Göklerdeki ve yerdeki bütün canlılar sâdece Allah’a secde eder
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Nahl Sûresi 45-50. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
45-Peki (peygambere) kötülüklerle tuzak kuranlar, Allah’ın, kendilerini yere batırmasından veya anlayamayacakları bir yerden kendilerine azâbın gelivermesinden emîn mi oldu(lar)?
46-Veya dönüp dolaşırlarken (azâbın) kendilerini yakalayıvermesinden (mi emin oldular)? Hâlbuki onlar, (Allah’ı) âciz bırakıcı kimseler değillerdir.
47-Veya (azâbın) kendilerini korkuta korkuta (azar azar) yakalamasından (emîn mi oldular)? Artık şübhesiz ki Rabbiniz, elbette Raûf (çok şefkat eden)dir, Rahîm (çok merhamet eden)dir.
48-(Onlar) Allah’ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi ki, onun gölgeleri (dahi) Allah’a secde ediciler ve zilletle boyun eğenler oldukları hâlde sağ ve sol (taraflar)a dönerler!
49-Hâlbuki göklerde olan ve yerde bulunan hareket eden bütün canlılar ve melekler, büyüklük taslamadan sâdece Allah’a secde eder.(*)
50-(İnsanların ve cinlerin bir kısmı hâriç, herşey) üzerlerinde (hâkim) olan Rablerinden korkarlar ve ne emrolunurlarsa yaparlar.(**)
(*)Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîm’deki on dört secde âyetinin üçüncüsüdür.
(**)“Ey hakāreti (küçüklüğü) içinde mağrur ve mütemerrid (inadcı) ve ey za‘f ve fakrı içinde serkeş ve muannid (inadcı) olan cin ve ins! Nasıl cesâret edersiniz ki, isyânınızla öyle bir Sultân-ı Zîşân’ın evâmirine (emirlerine) karşı geliyorsunuz ki; yıldızlar, aylar, güneşler emirber neferleri (emir dinleyen askerleri) gibi emirlerine itâat ederler! Hem tuğyânınızla (taşkınlığınızla) öyle bir Hâkim-i zü’l-Celâl’e karşı mübâreze ediyorsunuz (karşı geliyorsunuz) ki, öyle azametli mutî‘ (çok büyük itâatkâr) askerleri var; farazâ (meselâ) şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler (taşlayabilirler)!
Hem küfrânınızla (nankörlüğünüzle) öyle bir Mâlik-i zü’l-Celâl’in memleketinde isyân ediyorsunuz ki, ibâdından ve cünûdundan (kullarından ve askerlerinden) öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlûkları, belki farz-ı muhâl olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-i kâfir (düşman) olsa idiniz, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şüvazlı nühasları (kızgın ma‘denleri) size atabilirler, sizi dağıtırlar!” (Sözler, 15. Söz, 49)