Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

Tükürülecek Suratlar

İsmini tam hatırlamadığım bir şair arkadaşın, "Tükürün" şiirinin bir yerinde:

"O kadar çok surat var ki tükürülecek
Okyanuslar tükürük olsa, eminim yetmez."

diye çok hoşuma giden ve bazıları için çok oturan dizeleri, sanki bugünler için yazılmış. Hani yine Mehmet Akif, "Tükürük" şiirinde:

"Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına, asrın tükürün."

diye yüzüne güya 'medeniyet maskesini' geçiren asra, 'maskara mahlûk' diye hitap ediyor ya.

Bu 'maskara mahlûk', bazen insan suretinde akrep; bazen de 'adam suretinde' ifrit de olabiliyor. Bu maskara mahlûk, bazen vicdanları vehme esir edip geçici dünyayı, ebedî zannettiriyor. Bazen de ebediyet vehmini bitiren akıl darbelerini, akla sefahat ve sarhoşluk şırınga ederek bitiriyor.

Yine, imansızlıktan gelen dehşetli elem ve korkulara mukabele edemeyen fen ve terakkinin yerine, hokkabaz maharetiyle muvakkat gaflet perdesini çekiyor, akla da müsekkin (uyuşturucu) hapı veriyor. Sureta bakarsan, sefahati (serseriliği) kötülüyor gibi yapıyor, bunu insanlara güya yakıştıramıyor. Fakat arkadan gayet sessiz ve dessas şekilde, iştahları sonuna kadar açarak, her türlü menhiyata teşvikini de yapıyor. Bunların zararlarını görebilecek aklın hakimiyetini de elinden alıyor; aklı, his ve hevesin emrine veriyor. Böylece ona gelecek korkuları da iptal ettiriyor. Bu şekilde medeniyet perdesi altında gizledikleri hile ve desiselerle, insanların ruh dünyasını öyle bir keyfiyete sokuyor ki medenî zannettiğin insanların ruh dünyalarını yılan, akrep, maymun suretine çeviriyor. Bu medeniyet,(aslında deniyet) heva,heves, rekabet, tahakküm, sömürü üzerine bina edildiğinden, kötülüğü iyiliğine galip gelmiş; umumî sulhu bozan dünya harpleri ile beşere bayağı pahalı bedeller ödetmiştir.

Tüm bir insanlığın istişaresi neticesi kazanılan ve beşerin rahat ve terakkisine medar olan ve fenlerin de içinde bulunduğu güzellikler ise; doğruya, güzele, adalete, asayişe, hak ve hukuka hizmet ettiği sürece ve beşerin sulh ve sükûnunu temin ettiği zaman, hakiki ve menfaatli medeniyet adını alıyor. Kur'an da bunlara bazen peygamber mucizesi bazı da tarihi olaylar şeklinde işaret ediyor zaten.

Fakat bu kadar terakki ve fennin hedefini şaşırtan, üstadın tâ asrın başında 'mim' harfini kaldırarak, 'deniyet' (alçalmak) olarak nitelediği, Akif'in de yüzüne tükürdüğü bu "mimsiz medeniyet", insanın maneviyatını nesh ediyor.(kaldırıyor, bitiriyor) Onu dinleyeni, menfaatine zebun, âciz bir hodfuruş (kendini sevdirmeye çalışan) nefsinden başkasını ciddi şekilde sevmeyen bir insan haline düşürüyor. Fedakârlık perdesi altında, aslında kendi menfaatini arayan, ağlanacak hallerine ahmakçasına gülüp eğlenerek bakan, adeta camid, şuursuz, tek gözlü bir deha keyfiyetine sokuyor.

Tek gözlülük çok önemli. Deha ama sadece dünyayı görüyor. Dinini, maneviyatını basit bir dünya menfaatine satıyor. Yani dinini rüşvet veriyor. Peki, uğruna dinini rüşvet verdiği dünyayı elde edebiliyor mu? Hayır. Tango elbisesine, maneviyatını feda ediyor. Böylece yüzünü çevirip şirinlik ettiği 'deniyeti' medeniyetin basamakları zannediyor. Dehşettiği bir sukûtun merdivenlerinden inmeye başlıyor. Yani sukûtu (alçalmayı) suud (yükselme) zannediyor. Özetle dinini dünya için rüşvet veriyor. Mustebitlere dalkavukluk yaparak, makam mevki kazandığını zanneden zavallı durumuna düşüyor.

