihaber yaşayan veya yaşamaya zorlanan insanoğlu istidatlarını ortaya çıkaramayacak, toplumsal gelişim önünde bir engel teşkil edecektir. Bu bağlamda bireysel hürriyetin yaşanması için bu üç kuvvenin şeriat sınırları kapsamında kişi ve toplumca değerlendirilmesi gerekmektedir.

6. Kanunun üstünlüğü ve hukukun hakemliği herkes için ortak bir değer olmalıdır. Devlet herkese adil davranıp, vatandaşın hakkını koruyup, hakkı hak sahibine verecek; vatandaş ise kendi haklarını ve sorumluluklarını bilip bunları koruyacaktır. Hürriyet ancak böyle sağlanmış olacaktır, yoksa istibdat daima hükümferma olacaktır.

7. Risale-i Nur gözlüğüyle hürriyet ummanına dalan gençlik, Asr-ı saadet gençliği olma yolunda uzun bir yolculuğu rahatça kat edecektir. Tüm yetilerini bozulmadan açığa çıkaracak ve onlarla cennet yaşına varıp bu yetilerini kaybetmeden kabir yolculuğuna hayatının her safhasında durmadan devam edecektir.

8. Akıl, insanı diğer canlılardan ayıran ve onu sorumlu tutan temyiz gücü, düşünme ve anlama yeteneğidir. Vicdan ise, insanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen ve iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan en ince duyguların, hislerin ve imanın yerleştiği merciidir. Dini ilimler ve pozitif bilimlerle sağlanan akıl-vicdan dengesi sayesinde gerçek manadaki hürriyete ulaşılır.

9. Hürriyet Cenab-ı Hakk’ın Rahman isminin insanlara bir hediyesidir ve imanın hassasıdır ve iman ne kadar mükemmel olursa hürriyet o kadar parlak olur. İnsan hür olacak ama onun hürriyeti başkasına zarar vermeyecek, başkasının hürriyetini kısıtlamayacak şekilde olmalıdır Demek iman ne kadar mükemmel olursa, o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saâdet...


İbadet ve Gençlik Masası:


1. İbadet, abd ile Ma’bud arasındaki bağda, abdin Ma’bud’a karşı aczini, fakrını ve kusurunu bilerek, iradesi ile tüm istidatlarını kullanarak tazim ve hürmetini sunmasıdır. İbadet Allah sevgisinin en güzel tezahürü, Allah sevgisinin neticesi ve şükrün gereğidir.

2. İslam’da ibadet; belirli zamanlarda ve mekânlarda yapılan davranışlar değil, bütün dünya hayatını ibadete dönüştürebilmek maksadıyla yapılan ve terk edilen davranışların bütünüdür. İnsanlık, İslamiyet ile ulaşabileceği en yüksek seviye ile şereflendirilmiştir. Gençliğin ibadet hasletini bu eksen doğrultusunda idrak etmeleri, ahirzamanın rahmetlerle dolu yönlerini görebilmesine vesile olacaktır.

3. Dört tür abid vardır (Melekler, hayvanlar, bitkiler, insanlar ve cinler). Hâkim-i Hakîm insan nevini, sair abidlerin yaptıklarını yapabilecek, anlayabilecek, tespih ve temsil edebilecek yetenekte yaratmış ve kâinattaki bütün mahlûkatı insanın emrine musahhar kılmıştır. Fıtratça ihsanın müptelası olan insan, kendisine bahşedilmiş olan kâinatın halifeliği vazifesini hakiki manada idrak ederse, kendisine nimet verip lütufta bulunanı tanıyıp teşekkür etmenin yerinde bir davranış olduğunu, aksinin ise çirkin ve zulüm olduğunu aklıyla kabul eder.

4. İbadetler, gencin ruhi saadetini, beden sağlığını, toplumsal huzurunu ve dayanışmasını sağlayan en önemli manevi unsurdur.

5. Dünyada yapılan sağlık harcamalarında en yüksek payı ruh sağlığına yapılan harcamalar almaktadır. İbadetler genci manevi koruma altına alarak, gencin ruhunun genişlemesinde, fikirlerinin dağınıklıktan kurtulmasında, arzularının nezih bir hal almasında önemli rol oynaması sonucunda bireyin ruhi hastalık ile bunalımlarından kurtarılmasını sağlar.

