Habibi Nacar YILMAZ
Kalbin Fiili Niyet
Husûsen sabah namazlarından sonraki okumalarımızda meal de olur. Âyetlerin yarısından fazlasını, tefsirine bakmadan tam anladığımı söyleyemem. Bazı âyetlerin mealini ise, nurlardaki yeri ile karşılaştırdığımızda, daha farklı ve derin anlamlara ulaşırız. Mesela Tevbe suresinin 111. Âyetinin bu asra olan dersini, ancak 6.Söz'de tam verildiğini görürsünüz. Talim-i esma meselesi de öyle. Âdem Aleyhisselam'a isimlerin öğretilmesinin arkasındaki geniş ve derin sır, ancak 20. Söz'de izahına kavuşuyor. Yine 23. Söz'deki günahların sevaplara dönüşmesi meselesindeki "kabiliyet-i şerrin kabiliyeti hayra" dönmesi şeklindeki izah da hem farklı hem ayrı bir derinlikte. Böyle yüzlerce âyete daha bir başka açıdan bakmaya, derin mânalara ulaşmaya çalışırız.
Yine Dördüncü Söz'de geçen "Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu bir günde keser; bir kısmı da hayal gibi elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat eder." cümlelerinden sonra, "Kur'an-ı Hakîm iki ayeti ile bu hakikate işaret eder." dediği o iki âyeti buldum. Bunlar, Secde Suresinin 5. Âyeti ile Mearic Suresinin 4. ayetleri. Bu âyetlerin meal ve tefsirlerini okudum. Yine geldik yukarıdaki cümleye. Uzun tefsir ve yorumları, üstadın iki cümlede özetlemiş olduğunu gördük.
Bazı âyetler hariç, çok âyetlerde kısa meali şöyle bir okuyup geçmek, âyetin mesajını anlamada ve maksadı kavramada kesinlikle ölçü olmuyor. Okyanus bardağa sığar mı? Mutlaka izahının da okunması, tefekkürün de genişletilmesi gerekiyor. Bu, elbette ki bir gayret ve şevk ister ama sonu çok güzel oluyor.
Geçenlerde yine birini dinliyorum. Meal vererek öyle şeyler anlatıyor ki bunları dinleyen saf ve yeni müşteri bir zihnin bulanmaması hayli zor. Bu tip boğulmalar hep sadece mealde kalınca oluyor. Yine bir zaman bir zındık, bir âyetin mealini birbirinden az da olsa farklı yerlerden bulup alt alta yazarak, bunların hangisi doğru diye soruyordu. Arapça'da birçok anlama gelen bazı kelimeler, meallerde kendini daha çok ele veriyor ve aynı âyete farklı şekilde mealler verilmiş. Hatta abdesti bozan hususlarda kadına temas meselesinde, Hanifi ve Şafiilerdeki farklılıklar da yine abdesti anlatan âyetin bir kelimesinin kıraat farkından olduğu da biliniyor. Öyleyse, kısa meal az da olsa bir fikir verir ama "Kur'an budur." demeye hiçbir zaman yetmez.
Sözü, yakın zamanda okuduğum Mü'min Suresine ve özellikle 19. Âyetine getirmek istiyorum. Âyetin kısa meali "Allah, gözlerin kötü niyetli bakışını ve kalplerin sakladıklarını bilir." şeklinde. Biri, zâhiri diğeri bâtini iki önemli tarafımız "göz ve kalbimizin istikameti" için, Rabbimiz bize ikazda bulunuyor. Ama ne ikaz değil mi? Aslında dikkatli bakınca, 'gözlerimizin kötü niyetli bakışı' ikazının da 'niyetlerin merkezi olan kalbe' yapılmış olduğunu görürüz. Hangi uzvumuz, niyetin emrinde değil ki? Ama burada özellikle 'göz' açıkça konu ediliyor.
"Her gelecek yakındır." ikaz-ı Nebevisi gereği, ağızların sustuğu, amele konu edilen uzuvların konuştuğu ve geleceği muhakkak büyük günü unutmadan yaşamak gayreti, gayretimiz olsun.
"Gözün kötü niyetli bakışı" derken, aklıma hemen ısrarla tekrar tekrar okumanızı tavsiye edeceğim, Barla Lahikasının sonuna doğru, harika ve ikna edici metin olan 15. Nota'nın 3. Meselesi geliyor.