Top, tüfek, şan, şöhret hiçbir şeyin beş para etmeyeceği sekaratın dehşetli anında, hicaba( mahcubiyete) dönecek son pişmanlık gününü, anını hatırına getirmiyor. Bir de bunlardan medenilik, şirinlik, çağdaşlık adına, imansızlığını şirrete dökenler var. Muhammed Suresinin 32. Âyetinde buyrulduğu gibi işi "Allah yoluna engel koyup Resul'e muhaliflikte" bırakmıyor. Deniyette alçalmanın basamaklarını sırayla değil, birden bitirerek, bağışlanma şansını kaybedenler var. Bunlardan kalbindeki mührünü açılamayacak hâle getiren, etrafa yaydığı pis kokunun yerin altındakileri bile dehşete düşürdüğü hâli yaşayanlar da var. Dünya hayatını, oyun ve eğlenceden ibaret gören, ona nefesinin alışverişinde iki defa hayatını bağışlayana sırtını dönenler var. Lanetlenmiş, kulakları sağırlaşmış, gözleri kör olmuşlar var. O derece sağır ki kulakları asrın huffaşlarını duyuyor da asırları çınlatan, zamanları delerek gelen kutlu sesi duymuyor. Gözleri kamaştıran nuru, gözleri görmüyor. Kur'an'a kulak kabartmadığı gibi, Kur'an'ı bir müddet misafir eden Peygamber Aleyhisselam'ın pak ve temiz hayatına da nazar etmiyor. Etse de kendi iç dünyasını boyayan edeniliğin tek dünyalı penceresinden baktığı için, Ebu Cehil gibi kendi aynasına yansıdığı gibi görüyor. Geçenlerde böyle alçaklardan biri, Mekke'nin cahiliye dönemine ait yalan, talan, zina, despotluk devrine özlemini ifade etmişti bana. O dönemi, Hazret-i Peygamberin "Saadet Asrına"tercih ettiğini söylemişti.Başka bir şaşkın da Museylimeci olduğunu ifade etmişti. İşte, bunlardan yine Muhammed Suresinin 12. Âyetindeki "Tıpkı hayvanlar gibi yiyip içerler. Ebedi kalacakları yerse cehennemdir." hitabını doğrulayanlardan birisi, her saniyesi nezih bir örneklikle dolu Hazret-i Peygambere (Aleyhisselam) Batının Ernest Renan gibi en insafsız ve yeni yetme bazı münekkitlerinin bile hicap edip yakıştıramadıkları vasıflarla hakaret etmiş, saldırmış.

Bu çirkin ve edepsizce ve seviyesiz buhtanı bilmiyordum. Bir arkadaşımızın paylaşımından okudum ben. Arkadaşımız, onunla ilgili birtakım müeyyidelerin doğru olup olmadığını soruyordu. Doğrusu, resmi cezalandırmalar, beni çok ilgilendirmiyor. Bu tip ön yargılı insanların rehabiliteden geçmesi, böyle nezih hayatın onlara tek tek anlatılarak, karanlık dünyalarının aydınlatılması gibi tedbir uygulamalar da zor. Çünkü şeytanın, küfrü ve idlâli düşünmekten kalbinde yer kalmaması gibi, bu tip haşeratın bol olduğu zihinlerin tecrübeyle sabit ki rehabilitesi de aynalarındaki kirlerin izalesi de mümkün olmuyor. Değil bir tek Müslümanı, aklı başında tüm insanları ilgilendirmesi ve üzmesi gereken Hz. Peygamberin (asm) mualla ve böyle iddialardan bin kat uzak, şahs-ı manevisine yapılan bu acı ve acıtıcı dil uzatma karşılıksız mı kalmalı peki?

Dedim ya resmî muamelelere bakmıyorum şahsen. Bunun en büyük karşılığı, vicdanların bu sözlerin sahiplerine vereceği cevapta saklı. Başlıkta verdik ya okyanusların suyu tükürük olup bitmeli. Yüzlere değil, vicdanlara; kokuşmuş, küflenmiş basiretlere ulaşmalı tükürükler. Kalemler kılıçlara dönmeli. Yeni naatlar, mersiyeler dizilmeli kâinatın en nezih insanına.Onun tevhid davası, yeni bir ambalajla, daha gür ve parlak müdellel şekilde sunulmalı muhataplara.

Bunu da şunun için ifade ediyorum. Dünyada bunca asırdır anlatılan bir Zât-ı Muallayı yeterince tanıtamadık mı acaba? İnkârın kıskacında kendine, değerine bu kadar yabancı insanların çıkması, çıkabilmesi, hem de çokça bulunabilmesi, Onun sevdalılarını düşündürmeli biraz. Yani biraz da kendimize ceza vermeliyiz diye düşünüyorum. Hani şair:

"Ebu Leheb ölmedi,
Ebu Cehil kıtalar geziyor." diyor ya.

Ebu Cehilin gezdiği kıtalar da var muhakkak ama belki de yanıbaşımızda, geleceğin Ebu Cehilleri yetişiyor. Söze medeniyeti yani deniyeti katmamın sebebi, daha yeni sayılır bir hanımefendinin "Sizin peygamberiniz sizin olsun, ben medeniliği tercih ediyorum." demesinden oldu.

Evet dostlar, ellmizde Kur'an'ın asra mahsus elmas kılıçları varken, yeis yok; ama gayretle himmet olmalı değil mi?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum