Himmet UÇ
Güzellik Üzerine
"Güzelliğin standardı olur mu?" yazısı Yeni Şafak Gazetesinde 20 Haziran günü yayınlandı. Gökhan Özcan arkadaşımızın yazısının konusu güzellikle dolayısıyla estetikle ilgili. Benim de bastırmaya çalıştığım ve Türkiye'de kimsenin yazmadığı bir kitabı derhatır ettirdi.
Güzellik konusunda bir standart var mı yok mu diye sorgulayıcı bir cümle ile eserini isimlendirmiş. Güzellik dinin, sanatın, estetiğin, mimarinin, edebiyatın, şiirin, romanın hepsini ilgilendiren bir kavram. Kur’an'da güzel konusunda beyanlarda bulunmuş Allah-ı Zülcelal. Bir ayette "ben arzı güzel yarattım siz o güzelliklere bakarak güzel şeyler yapasınınız diye" buyuruyor.
İnsana "ahsen-i takvim" demiş kitabımız yani en güzel sirette yaratılmış. Ahsen dediğine göre ahsen en güzel anlamında demek, daha aşağı güzellikler var. İnsan sanatın en güzel canlısı. Yaratan da öyle diyor. Güzelliğin standartları var bunlardan biri tenasüp yani uyum. İnsanın bütün azaları birbiri ile uyum içinde adeta bir piyano gibi, her bir aza veya tuş umumi görüntüyü bozmuyor. Arkadaşımız daha çok ticari bir zihniyetin gereği olan güzel üzerinde durmuş, sorgulayıcılıktan kabullenme alanına girmemiş üslubu gereği.
Hz. Yusuf o kadar güzeldir ki panayırlarda, esir pazarlarında seyircilere arzedilir. Züleyha da orada ona vurulur ve eve köle diye alır. Ama güzellik şaşırtıcı olduğu için Yusuf’un başına gelenler, Züleyha’nın delice durumları Kur’an’ı bir ilahi roman ile başbaşa koymuş. Mısırlı kadınlar, Yusuf’u görünce ellerini kesmişler meyve yerine. Demek belli bir standarttaymış Yusuf’un güzelliği. Hz. Aişe buyurmuş ki, “Yusuf’u görenler ellerini kestiler Muhammed’i (asm) görselerdi kalpleri dururdu.”
Mikelanj, Musa heykelini yapmış. Hz. Musa’nın dağdan döndüğünde ümmetinin Allah’ı anlayamayıp bir buzağıya taptığı anı temsil eden heykel "Mikelanj’ın Musa’sı" diye iştihar etmiş. Hz. Musa heykelinin karşısında “Konuşsana be adam" demiş. Gerçekten güzel denecek bir heykel. Bizde yasak ama eski Yunanda daha sonrada kadın ve erkek heykelleri yapılmış. Ama yine de güzellik sevdasından.
Hz. İsa’nın çarmıha gerilme sahnesi de güzel olarak telakki edilmiş. Dindar Hristiyanlar onları evlerinin bir köşesinde sergilemiş ve nebilerinin faciasına hep ağlamışlar. Allah, Resullullahı (asm) bu facialardan korumuş, en acı oyunlarda onu saklamış, öyle ya habibi. Hazreti İsa’nın çarmıhtan indirilişi ile ilgili iki resim yapılmış onları da yerli yerindelik kuralına göre estetikçiler değerlendirmiş.
Yahya Kemal İstanbul’un güzelliklerine hayrandır, ona bir aziz gibi seslenir: "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.” Bediüzzaman da İstanbul için "dünya güzeli" der. Nedim, İstanbul Kasidesi'nde “Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında hurşid-i cihantab ile tartılsa sezadır” demiş. O kadar güzel ki Fatih’e gelinceye kadar bir çok kuşatmaya sahne olmuş ama bizim Fatih’imiz onu fethetmiş. 450 bin asker bir o kadar sure-i Fetih okumuş. Son saldırıda elimize gelmiş o güzeller güzeli şehir. Şehrin kapısından Topkapı’dan girerken seccadesini sermiş ve şükür namazı kılmış Fatih’imiz. Bir sofu "bizim duamızla oldu padişahım" demiş o da “tamam sofu kardaş ancak bu kılıcın hakkını da unutma” demiş. Keşke ben de orada olsaydım. Ne anladım bu helaket ve felaket asrından.