6. Gençlik; kimlik oluşturma ve varlık sorgulamasının yaşandığı, akıldan ziyade hislerin hâkim olduğu bir dönemdir. Gencin duygularını istikametli bir şekilde kullanmasında en etkin rehber şüphesiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sünnet-i seniyyesidir.

7. Bir boşluk ve zaaf tanımayan “kemâl”in tezahür edebilmesi adına gencin dünyevi bir yükselişe endeksli hayat tarzı kurmasının aktif bir çöküş, tamamıyla dünyanın reddedildiği taassuba kaçan hayat tarzının inşa etmesinin de pasif bir çöküş olduğu bilinmelidir. Bu minvalde genç, ibadetleri ile dünya ve ahiret arasında istikametli bir denge kurmuş olmaktadır.

8. Maddi ve manevi her türlü terakki ve tekâmülün iki ana esası; faydalı işler görmek ve zararlılardan uzak durmaktır. Amel-i salihler de takvayla muhafaza edilmelidir. Takva ve amel-i salih silahıyla donanmış bir genç insaniyetin en üst makamına çıkmaya namzettir.

9. Ümitsizlik kemalata giden yolda en büyük engeldir. Rahman ve Rahim olan Cenab-ı Hakk’a ibadetler vasıtasıyla yakınlaşan gencin dünyasında ümitsizlik hastalığı kaybolur.
10. Toplumun temel taşı ve geleceği olan gençlerin, dünya ve ahiret saadetine ulaşmaları yolunda ibadetler büyük önem arz etmektedir. Toplumun ibadetler konusunda gençlere destek olması gerekmektedir.


İnanç ve Gençlik Masası

1. Din bir imtihandır. Bu imtihan vasıtasıyla iyi ve kötü ruhlu insanları birbirinden ayırmak murad edilmiştir. “Her doğan kişi fıtrat üzere doğar.” (Keşfü’l-Hafa, II, 125) hadisinden anlaşılacağı üzere din duygusu fıtri, yani yaratılıştan gelen; yeme, içme, barınma, sığınma ve kendini güvende hissetme gibi tabii duygulardan biridir. Dinin kaynağı da Yüce Allah’tır.

2. Kemalin cemali dindir. Hem, din saadetin ziyasıdır, hissin ulviyetidir, vicdanın selâmetidir. Din mükemmelliğin güzelliğidir. Yani insandaki çekirdek halinde bulunan mükemmel sıfatlar ancak din ile hayat bulup güzelleşebilir. (Münazarat)

3. İman, Allah’ın istediği kulunun vicdanına, cüz’i ihtiyarını kullandıktan sonra bıraktığı bir nurdur. İman nuru vicdanın içyüzünü bütünüyle aydınlatır. İman nuru insanı aydınlattığı gibi, yaşadığı dünyasını da aydınlatır. Vicdanın aydınlanmasıyla varlıklara karşı bir tanışıklık, dostluk ve emniyet husule gelir. İman insanın vicdanında öyle bir güce dönüşür ki, o güçle her musibete karşı dayanabilir. Temel güven duygusunun en sağlam şekli imandır. Ve iman nuru, hayat alanını, şimdiki zamanın darlığından kurtarıp, geçmiş ve gelecek zamanları kuşatacak şekilde genişletir.

4. İnsan sadece bedenden ibaret olmadığı gibi, diğer yaratılmışlardan farklı bir ruh ve akıl yapısına sahiptir. Bu ruh yapısı insanın oksijen, su, yemek gibi maddi ihtiyaçlarının yanında manevi ihtiyaçlarını da kaçınılmaz yapmıştır. Bu açıdan insan inanma, güvenme ihtiyacı hisseder. Dağdağalı dünya hayatında çok aciz ve fakir olduğunu idrak eden insan kendisinden daha büyük, daha güçlü, daha zengin bir varlığa inanma ihtiyacı duyar.

5. Ahirzaman tahribatının en büyük muhatabı olan gencin akıl, kalp, vicdan, ruh ve hissiyatlarını istikamette tutacak olan; onu hapishanelerden meyhanelerden ve hastanelerden kurtaracak olan nur-u imandır.

6. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:” Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik. Ancak, iman edip salih ameller işleyenler müstesna. Onlar için devamlı bir mükâfat vardır.” buyurmuştur. (Tin Suresi; 3-4) Basit bir eşyanın, bir çiçeğin, bir hayvanın zayi olmasına, perişan olmasına tahammül edemeyen insanın, en mükemmel şekilde yaratılan hemcinsinin esfel-i safiline, Cehenneme yuvarlanışına kayıtsız kalması elbette mümkün değildir. Şuur sahibi bir genç, Zübeyir Gündüzalp’in dediği gibi: “Teessür ve ızdırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince paramparça olması lazım gelirdi” demelidir.

7. Gençliğin alacağı eğitimin başında din eğitimi gelir. Din eğitiminin özü ve temeli ise iman eğitimidir. Zira iman dinin ruhu ve hayatıdır. Bediüzzaman: “Din hayatın hayatı, hem ruhu hem esası, ihyay-ı din ile olur, bu milletin ihyası...” diyerek buna işaret etmiştir.

8. Gençlik yıllarında insanda akıldan ziyade his ve heves hükmeder. His ve heves ise kördür, akıbeti görmez veya görmek istemez. Bu his ve hevesat hazır lezzetleri, ileride verilecek daha büyük ve daimî lezzetlere tercih eder. Cenâb-ı Hak bir ayet-i kerimesinde “Onlar severek dünya hayatını âhiret hayatına tercih ederler” buyurarak bu dehşetli hâli nazara vermektedir. Yani, elması elmas bildiği halde, bilerek camı elmasa tecih etmektir. Halbuki, Said Nursi, “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” diyerek hakikati göstermiştir.

9. Her yazın bir sonbaharı ve kışı olduğu gibi, elbette gençlik yazının da bir ihtiyarlık sonbaharı ve ölüm ise kışı olacaktır. Bundan kaçıp kurtulmanın hiçbir şekilde imkânı yoktur. On beş yirmi senelik gençliğin taşkınlıklarıyla dünya ve âhiretini berbat etmektense, onu iman ve itaat dairesinde geçirmekle ebedî bir gençliği kazanma şansı elde edilebilir. “Dünya ve âhirette ebedî ve daimî bir süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (asm) kendine rehber etmek lâzımdır” ikazını yapan Bediüzzaman, bilhassa gençlere “Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz” ölçüsüyle, iki cihandaki saadetin nasıl temin edileceğinin de yol haritasını göstermiştir.

10. “İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanane davranıp, her cihetten hücum eden bu tehlikelere karşı Risale-i Nur'un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılıçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa o biçare genç, hem dünya istikbalini ve mes'ut hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bakiyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder. Eğer terbiye-i Kur'âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes'ut bir Müslüman ve sair zihayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.”


Kültür, Sanat ve Gençlik Masası:

1. Tüketimin global boyut kazanması, hedonizm kavramının birçok insanın hayatını yönlendirmesi, çoğulculuğun toplumsal hayatta etkisini yitirmesi ve binlerce yıldır süregelen bilgi aktarımının Osmanlı’dan Türkiye’ye geçiş sürecinde sekteye uğraması kültürel hayatımızı ciddi manada etkilemiştir. Tüm bunlar ve daha birçok etken toplum hayatında birçok güzel hasletin yok olmasını netice vermiş, sosyal hayatta bir sığlık, yüzeysellik baş göstermiştir. Aslında bize ait olan özellikler unutularak popüler kültür değerleri revaç bulmuş, bilhassa gençlik bu süreçte ciddi manada yara almıştır.

2. Yakın tarihimizde dayatılan resmi ideoloji halk tarafından benimsenmemiştir. Böylece insanın fıtratında olan sanatsal eğilimlerin engellenmesi ve izin verilenlerin ise toplum ve insan yapısına aykırı olması kültürel gelişimi durdurmuştur. Geçmişte var olan sanatsal birikim ile günümüz dünyası arasında sıkışan insanın sanatsal mahareti körelmiştir.

3. Sanat kendini tanıma yolculuğunda insanın “Allah’a ulaşma arzusu” olduğunda anlam kazanır ve sanat bu amaçla kullanıldığında insana kıymet katar.

4. Sanatın aslına döndürülmesinde fikir ve sanat çevrelerinin rolü önemlidir ancak yeniliklere daha rahat uyum sağlayabilen genç beyinlerin bu konu üzerine daha fazla çaba sarf etmesi gerekmektedir. Çünkü sanat alışılmışın dışına çıkma cesareti ister. Farklılıklara açık olmayı, heyecanı ve mücadele etme gücünü gerektirir. Sanatta atılımı eski kuşaklardan beklemek sürekli yenilenen bilgi toplumunda süreci ve ihtiyaç duyulan değişimi yavaşlatacaktır.

5. Bediüzzaman Kur’an-ı Kerim’in belirgin özelliklerini örnek aldığı gibi, şiirsel nesir üslubunu da kendine rehber edinmiştir. Edebiyatçıların konumları ve çalışmaları incelendiğinde Bediüzzaman’ın edebi konumu ve şairlik yönü muhakkak ki bin dört yüz yıllık İslami edebiyatın varisi, İslam-iman hakikatlerinin dellalı ve hakikat nâsiri, nâşiri ve şâiri olarak belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

6. Manayı cesede, lafzı elbiseye benzeten Bediüzzaman, elbiseyi bedene göre kesmek gerektiği halde, şairlerden çoğunun, tersine, elbiseye göre bedeni yontmaktan, manayı lafza kurban etmekten çekinmediklerini söyler ve neden sadece sanat kaygısına düşmediğini etkileyici ve uyarıcı bir şekilde ifade eder.

7. İnsanın temel gayesi, yaratılış maksadına uygun bir yaşam tarzını hayatına yansıtmasıdır. Sinema ve her türlü kültürel, sanatsal faaliyetlere de bu açıdan yaklaşılmalıdır.

8. Batı kaynaklı filmlerde heva her yönüyle hissedilmektedir. Batılı filmlerdeki “suretperestlik”, batılı tasvir gibi Kuran’a uymayan özellikler nedeni ile bu filmlere karşı dikkatli olunmalı ve bu nedenle Kur’ani bir bakış açısına göre filmler çekme gayretinde olunmalıdır.

9. Risale-i Nur temelli yapılacak film projelerine nüve olabilecek etkili ve nitelikli senaryolar kaleme alınmalıdır.

10. Bediüzzaman’ın sinemaya karşı tutumu Risale-i Nur eksenli olarak anlaşılmalı, sadece, Eski Said döneminde ara sıra sinemaya gitmesi nazara verilerek sinemanın içindeki gayr-ı meşruluklar meşrulaştırılmaya çalışılmamalıdır.


Siyaset ve Gençlik Masası:

1. Siyaset, farklı sınıflardan, etnik kökenlerden ve inanışlardan insanların oluşturduğu toplumların bir arada yaşamasını mümkün kılmak ödevini yüklenmelidir.

2. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş koşulları ve özel şartları öne sürülerek siyasetsizlik çeşitli isimlerle icra edilmiştir. Birinci meclisin tek listeli seçimlerle tasfiye edilmesiyle bu siyasetsizlik istibdata tebeddül etmiştir.

3. Said Nursi'nin siyasete ve devlete bir aygıt nazarıyla bakması ve siyasete insan hayatında yüzde birlik bir pay biçmesi, onun devleti ve siyaseti kutsallaştırmaya, siyaseti hayatının tek amacı haline getirmeye karşı duruşunun bir işaretidir. Zamanı, “imanı kurtarma zamanı” olarak tanımlayan Bediüzzaman, din ve vicdan hürriyetini tam anlamıyla muhafaza edecek, şeriatın ruhuna uygun hürriyetlerin önünü açacak demokrat zihniyete destek vermiştir.

4. Gençliğin, siyaset karşısındaki duruşu ve bakışı, Risale-i Nur perspektifinde demokrat bir zeminde olursa, vatan ve millete faydalı olma düsturunu yerine getirebileceği ve anarşizm gibi yersiz korkuları izale edebileceği ifade edilebilir.

5. Gençler, Bediüzzaman'ın “müsbet hareket” düsturu çerçevesinde düşünce dünyalarını zenginleştirmeli, doğru ve tehlikesiz bir siyasi anlayış belirlemelidir.

6. İslam ve din adına siyaset yapmanın tehlikelerine ısrarla vurgu yapan Said Nursi, Risale-i Nur eserlerinde özellikle Müslümanları “din adına siyasetten” menetmiştir. Dinin siyasete alet olmayacak derecede parlak ve umumi bir hakikat olduğunu söylemiştir.

7. Yönetim sisteminin asla bir saltanata ve istibdat kaynağına dönüşmediği Asr-ı Saadet, günümüz yönetim anlayışlarına ilham ve model olmalıdır. Seçim, hürriyet ve adalet olarak özetlenebilecek Asr-ı saadet modeli, Bediüzzaman Said Nursi için günümüzde meşrutiyet-i meşrua, din ve vicdan hürriyeti manasına tekabül etmektedir.

8. Gerçek meşrutiyetin İslamiyet’e uygun olduğunu müdafaa etmesine rağmen kendisini mürtecilikle itham edenlere karşı "siyaseti dinsizliğe alet yapan bazı adamlar, kabahatlerini setr (örtmek) için, başkasını irtica ile ve dinini siyasete alet yapmakla itham ederler" demiştir.

9. Bediüzzaman, beşeri sistemleri tamamen reddeden anlayışa karşı geliştirdiği siyasi çözüm stratejisine “ehvenüşşer” düsturuyla ölçü getirmiştir. Ehvenüşşeri terk etmek anarşiliği intaç edebilir.

10. Bediüzzaman Said Nursi, tek partili baskı döneminde tesis edilen resmi ideolojik anlayışa (Kemalizm) karşı çıkmıştır. Milli mücadeleye tam destek veren, daha sonra Birinci Meclisi de bu manada alkışlayan Said Nursi, sonradan tesis edilmek istenen sistemin bütün bu manalardan uzak olduğunu ortaya koymuş ve resmi ideolojiye karşı bir duruş sergilemiştir.

11. Asrımızın medeniyet anlayışında “Müslüman, çağa göre Kur'an'a bakmaz, Kur'an'a göre çağa bakar.” düsturunu kendisine mihenk kabul eden gençlerin, siyasete de Kur'anî bir bakış açısıyla bakması gerekmektedir.

12. Devlet yönetimi sivil ve milletin iradesinin belirleyici olduğu bir alan olmalıdır. Etnik farklılıklara bakılmaksızın bir adalet ve eşitlik anlayışı tesis edilmelidir. Bu tür kökleşmiş meselelere çözüm aranırken Risale-i Nur eserleri referans alınmalıdır.


Toplumsal Ahlak ve Gençlik Masası:

1. Akıl bazı hakikatlere ulaşsa da, hem külli olmadığından, hem de çok farklı etkilere maruz kaldığından hakikati tümüyle kavrayıp, evrensel hale getirebilecek kabiliyette değildir. Aklın işlevi; vahyin fıtratta uyandırdığı istidatları geliştirmek için bir yol bulmaktır. Yani, vahyin pratik hayata aksettirilmesi noktasında, Esma-yı Hüsna’yı ve sünnet-i seniyyeyi anlayıp, yaşantıya dökmektir.

2. Her ne kadar biyolojik manada Darwin teorisi çökmüş olsa da, sosyal Darwinizm, yani güçlü olanın ayakta kalması ilkesi, gerek bireylerde, gerekse toplumun tüm kesimlerinde hala ciddi manada hüküm sürmektedir. Kapitalizm ve bunun sebep olduğu komünizm gibi beşeri felç eden tüm sistemlere karşı, zekat emri ve faiz yasağı başta olmak üzere, sünnet-i seniyye endeksli bir vahiy medeniyetinin prensipleri benimsenmelidir.

