Güney Sudan’da iç savaş ve barış süreci
2011’de Sudan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Güney Sudan’ın istikrara kavuşacağı düşünülürken bölgede yaşanan örtülü Amerikan-Çin rekabeti buna izin vermedi.
Afrika’nın en uzun iç savaşlarından birini yaşamış olan Sudan’da çok sayıda insan hayatını kaybetti ve göç etmek durumunda kaldı. İç savaş sebebiyle siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar yaşayan Sudan’daki bu durum, bölge ülkelerini de ciddi anlamda etkiledi. İç savaşın tarihi arka planına bakıldığında İngilizlerin bölgedeki sömürgecilik faaliyetlerinin yatmakta olduğunu söylememiz mümkündür. Sudan’ın kuzeyini Arap-Müslüman, güneyini ise Hristiyan-Animist şeklinde kamuoyuna lanse eden Batı emperyalizminin yaklaşımları, Güney Sudan’ın Sudan Cumhuriyeti’nden ayrılma sürecini de tetikledi.
2011’de Sudan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Güney Sudan’ın istikrara kavuşacağı düşünülürken bölgede yaşanan örtülü Amerikan-Çin rekabeti buna izin vermedi. Merkezi hükümete karşı uzun yıllar savaşmış olan Güney Sudanlılar, bağımsızlıkla birlikte daha büyük sorunlarla karşı karşıya kaldılar. Sudan’ın bölünmesi yetmezmiş gibi, bağımsızlığın hemen ardından Güney Sudan’da başlayan etnik temelli iç savaş, Batılı devletlerin “böl-parçala-yönet” siyasetini de gün açıkça ortaya koydu. Güney Sudan’ın sahip olduğu doğal kaynak ve zenginlikler elinden alınmak istendi ve halkı da yoksulluk ve ölüme mahkum edildi. Fakat Sudan Cumhuriyeti’nin de önemli katkılar sağladığı barış süreci, Güney Sudan’da iç savaşın nihayete ermesini sağlamakla birlikte, bölge ülkelerinin de üzerinde mutabık kaldığı bir istikrar ve birlikte yaşama idealinin yeniden tesis edilmesi bakımından Batı kaynakları sömürgeci politikalara karşı ciddi bir ders niteliğinde.
İngilizlerin Sudan’ı işgal ve sömürü dönemlerinde -Afrika’nın çoğu ülkesinde yapmış oldukları gibi- ihtilaflı sınır çizimleri siyasi anlaşmazlıklara sebep oldu. Sudan ve Güney Sudan arasındaki anlaşmazlıkların bağımsızlıkla birlikte çözümleneceği düşünülürken bu durum daha da ciddi sorunlara yol açtı. 1898’de Sudan’ı işgal eden İngilizler, güneyde hayata geçirdikleri “kapalı bölge” sistemiyle bölge halkını, kuzeyden ayrıştırmaya çalıştı ve misyonerlik faaliyetlerini yoğun bir şekilde sürdürdü. İngilizlerin, sosyo-kültürel zenginlikleri “farklılık” olarak sunması ve bölünmeye sebebiyet vermesi “kuzey-güney” ayrımını da beraberinde getirdi. Bu yöndeki çabalara rağmen 1924’te başlayan bağımsızlık hareketleri kuzeyli-güneyli, Müslüman-Hristiyan demeden Sudan halkı tarafından topyekun desteklendi.