Güzelliğin yasaları var tabii. Bütün vücutta güzelliğin ahengini bozan bir şey yok, Allah hepsini uyum içinde yaratmış. Bir papatyanın yaprakları arasında simetri ve ahenk var. Yunus, Allah için “her nereye baksam dopdolusun seni nere koyam benden içeri" demiş. Güzellik onu şaşkına çevirmiş. Secde aslında O’nun güzelliklerinin bizi şaşkınlığa itmesi ama o şaşkınlığın sükunete dönmesi için icad edilmiş. Başını secdeye koyduğunda Kabe’den nebean eden zülal-ı safiyeden senin ruhuna gelir mukaddes sular sen de sakinlersin. İnsan gözü güzellikleri farkedecek şekilde yaratılmış. Baktığımız şeyin kaba mı güzel mi çirkin mi olduğunu hemen bize söyler gözler.
İnsanlar güzelliği ticarileştirmiş, ama yine de onlar da ticari metaları birtakım güzellik prensiplerine göre yapmışlar. Ama gerçek sanat beklentisiz yapılan sanattır, Musa heykelini Mikelanj pazarlıktan sonra yapmadı. Büyük güzellikler meydana getirmiş atalarımız, ama biz bir estetik doktrin icad edememişiz. Sadece harika, çok güzel, fevkalade gibi izah edilmeyen cümleler kullanmışız.
Yazarımız iç güzelliğine dikkat çeker, bu ahlaki ve tasavvufi olsa gerek, iç güzellik cok farklı eylemlere göre oluşturulan bir güzellik, çok da metrik değil. Ama Resulullah evinin iki yanı başındaki Kureyşin azgınlarının evinin önüne çöplerini yığmasını hiç yadırgamamış, üzerine bırakılan deve leşini bile ağlayan Fatma’ya dönerek “üzülme kızım Rabbim beni koruyacaktır” demiş. Bu inanılmaz bir iç güzellik. Beşerin medar-ı fahri, peygamberlerin rüeasısı, Allah’ın habibi elbette iç ve dış güzellikleri Allah’tan almış onu Allah bezetmiş, güzelleştirmiş. Allah, "güzel olmak isteyen ona baksın" buyurmuş.
Kur’an bütün güzellikleri hasen, ahsen, muhsin kelimeleri ile karşılamış. Allah'ın isimlerini esmaül Hüsna diye ifade etmişler. Büyük milletiz ama ince işlerde yaya kalmışız. Bir Kant, bir Dekart ve batının büyük estetikçileri gibi insan çıkaramamışız. Biz nizam-ı alem için gelmişiz dünyaya, bakmamışız fani suretlere.
Hersanat dalı kendi içinde güzellik için bazı standartlar belirlemiş. Mesela resimde ve musikide, edebiyatta çokukta birlik ilkesi var. Yani güzelliği oluşturan üyeler arasında bir birlik sağlamak. Dünyanın güzellikleri çoklukta birlik ilkesine göre yerlerini almışlar. Sayısız olay ve nesnenin yerli yerine konması büyük bir estetik kuralı. Kainat çok sayıda nesne ve olaydan oluşuyor ama her biri yerli yerinde, güneş yukarda insan aşağıda, dağların yeri belli, denizler de öyle ama bir birlik oluşturulmuş hepsi arasında ve bütün güzellikler bir yerli yerinde olmaya göre dizayn edilmiş.
Dostoyevski "dünyayı güzellik kurtaracak" demiş. Orantı, simetri her güzel şeyde geçerli olan bir kural insan bedeninde de, bir elbisede de, bir otomobilde de cüzlerin birbirine oranları var. Yüzün güzel olması burnun orantıyı ve mesafeyi bozmamasına bağlı yani ne olursa olsun ister ticari, ister manevi, ister sanatsal güzelliğin kurallarına göre yerleştirilmesi gerekir.
Bir vesile sohbet ettik sayın yazar ama üzüldüğüm bir şey var. Batıda estetiğin ve güzelin teorisi ve uygulaması üzerine çok şey söylenmiş. Özellikle Kant, Hegel başı çekmişler. Bütün dünyada güzelin ne olduğu ve ne olması lazım geldiği hususunda çok ayrıntılı ve muşikafane yorumlar yapmışlar.
Ben lise yıllarında Bediüzzaman'ı tanıdım, bu büyük ama bahtsız adamın eserlerini inanılmaz bir iştiyakla okudum. Sözler isimli eserini bir günde okudum, çok kalın bir kitap. Bediüzzaman estetik ve güzel konusunda hem tanrısal hem beşeri hem de sanatsal büyük yorumlar yapmış. Ama ülkemiz sadece bir ırk yüzünden Türkleri mümtaz millet ondan sonra da Kürtleri mümtaz bir millet yapmışız. Bu meseleden Bediüzzaman karlı mı çıkmış, ırk penceresinden baktıktan sonra hiçbir şey çıkmaz. Dünyanın büyük ırkçıları Hitler’in, Musollini’nin arkasında gitmişler ama hiç biri büyük adam olamamışlar. Çünkü estetik dünyevilikten nefret eder, dünyevilik bulaşınca sanatın damarları kurur, atalarımız harika kitaplar yazmış isimlerini bile yazmamışlar.
Bediüzzaman'ın estetiği aslında Kur’an’ın işlenmemiş estetiğinin izahı durumunda, talebelerinin onun güzel konusundaki fikirleri ile uğraştıkları yok. Halbuki üstadları Kur'an'ın, dolayısıyla Risale-i Nur'un sanatla ve felsefe ile barışık olduğunu söyler.
Onun Dördüncü Şua isimli eserinde üzelle ilgili harika metinler var. Sadece bir örnek vereyim.
ALTINCI MERTEBE-İ NURİYE-İ HASBİYE:
Müfarakat-ı umumiye hengâmında olan harab-ı dünyadan haber veren âhirzaman hâdisatı içinde müfarakat-ı hususiyemi ihtar eden ihtiyarlık ve âhir ömrümde bir hassasiyet-i fevkalâde ile fıtratımdaki cemalperestlik ve güzellik sevdası ve kemalâta meftuniyet hisleri inkişaf ettikleri bir zamanda, daimî tahribatçı olan zeval ve fena ve mütemadi tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlukatı hırpaladığını, parça parça edip güzelliklerini bozduğunu; fevkalâde bir şuur ve teessür ile gördüm. Fıtratımdaki aşk-ı mecazî, bu hale karşı şiddetli galeyan ve isyan ettiği zamanda bir medar-ı teselli bulmak için yine bu Âyet-i Hasbiyeye müracaat ettim. Dedi: "Beni oku ve dikkatle manama bak!"
Ben de Sure-i Nur'daki اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ ilâ âhir... âyetinin rasathanesine girip imanın dûrbîniyle bu Âyet-i Hasbiye'nin en uzak tabakalarına ve şuur-u imanî hurdebîni ile en ince esrarına baktım, gördüm: Nasılki âyineler, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcıklar; Güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemalini ve o ziyanın elvan-ı seb'a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar ve teceddüd ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemal ve o güzellikleri tazeleştiriyorlar ve inkisaratlarıyla Güneş'in ve ziyasının ve elvan-ı seb'asının gizli güzelliklerini güzel izhar ediyorlar.
Aynen öyle de: Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemil-i Zülcelal'in cemal-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel esma-i hüsnasının sermedî güzelliklerine âyinedarlık edip cilvelerinin tazelenmesi için bu güzel masnu'lar, bu tatlı mahluklar, bu cemalli mevcudat, hiç durmayarak gelip gidiyorlar; kendilerinde görünen güzellikler ve cemaller, kendilerinin malı olmadığını, belki tezahür etmek isteyen sermedî ve mukaddes bir cemalin ve daimî tecelli eden ve görünmek isteyen mücerred ve münezzeh bir hüsnün işaretleri ve alâmetleri ve lem'aları ve cilveleri olduğunun pek çok kuvvetli delilleri Risale-i Nur'da tafsilen izah edilmiş. Burada o bürhanlardan üç tanesi, kısaca gayet makul bir surette zikredilmiştir, diye beyana başlar.
Buraya bir kısmını aldım bu bahis bir kitap olacak kadar geniştir ama güzelin estetik ve güzel felsefeleriyle ilgili bahisleri arasında bağlantılarla anlatılsa bu eseri bir kitap olacak kadar derinliklidir. Sohbet-i siyasiye ve dünyeviyeden kaçan Bediüzzaman siyasallaşmanın fikir dokusunu nasıl bozacağını biliyordu, bu yüzden şeytandan Allah’a sığındığı gibi siyasetten de Allah’a sığınır.
Menfi milliyetçiler daha ilkokul çağlarında çocukları bir iki satırlık siyasi fikirlerle kirletip ancak ömrünün sonunda neler kaybettiğini anlatacak duruma getirmiştir. Üniversite hocaları da böyle bir iki cümlelik siyasi kanaat yüzünden ünvanları var ama içi dar insanlar yetiştirdi. Talebeleri de siyaset kendilerine yasak olmasına rağmen sohbetinden geri kalmadılar bu yüzden Bediüzzaman’ı büyük yapan bahislerden uzak kaldılar.
Yine onun bir cümlesi ile bahsi kapatalım aziz yazar:
"Sani-i Zülcemal’in kendi Zat-ı Akdesine layık öyle hudsiz bir hüsnü cemali var ki bir gölgesi bütün mevcudatı baştan başa güzelleştirmiş ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki bir cilvesi kainatı serbeser güzelleştirmiş ve bütün daire-i mümkinatı hüsün ve cemal lemalarıyla tezyin edip ışıklandırmış." (Şualar 73)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.