Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Dio ve Karanın Hıyarları

Kendisi, kısaca Dio ismini kullandığı için biz de bunu tercih ediyoruz. "Dio ve Ordu'nun Dereleri" adıyla yazdığımız yazıda da bu arkadaşı böyle isimlendirmiştik.

Dio'nun bazı konuşmaları, sosyal medyada sürüme sokuluyor birileri tarafından. Bazen felsefe, bazen Kur'an, bazen de genel konularda serd-i kelâm ediyor, kendince parlak fikirler öne sürüyor, mantık cambazlıkları yapıyor bu arkadaşımız. Kur'an veya bazı âyetlerle ilgili kimi konuşmaları bizi düşündürdüğü gibi, bir o kadar da güldürüyor. Arkadaş kısa bir mealden yola çıkarak, ancak bir makale veya kitapla izah edilebilecek bir konuda Kur'an'ı, İslam'ı, dini, imanı sorgulamaya çalışıyor; bazen de hakarete varan küçümsemelerde bulunuyor. Söz konusu âyetin tefsir veya izahına bakabilse; maksada, makama inebilse, doğru zemine ve bilgiye ulaşacak. Fakat hemen tüm dinsizlerin yaptığı gibi yapıyor. Konuyla ilgili kitaplık bilgileri bir kenara bırakıp kısa yoldan maksadına ulaşmaya çalışıyor. Bunları yaptıktan sonra, yine tenkidini yapsa, ona bir şey demeyiz elbette. Bunu yapmıyor, yapmıyorlar, kısa ve maksadına uygun yolu seçiyorlar, tahrifat ve tahribat yolunu seçiyorlar.

Şimdi bu tiplerden birini dinliyorum geçenlerde yine. Şura Suresi'nin, mealinin içinde "Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun." cümlesi geçen 52. Âyetini almış, bak diyor, âyet burada peygamberin ateist olduğunu söylüyor. Kendine oradan bir pay çıkarıyor, ben de ateistim, peygamber de önceden ateistmiş zaten, ne var bunda, demeye getiriyor. Halbuki Peygamber Efendimizin nezih hayatının hiçbir döneminde, putlara yakınlaşma hiç olmamış. Âyette geçen 'bilmiyordun' fiili, "teferruatlı bir şekilde, Kur'an'ın anlattığı veya anlatacağı genişlikte" yani "efradını câmi, ağyarını mâni" şeklinde bilmiyordun, anlamında kullanılmış. Yine çakmış oluyordu bu ateist arkadaşımız böylece. Böyle işte. Kimisi bir âyetin kısa mealini, kimisi başka bir bahaneyi dinsizliğine medar yapıyor. İki dünyasını da berbat ediyor böylece.

Neyse biz, Dio'nun benim de çok beğendiğim bir tespitine, neticede başlığa gelelim. Dio, bir yumurtanın içinde olgunlaşmış, fakat gagasını vurup da çıkamayan, hâliyle boğulan bir civcive benziyor bazı konuşmalarında. Felsefî ve mantık cambazlığını tersine çevirip yumurtanın kabuğuna bir dokunması gerekiyor. Bu da biraz müşkil herhalde. Çünkü zihni idlâlle uğraşa uğraşa hidayet kabiliyetini kaybetmiş görünüyor. Diğer yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, biraz zor, ama yönünü hidayete çevirip övündüğü "izmin" örtüsünü kaldırabilse, az bir adım yetebilir onun için.

Sevgili Dio, Onuncu Sözde Üstad Said Nursi'nin yediği, içtiği, kullandığı şeylerin hakiki sahibini tanımadan hareket edenler için ifade ettiği "O adamlardan birisi, her istediği şeye elini uzatıp ya çalıyor ya gasp ediyor." cümlesinde geçen "çalmak" fiilini, tam da Said Nursi'nin anlatmak istediğinin tersi anlamda kullanıyor. Bir hakikati yakalamış ya da onu seziyor; fakat bunu doğru anlamada ve yorumlamada felaket yanılıyor.

Dio diyor ki "İnek ya da koyun, bizim için süt üretmiyor. Sadece yavrusu için üretiyor. Biz o sütü çalıyoruz sadece. Aynı şekilde ağaçlar da bizim için meyve üretmiyor. biz elverişli olanları seçiyoruz."