Evvelâ, gözlerimizin idaresindeki payımız kıl kadar. Ne işleyişinde ne de görme alanını yükseltmede bizim elimizde bir yetki yok. Yani bu değerli mülkün hakiki mâliki değiliz. Göz kapaklarına dâhi hâkim değiliz. Haliyle bu durumun bizi, gözün Hâkikî Mâlikine götürmesi lazım. Mâlik-i Hâkikî ise, bize mezkûr âyet lisanıyla ne diyor?
"Cenab-ı Hak, sana ibaha (hediye) suretinde verdiği hayata intihar ile hatime (son) çekemezsin, gözünü çıkaramazsın ve 'manen gözü kör etmek' demek olan, gözü verenin rızası haricinde harama sarfedemezsin... Ve hakeza"
"Kötü niyetli bakışı" bu kadar güzel ve kökünden çözen bir metne, denk gelmedim. Yani bize hediye olan vücudumuzda, "Mihmandâr-ı Kerim-i Zülcelal'in kavain-i Şeriatı dairesinde tasarruf" şart. Yoksa, bu dünyadaki gözüne ebed âleminde sahip olamayabilirsin. Demek, "Benimdir dediğin ve sana emanet olarak verilen cihazat" ebedî olarak senin değil; ama onlara "ebedî olarak sahip olmak" senin elinde. Bu kıymetli cihazları, Bâki bir Zât'ın emrinde bakileştirebilirsen, ebed âleminde daha parlak şekilde senin olur.
Cenab-ı Allah'a mâlum kalplerde sakladıklarımız. İşte bu önemli. Çünkü yaptıklarımızın katsayısı, işte bu kalplerimizdeki sakladığımız niyetlerimiz. Buna kalbin âmeli de diyoruz. Âdi fiillerimizi ibadete; bakırı altına çeviren iksir. Onun ruhu da rıza-yı İlâhi elbette. Üstadın kırk yıllık hayatının otuz yılını meşgul etmişse, üzerinde epey bir düşünmek gerekiyor.
Ama bu yazıda bu âyetin başka ve müjdeli bir yönü üzerinde durmak istiyorum. Diyelim ki hayırlı bir işe niyet ettiniz. Fakat geçerli herhangi bir engel yüzünden bunu gerçekleştiremediniz. Gerçekleştirmiş gibi sevabını alıyorsunuz. Yani siz niyetiniz kadarsınız. Sizin hesabınıza yazılan, yaptıklarınız değil; yaptıklarınıza kattığınız niyetleriniz.
Tersini de anlatalım. Kötü bir düşünceniz oldu. Yani niyetiniz bozuk. Fakat bunu fiile geçirmediniz. Günahınız olmadığı gibi, bu kötü niyetlerinizden Allah korkusu, ya da insan sevgisinden dolayı vazgeçerseniz sevap da alıyorsunuz. Ama korku, acizlik ve şartlar el vermediği için vazgeçerseniz günahkârsınız. Çünkü kalbin fiilini işlediniz. Dedik ya 'kalbin fiili' önemli. Sana hâkim olan kalbindeki niyetlerin. Onu beşerden saklayabilirsin ama Sahibinden saklayamazsın.
Dünyevî bir beklenti, amelleri o beklenti miktarınca iptal eder. Üstad buna "kısmen iptal" diyor. Dünyevî mükâfat veya bir mukabele umudu, muhabbeti de zayıflatır. Hatta devamsız bırakır. Dünya devamlı değil ki içine karıştığı muhabbet devamlı olsun.
Âmelde istikamet önemli olduğu gibi, kalbî amelde de istikamet önemli. Hem de hepsinden daha çok. Çünkü yaptıkların, kalbindeki niyetinle çarpılıyor.
Evet dostlar, Âdem Aleyhisselam'dan bu yana, bütün salihlerin salihatını; bütün mevcudatın tahiyyatını (manevi hediyelerini) ancak küllî bir niyetle sahiplenip bir vekil-i umumî olmanın keyfiyetiyle, Cenab-ı Allah'a takdim edebilirsin. Bu azim ve geniş, kalbî ubudiyeti ise, 'hadsiz bir itikatla' kazanabiliyorsun. İşin başı itikat. Onu tamamlayan ise, niyet gibi görünüyor.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.