Habibi Nacar YILMAZ
Düşünen Değil, Duran Düşer
Şahin Doğan kardeşin "Düşünen Düşer" diye bir kitabı çıktı. Bu yazıyı yazarken kitap daha elime geçmemişti. Ama elime geçince, o kitabı tanıtan bir yazı yazmaya çalışacağız.
Soğanı tarladan bedava alıyoruz. Ona ödediğimiz para, taşıma ve soframıza uzanan yolculuğunun bedeli. Az düşününce havaya, ışığa, taşıma ücreti dışında suya, soğandan daha kıymetli ve zarurî olmalarına rağmen, hiç para ödemiyoruz. Bunları düşünen ve hiç zahmet çekmeden burnunun önündeki hazır havayı, gözünün karşısındaki ışığı göndereni anlamaz mı, basiretiyle görmez mi, düşmemek için düşünemez mi?
Adam ışığın ne olduğunu, nasıl yayıldığını, hızını, kırılmasını, renklerini buluyor; keşfediyor, yani farkına varıyor. Fakat ışığın kaynağını inkâr ediyor ve bunun bir kaynağı olduğunu düşünemeyip düşüyorsa; ona cahil demez miyiz? Aynen öyle de yaratılanları görüp yaratanı bilmemek, bir yaratan olduğunu düşünememek de insanı düşürür. Ama bu düşme düşünmekten değil, düşünmemekten olur.Ama arkadaş, düşünen düşer, diyor
Evet, adam düşünmüş, çıldırmış, yani düşmüş. Biri, düşüne düşüne ölümü tatmak için, bileklerini keserek yavaş yavaş can vermiş. Bir başkası, başka türlü intihar etmiş. Ama bunlarınki düşünmekten değil, nasıl ve neyi düşüneceğini bilememekten. Yolunu bilmeyen gemiye, hiçbir rüzgâr fayda vermediği gibi, usulsüzlük de vusülsüzlüğü, o da böylece düşmeyi netice veriyor. Bunlar için, düşündü de düştü diyebilir miyiz? Hele hele düşünmeyi insandan şiddetle talep eden,hatta mükellefiyeti düşünme üzerine bina eden Rabbimiz, doğru düşüneni düşürür mü?
Fakat filozofların çoğu, usulsüz ve ölçüsüz düşününce, düşünce dünyasını, birbirini çürüten düşünce çöplüğüne çevirmişler. Bir hakikate dayanmayan düşünceler ise,hem kendilerini hem takipçilerini dramatik şekilde düşürmüş. İlâhî vahyin gölgesinde tefekkür edenler ise, düşünmeleri nispetinde, Hakka yaklaşmışlar. Hayat, insan, sanat ve kâinat onların kitabı olmuş; bunlar, durmamışlar ve düşmemişlerdir. Bir düşünce adamı, bunu şöyle anlatıyor."Vahye istinad eden her tebliğ, hakikattir. Bunlar, denizlerin derinliklerinde İnci; arzın derinliğindeki petrol, dağların sinesine serpilmiş gram gram altın... Düşünen kafalar lazım ki mantığın fabrikasını kursun ve bu cevherleri devşirsin."
Âlemlerin Rabbi deyince, aklıma geldi. "Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ederim." diyoruz günde kaç kere. Teşekkür ve minnettarlığını arz ettiğin Rabbini tanımak için, bu âlemleri bilmen, öğrenmen, onlar üzerine düşünmen gerekmez mi? Bir Müslümanın en büyük malzemesi ve onun yolunu açacak biricik ve en müessir merdiveni tefekkürdür. Yani düşünmektir ki bu, Kur'an'da çeşitli isimlerle anılır ve şiddetle teşvik edilir.
Bu tefekkürün de üç kaynağı var. Cenab-ı Allah, bu üç kaynakla bize kendini tanıtıyor. Birincisi Kur'an'ın şerhi, açıklaması olarak bakabileceğimiz mücessem Kur'an olan kâinat; ikincisi, Kur'an; üçüncüsü de maddî ve manevî hayatıyla Resul-ü Ekrem Efendimiz. Bu yönleriyle bütün âlem, makro ve mikro yönleriyle bitmez bir hazine gibi, okuyacağımız, üzerinde düşünce üretebileceğimiz kaynaktır. Diyebiliriz ki bu düşünceyi derinleştirdiğimiz için değil; ya terk ettiğimiz ya da ihmal ettiğimiz için düştük, düşündüğümüz için değil yani. Düşünen değil, duran düştü ve düşer.
Bu, aslında bir kanundur da. Duran, düşer; hareket eden bir denge bulabilir ve düşmez. Ama bu dengeyi de dengeli hareketine borçludur. Dengesiz hareket de düşürür. Semaya bakalım, sükûnetinde bunun en iyi örneklerini görürüz.
Düşünce derken, Kur'an'daki İnsan Suresi aklıma geliyor hemen nedense. Küfürle kafayı bozmamış, normal bir insanın bu Sureyi tefekkür edip de düşmesi mümkün olmadığı gibi, durması da mümkün değildir. Acilen tavsiye ederim.
Düşme meselesine çocuk örneği de verilebilir. Çocuk yürümeye başlayınca, annesine muhtaç olmayacağını sanır. Öyle ya o da yürüyor, kendisi de. Fakat düşmenin ilk acısını işte o anda tadar. Geçmişi ve geleceği, ezel ve ebedi kanatları altında olan Kur'an'ın geniş ve ihatalı bakışının serinlik ve şefkatine teslim olmayıp ben bunları kendim çözerim, benim de aklım var, diyenler; o çocuk gibi düşer. Yani düşmenin ilk adımı, nefsine ve aklına güvenmekten başlıyor.
İnsana verilen, ruhuna takılan akıl, irade, görme, bilme gibi kıymetli ölçücükler, küçük bir harita gibi, büyük bir hakikatten haber veriyor. Fakat küçük bir işaret olabilen haritanın kendini gerçek âlem zannetmesi gibi, insan da ateş böceği ışığı nispetindeki bu küçük ve nisbî ölçücüklerini, gerçek zannedip bunları kendine nispet ederse, benimdir, hakiki malımdır derse, düşmesinin ilk basamağına adım atmış olur. Bu düşüş "Ben kendime mâlikim." cümlesiyle başlar ve neticede insanı "Her şey, kendisine mâlik." noktasına, kendi de dahil, mevcudat adedince mâbud olduğu inancına götürür. İnsan Suresini size salık verdik. İnsan Penceresinden bir cümle ile sona doğru gidelim. "Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid insan olmak ihtimali var." Kendini okuyan, okuyabilen hiç düşer mi?
Evet dostlar, her zaman diliminde, maddî vücudumuz değişip yenilendiği gibi, mânevi alemimiz de değişiyor. "An"lar kadar insanız her gün. Her an düşebiliriz. Her "an"ımızı iman nuruyla aydınlatıp tecdidimizi yenilemezsek, düşebiliriz. Hem de en yükseğinde olsak bile. Düşmeme garantimiz yok. Ama düşünen,kendini yenileyen, bakımını yapan değil, kendisini yenilemeyen, yani duran, düşer.Şahin Doğan'ın kitabını da elimize geçince okuyacağız. O zaman daha iyi göreceğiz ki Şahin Bey düşüneni niçin düşürüyor, görmeye çalışacağız. Şimdilik düşenin ne zaman ve hangi halde düşebileceğini anlamaya çalıştık.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.