1 Ocak 1956 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Sudan’da, General Abud döneminde, Güney Sudanlıların siyasal katılım ve temsili bakımından uygulanan yanlış politikalar siyasi ayrılıklara zemin hazırladı. Zaten Abud idaresinin sonunu da Güney Sudan’a yönelik uyguladığı yanlış politikaların getirdiği söylenebilir. Güney Sudanlılar, ilk olarak siyasi bir hareket olan “Sudan Afrika Ulusal Birliği” (SANU)’ni kurdular, daha sonra da Sudan Halk Kurtuluş Hareketi'nin öncüsü olarak kabul edilebilecek silahlı bir hareket olan “Anya Nya” hareketini başlattılar. William Deng ve Aggrey Jaden arasında ikiye bölünen Güney Sudan siyasi hareketinin bir tarafı merkezi hükümete karşı ılımlı bir tavır sergilerken, diğer taraf daha sert bir tutum takındı ve 1965’e gelindiğinde ilk silahlı çatışmalar başladı. Numeyri’nin 1965’te iktidara gelmesiyle birlikte, Güney Sudan’a yönelik daha olumlu ve yapıcı politikalar izlenmeye başladı. Kuzey ve güney arasında oluşturulan suni ayrım ve gerginliğin bilincinde olan Numeyri, elini taşın altına koyarak ortak yaşama ülküsünü hayata geçirmek amacıyla Anya Nya’nın lideri Joseph Lagu ile bir araya geldi. Müzakerelerin ardından Mart 1972’de Addis Abeba Antlaşması imzalandı ve Güney Sudan’da bölgesel bir hükümet kurulması kararlaştırıldı. Fakat Sudanlılar arasındaki gerginlik dış müdahalelerin de etkisiyle yeniden tırmandırdı. Numeyri iktidarına karşı hem siyasi hem de askeri olarak teşkilatlanan Güney Sudanlılar, John Garang liderliğinde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi/Ordusu (SPLM/A)’sunu kurduklarını ilan ettiler. İslâm’ın bölgede yayılmasından rahatsızlık duyan ABD, İsrail ve Batılı ülkeler de güneydeki ayrılıkçı hareketlere açıktan destek verdiler. 1978’de başlayan siyasi gerginlikler, 1983’te SPLM/A’nın, güvenlik güçlerine saldırmasıyla birlikte iç savaşa evrildi. Garang, iç savaş süresince merkezi hükümetin uzlaşma çağrılarını geri çevirdi, bu durum Güney Sudan’daki siyasi hareketler arasında da bölünmelere sebep oldu.
Sudan'ın parçalanma süreci
1989’da iktidara gelen Ömer el-Beşir, güneydeki ayrılıkçı hareketlere karşı mücadelenin devam ettirileceğini ilan etti. Buna mukabil iç savaş süresince diyalog kapısı da her zaman açık tutuldu ve uzlaşma sağlanması için çalışmalar devam etti. 20 Temmuz 2002’de Güney Sudan’ın birleşme ve ayrılma hakkının tanınması için self-determinasyon kararı alındı ve Machakos Protokolü’nün imzalanmasıyla birlikte iç savaş sona erdirildi. Diğer SPML/A yöneticilerinin aksine güneyin bağımsız bir devlet olmasını düşünmeyen fakat zaman zaman yaşanılan ayrımcılıkların sona erdirilmesi için ideolojik ağırlıklı bir mücadele sergileyen Garang, el-Beşir tarafından Ocak 2005’te Sudan Cumhurbaşkanlığı birinci yardımcılığını görevine getirildi.
Yaklaşık 6 ay bu görevde kalan Garang, Sudan ve Güney Sudan arasında bir barış tesis edilmesi ve uzlaşının sağlanmasıyla birlikte şüpheli bir helikopter kazasında hayatını kaybetti. Sorunların çözüm yoluna girmesinin hemen akabinde Garang’ın bir helikopter kazasında ölmesi bütün dengeleri değiştirdi ve süreç tersine döndü. SPML/A’nın başına Salva Kiir’in geçmesiyle birlikte 9 Ocak 2011’de yapılan referandum sonucunda Güney Sudan, Sudan Cumhuriyeti’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Nihayetinde beklenen oldu, Sudan emperyalist projeler doğrultusunda parçalandı. Fakat 2013’ten 2018’e kadar Güney Sudan’da devam eden iç savaş, sorunların etnik ya da dini temelli olmadığını açık bir şekilde ortaya koydu. Durum böyle olmadığı halde yaşanan sorunlar, uzun yıllar boyunca bir Müslüman-Hristiyan çatışması olarak takdim edilmişti. Fakat Batılılar, Güney Sudan’ı Hristiyan-Animist bir devlet olarak takdim etmelerine rağmen güneyde hala çok sayıda Müslüman yaşamakta. Aynı şekilde kuzeyde de Hristiyan ve Animistler mevcut. Ayrıca Güney Sudan’ın bağımsızlık ilan ederken “Sudan” ismini kullanması ve Arapça konuşması da büyük ölçüde Sudan’a hissettiği aidiyetin açık bir göstergesi. Emperyalizmin bölgedeki faaliyetleri Müslüman-Hristiyan ayırt etmeksizin ekonomik kaygılara göre şekillenmekte. Bu sebepledir ki aynı dili konuşan ve ortak kültür mirasına sahip Sudan halkı kavga eder hale getirilerek birbirlerine yabancılaştırıldı. Yani “Güney Hristiyan’dır kuzey ise Müslüman” söylemi gerçeği yansıtmıyor.
Güney Sudan, Sudan’dan ayrıldığı 2011’den bu yana bir türlü belini doğrultamamıştır. Enerji koridorlarının ve yer altı kaynaklarının büyük ölçüde Güney’de kalması yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Örneğin mevcut petrol yataklarının büyük bir bölümünün Güney’in sınırları içerisinde yer alması fakat Güney Sudan’ın petrol işleyecek teknolojiden yoksun olması, Sudan Cumhuriyeti’nde ağırlıklı olarak kullanılan Çin teknolojisine muhtaç kalınmasına yol açmıştır. Bu noktada Kuzey ve Güney’in birbirine ihtiyaç duyması doğrultusunda bölgede faaliyet gösteren ABD ve Batılı devletlerin Güney Sudan’da Çin’e karşı bir alternatif olarak ortaya çıkarak yeni pazarlar oluşturması ihtimal dâhilindedir. Yani ihraç yolları, rafineriler ve boru hatlarının Sudan Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalması önce ülkeyi bölmüş, daha sonra da her iki ülkeyi birbirine karşı bağımlı hale getirmiştir. Petrol zengini bir ülke olan Güney Sudan, yaşadığı sorunlar sebebiyle yoksulluk içerisine düşmüş ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Kuzey-Güney arasında bölünme sonrası baş gösteren sınır ve güvenlik sorunları da söz konusu süreci hızlandırmıştır. Ekonomik gelirlerinin % 98’ini petrolden elde eden Güney Sudan’ın yaşadığı iç savaş ve sınır anlaşmazlıklarıyla birlikte petrol üretimini bir süreliğine durdurması ve kuyuların kapatılması ciddi sosyo-ekonomik sorunları da beraberinde getirmiştir. Her iki ülke arasında saldırmazlık anlaşması imzalanmış olmasına rağmen kuzey ve güney sınırında yer alan Güney Kordofan, Mavi Nil ve Hiclic gibi bölgelerde çıkan çatışmalar büyük sorunlara yol açmıştır. ABD ve Çin’in bölgeye yönelik örtülü müdahaleleri yaşanan sorunları daha da karmaşık bir hale getirmiştir.
Afrika'nın sorunları için Afrika inisiyatifi
Güney Sudan Devlet Başkanı Kiir’in, yardımcısı Riek Macher’i Temmuz 2013’te görevden almasıyla birlikte Macher ve ona bağlı kuvvetler iddialara göre bir darbe girişiminde bulundular. Macher’e bağlı kuvvetlerin özellikle petrol açısından oldukça zengin olan Unity ve Jonglei gibi kuzeyde yer alan eyaletlerde kontrolü ele geçirmeleri, siyasi bir mücadele olarak başlayan sorunların, ülkedeki iç dinamiklerin de etkisiyle birlikte iki büyük kabile olan Dinka ve Nuerler arasında etnik temelli bir iç savaşa dönüşmesine sebep oldu. Kiir ve iktidarı elinde bulunduranların Dinkalara, Macher ve çevresindekilerin ise Nuerlere mensup olması çatışma ve kavgaların topyekun bir etnik savaşa dönüştürülmesine kapı araladı. Güney Sudan’da yaşanan iç savaşın arka planına dair bir değerlendirme yapıldığında, ABD, İsrail, Çin, Almanya, Kanada ve Norveç gibi ülkelerin bölgede büyük yatırımları ve ekonomik faaliyetleri olduğu dikkate alınmalı.
İç savaşın özellikle petrol bulunan Muglad Havzası’nda yoğunlaşması, bölgede ABD ve İsrail’in Çin ile örtülü savaşını akıllara getiriyor. Söz konusu dinamikler, iç savaşın asıl sebebinin bir siyasi ve etnik mücadeleden çok emperyalist devletler ve küresel şirketlerin enerji koridorlarını paylaşım savaşı olduğunu düşündürüyor. Öte yandan komşu ülkelerin de Güney Sudan’daki iç savaşa dolaylı olarak müdahil olması bölgedeki siyasi sorunları daha da derinleştirdi. İç savaş ve istikrarsızlık bölge ülkelerini de doğrudan etkiledi. Bu süreçte Afrika ülkeleri, mevcut sorunları çözmek için harekete geçerek inisiyatif kullandı ve kendileri yeni çözümler üretmeye çalıştı. Sudan, Etiyopya, Kenya ve Uganda gibi komşu ülkelerin ciddi katkılar sağladığı barış sürecinin başlatılmasından sonra Temmuz 2018’de ateşkes sağlandı, Kiir ve Macher iç savaşın sonlandırılması konusunda mutabakata vardı.
Netice itibarıyla Eylül 2018’de Sudan Cumhurbaşkanı el-Beşir ve Uganda Devlet Başkanı Yoweri Museveni’nin himayelerinde yeniden başlayan barış görüşmeleri, Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da sonuca kavuşturuldu. 33. Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi (IGAD) devlet ve hükümet başkanları toplantısında bir araya gelen Kiir ve Macher, 12 Eylül 2018’de bir barış antlaşması imzalayarak Güney Sudan iç savaşını sona erdirdiklerini ilan ettiler. Bu sonucun, Kenya ve Etiyopya üzerinden açılacak boru hatları vasıtasıyla Hint Okyanusu, Kızıldeniz ve Akdeniz’e taşınacak petrolden pay almak için istikrarsızlık ve iç savaşı Afrika Boynuzu’na da taşımak isteyen Batı ülkelerinin planlarının boşa çıktığı söylenebilir. Sudan'daki barış sürecinin yalnızca Güney Sudan’a değil bölgenin neredeyse tamamına barış rüzgarı taşıdığı ifade edilmeli. Nitekim aralarında çeşitli anlaşmazlıklar bulunan Sudan, Uganda ve Etiyopya gibi devletler söz konusu barış anlaşması çerçevesinde bir araya geldiler. El-Beşir, Museveni ve Etiyopya Devlet Başkanı Abiy Ahmed’in barış anlaşmaları çerçevesinde verimli bir diyalog kurması hatta bu diyaloğa Kenya’nın da katkı sağlaması, Doğu Afrika ülkelerinin Batılı devletlerin müdahalesine gerek kalmadan kendi aralarında sorunlarını çözümlemelerinin de yolunu açacak.
Güney Sudan’daki güvenlik sorunları ve iç savaş, Eylül 2018 itibarıyla son bulmuş görünüyor. Şimdi sırada Güney Sudan’da iç istikrarın ve ekonomik kalkınmanın sağlanması var. İç savaş ve bölünme tehlikesi sebebiyle ekonomisi de ağır darbe alan Güney Sudan dünyanın en yoksul ülkeleri sıralamasında başı çekmesine karşın askeri harcamalar kamu harcamalarının yaklaşık yüzde 7,4’üne tekabül ediyor. Kişi başına düşen milli gelirin 246 dolar olduğunu göz önünde bulundurursak askeri harcamaların yıllık 6 milyon doları bulması ciddi ekonomik sorunlara kapı aralıyor. Dolayısıyla orta büyüklükte bir Avrupa ülkesiyle kıyaslandığında Güney Sudan’ın ekonomisi içerisinde askeri harcamalara ayrılan payın oldukça yüksek olduğu ifade edilebilir. Ülkede hala en az 270 bin çocuk açlık riskiyle karşı karşıya. 20 bin çocuk yıl sonundan önce yetersiz beslenme sebebiyle hayatını kaybedebilir. Bu durum Güney Sudan'ın devlet bütçesini öncelikle olarak bu konulara ayırmasını elzem kılıyor. Bu süreçte Türkiye’nin bölgeye yönelik gerek kamu (TİKA, YTB vb.) gerek sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla gerçekleştireceği insani ve sosyal yardımlar ile kalkınma desteğinin de Güney Sudan açısından hayati önemi olduğu ifade edilebilir.
Taraflar arasında imzalanan barış anlaşmasının yaşanan bazı uyuşmazlıklar sebebiyle başarıya ulaşıp ulaşamayacağı yönünde süpheler bulunsa da durum endişe edildiği olmadı dış bir müdahaleye fırsat vermeden sorunları kendi aralarında çözüme kavuşturmaya çalışan Güney Sudanlılar, barış için adeta kucaklaştılar. Muhalif lider Macher, başkent Juba’ya geri döndü ve Devlet Başkanı Kiir ile el sıkıştı. Ülkesindeki barış kutlamalarına katılan Macher; “Bazılarının bizim muhalefet olarak barışı istemediğimiz yönündeki zanlarına karşı bugün bu kutlamalara gelmem gerekiyordu. Bizler barışın yanındayız ve Güney Sudan’a barışı getirmek için güçlü bir siyasi irademiz var. Anlaşmayı sizin için, uzun savaştan dolayı yorgun düşmüş halkımız için imzaladık” diyerek nihai bir barışın sağlanmasında kendisine uzatılan eli geri çevirmemiş oldu. Devlet Başkanı Kiir’den siyasi tutuklular ve esirlerin serbest bırakılarak 5 yıldır devam eden olağanüstü halin kaldırılmasını talepe den Macher, etnik farklılıkların bir köşeye bırakılarak milli bir ordunun kurulması için çalışacaklarını ifade etti. Kiir ise iç savaşın Güney Sudan halkı üzerinde yol açtığı psikolojik ve duygusal yaralar nedeniyle derin bir pişmanlık duyduğunu ifade etti. “Sebep olduğumuz her şey için tüm taraflar adına sizden özür dilemek istiyorum” diyen Kiir’in bu tavrı takdirle karşılandı.
Güney Sudan’da barışın sağlanması, bölgedeki sorunların Batılı güçlere ve dış müdahalelere fırsat tanımadan “barış ve uzlaşı” içerisinde çözümlenebileceğini gösteren önemli bir örnek. Barış kutlamalarına katılan Mısır, Sudan, Etiyopya, Uganda ve Somali gibi ülkelerin liderleri ve üst düzey temsilcilerini aynı fotoğraf karelerinde görmek Afrika’da genel bir barış sürecinin işareti olarak yorumlanabilir.
[Tuğrul Oğuzhan Yılmaz Afrika Koordinasyon ve Eğitim Merkezi’nde (AKEM) araştırmacı olarak çalışmaktadır]
AA
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.