3. İnsanlar toplu halde yaşamak zorunda olduklarına göre, toplumun ahlakını, bireylerin ahlakı belirleyecektir. Ki, tepeden inmeci bir yöntem yerine, tabandan başlayan bir yolun benimsenmesi isabetli olacaktır. Toplumdan ziyade bireyi esas alan, bireye öncelik veren bir sistem bulunmalıdır. Çünkü toplumdaki ahlaksızlığı kaldırmanın en iyi yolu, şahsi ahlaksızlığımızı tedavi etmekten geçmektedir. Örneğin, dinleyen kulaklar olmazsa gıybet, bakan gözler olmazsa müstehcenlik olmayacaktır. Bu yüzden, ilk emir kendi nefislerimizin ıslahıdır. Ve yine bu yüzden tesettür emri, mümin erkeklerin gözlerini haramdan korumalarını emretmekle başlar.

4. Ahlaksızlığın toplumda yaygınlaşmasının nedeni, bireylerin kendileri ahlaklı olsa da, günahlara karşı tepkisizlikleri, onları normalleştirip kabul edilebilir görmeleridir. Bu sebepten ötürü, ilk etapta günahlara karşı tepki verilmeli ve kademeli olarak gelen bozulmalara karşı dikkatli olunmalıdır.

5. Ahlakın kaynağı,
a. Kitab-ı kebir-i kâinat,
b. Kitab-ı kebîrin âyet-i kübrâsı olan Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü Vesselâm,
c. Kur'ân-ı Azîmüşşan,
d. Vicdandır.

6. His ve heves hükmetmeye başladığında, “elması elmas, şişeyi de şişe bildiğimiz halde şişeyi elmasa tercih etmek” gibi bir durumla karşı karşıya kalırız. Aklın hiçbir işlev görmediği böylesi bir durumda, “haram lezzetler içindeki elim elemler görülerek” tedbir alınabilecektir. Tıpkı, Eskişehir hapishanesinde liseli kızları görüp, onların ihtiyar hallerini ve bir kısmının kabirdeki azaplarını müşahede ederek ağlayan Bediüzzaman gibi.

7. Fıtratın istikamet üzere sarf edilmesinde, nefsin inadının kırılması, onun kontrol altına alınması büyük önem taşımaktadır. Bunun yolu ise, nefse daima acizliğini hatırlatmaktan geçmektedir. Ölüm düşüncesi, hastalık ve musibetler gibi insana aciz olduğunu hatırlatacak her vesile ile nefis mücadelesi sürdürülmelidir. Hasta gençler için “sıhhat hastalığından hastalık sıhhatine geçişin” mantığı anlatılmalıdır.

8. İstikamet demek, az ya da çokluktan ziyade, fıtratın hangi yöne sevk edildiğiyle ilgilidir. Diğer bir ifadeyle fıtratta cemal ve celalin dengelenerek, kemale ulaşılabilmesidir. Bu yüzden namazın her rekâtında sırat-ı müstakime bizi iletmesi için Allah’a yalvarıyoruz. Ve sırat-ı müstakim isterken aslında, Allah’tan bizi ahlak-ı İlahiye ile ve ahlak-ı Peygamberî ile ahlaklandırmasını istiyoruz.

9. Cüz-i ihtiyarisiyle terakkisini temin etmek için, duygularına fıtraten had konulmayan insan; doymak bilmeyen arzulara ve bitmek bilmeyen korkulara sahiptir. Bu sebepten ötürü de, ‘muamelatta zulüm ve tecavüzler vukua gelir.’ Yani trilyonları olan bir insan, o parayı hiçbir zaman tüketemeyecek olsa bile, yine de birkaç lira daha fazla kazanabilmek için, çok kişinin sıkıntıya düşmesine sebep olur. Bunun sebebi fıtratındaki duyguların sınırsızlığıdır.

10. Had konulmadığı için, şeriat devreye girer, haram ve helaller ile sınırları çizer. Tasarrufatı tamamen senin eline bırakmaz. Sana emaneten verdiklerini satın almak ister, yani O’nun adına çalıştırılmasını emreder. O’nun terbiyesiyle, istikamet dairesinde işlettirilmesini ister, insanı ahlaka davet eder.

11. Nasıl bireyler toplum ahlakının inşasında etkili ise, toplumun da bireylerin ahlakının inşasında etkisi vardır. Bu yüzden hem hayır yönünde, hem şer yönünde bir döngüden söz edilebilir.