Bununla Dio: "Her şey, insana göre tasarlanmış. Her fiilin hedefinde insan var. Demek, bu akılsız, ilimsiz hayvan ve ağaçlar, insanı tanıyan ve bilen birinin emrinde çalışıyor ki insana hizmet ediyorlar. Yani kâinatta hükmeden bir gaye ve maksat kanunu var. Her şey bu kanunun doğrultusunda hizmet ettiriliyor." tezini çürütmeye çalışıyor kendince. Ama ne çürütme değil mi?

Hayvan sütü, sadece yavrusu için üretmiyor elbette. Diyelim ki öyle. Hayvanı tam vaktinde üretime göre dizayn edip sütten daha değerli olarak, şefkati o et yığınının kalbine kim, niçin yerleştirdi? Peynirinden yağına kadar, et ve süt ürünü, sadece hayvandan çalınan sütle yapılır mı arkadaş? Evet, yavru da sütü içiyor ama belli bir müddet. Ondan sonra yavru, başka bir besine yönlendiriliyor. Ve devam eden süt, insanın hizmetinde.

Hadi, onu geçelim. Kur'an'da tam bir nimet olarak isimleri geçen ve etinden sütüne, derisinden gübresine hiçbir şeyi israf edilmeyen bu hayvanlar, eti ya da yünü kimin için üretiyor peki? Etini yavrusu yemediği gibi, yününü de giymiyor. Yahu böyle bir mantık olabilir mi? Böyle ahmakâne bir yorum olabilir mi? Peki, tavuk yumurtasını niçin üretiyor o zaman? Tavuğun yavrusu yumurtayı yemediğine göre, tavuğu yumurtaya; yumurtayı da insana göre ayarlayan, dizayn eden kim? Deniz, balığı kim için besliyor? Sakın, balık balığı yiyor, demeyin. Yiyen balıklar da insana hizmet ediyor.

Çalmak fiilini doğru yakalamış arkadaş dedik ya. Bir çalma ,gasp var; ama bu, onun dediği anlamda, hayvandan başkasının hakkını çalma suretinde değil. Ya nasıl? Koyunu da sütü de yavruyu da harika şekilde dizayn edip birbirinin imdadına gönderen, bunların hakiki sahibi, nimetleri in'am eden olan Allah'tan gafletle, O'nu hatıra getirmeden aldığımız ve yediklerimiz bir hırsızlık sayılır, diyebiliriz ancak. Çünkü süt de et de yün de hepsi sana bakıyor. Demek bunların hakiki sahibi olan Allah, o hayvanı sana göre ayarlamış ki koca deveyi beş yaşındaki çocuk çekip yatırıp sütünü sağıp ona binebiliyor. Koca inek ya da öküzü kolayca istihdam edebiliyoruz.

Dio'nun ağaç yorumu da bunun gibi. Ağaç öylesine üretiyormuş da biz, bize göre olanı seçiyormuşuz. Ya arkadaş , ağaç akıllı mı durduğu yerde niçin üretsin ki? Üretti diyelim. İnsan bakmış, tadı bana göre; kokusu, rengi, dizaynı bana göre. Burada biz şunu soruyoruz. Bu fiilerin faili kim? Ağaç, bizi tanır mı, bizim burnumuzdan, dilimizden, ona olan ihtiyacımızdan haberdar mı? Bir fail arıyoruz arkadaş. Toprağın da Güneşin de havanın da ağzının da senin de benim de sahibi olacak, kâinatın sahibi olacak bir fail arıyoruz.

Daha önemli suallerimiz var Dio'ya. Her daim muhtaç olduğumuz ışığı, havayı, suyu kimden çalıyoruz acaba? Peki gözümüzü, böbreğimizi, kulağımızı nereden aldık, kimden çaldık? Yüzümüzü kim donattı arkadaş? Sahi ruhumuzu nereden hırsızladık ki acaba?

Hıyara yeni geldik. Bizim Erzurum'da malûm salatalığa hıyar derler. Toprak bu hıyarı, karpuzu, kavunu, patlıcanı kim için üretiyor acaba? Biz bunları yerken, kimden çalmış oluyoruz? Demek, karanın hıyarları bile bu mantık cambazını susturmaya yeter. Başka söze ne hacet?

Evet dostlar karanın hıyarları fazla aslında. Tefekkürün yanında biraz insaf ve akıl olmadan, hiçbir yaprak kıpırdamıyor anlaşılan.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum